- Kategori
- Kültür - Sanat
- Okunma Sayısı
- 210
Uyumsuzluğumuz, kültür eksikliğimizden mi?

Yücel Aktaş...
Hem ressam, hem yazar, hem de şair olan Bloğumuzun üyesi Yücel Aktaş’tan, bir video ekinde yazı aldım. Diyor ki: “DAHA ÖNCE KİMBİLİR KAÇ KEZ SEYRETTİM. BU GÜN GENE AYNI ZEVKİ ALDIM. SİZLERİN DE AYNI DUYGULARI TAŞIYACAĞINIZA İNANDIĞIMDAN BİR KEZ DAHA YOLLAMAK İSTEDİM
30 YIL ÖNCE NİŞANTAŞI'NDA BİR TEK KAFE YOKTU. BUGÜN EN AZ 100 TANE VAR..ACABA 30 YIL SONRA O KAFELERDEN BİRİNDE BÖYLE BİR COŞKU YAŞANABİLİR Mİ ? BU BİR KÜLTÜRDÜR KUŞKUSUZ...YAŞAYIN VE GÖRÜN.” (Yolladığı videonun link’i, aşağıda)
Olay, hava limanında geçiyor. Bekleme salonunda, her milletten insan var. Bir anda bir müzik ve ardından, gittikçe yükselen bir tempo ve ardından da herkes, olduğu yerden danslara iştirak ediyor.
Yaşlısı, genci, dudak bükmeden, ışıldayan gözlerle mutluluk tablosu çiziyorlar. Hamurundaki mazinin kıvrımlarını yaşıyor, o melodilerin arasında dolaşıyor eminim.
Hiç yadırgama yok. Şaşkınlık yok. Bir ibadet gibi herkes, birbirine bakarak tempo tutuyor. Ritim’le birlikte müthiş tempo tutuyorlar.
Şuna dikkat ettim. Çalınan parçalar, dünya müzik literatüründe, popüler parçalar. Klasikleşmiş. En gençleri bile, bu klasikleri, hep bir ağızdan söyleyebiliyor.
Aklıma şu geldi. Acaba diyorum, gençlerin arasında katıldığımızda, onların söyledikleri parçaya niçin uyum sağlayamıyoruz? Neden tekliyoruz? İşte burada böyle bir şey yok.
Bir anda müzikle birlikte bir araya gelip, puzzle parçaları gibi, ritimde, seste, aksiyonda aynı kalıptan çıkmışçasına birliktelik sağlayabiliyorlar. Hiçbir ukala çıkıp da “ Hey, hey. Burada aile var. Hişştt. N’oluyoruz. Kendini konserde mi zannettin” diyen yok. Bizdeki gibi salonun özel güvenlikçileri var. Ukalalık yapıp araya girip boy göstermiyorlar. Onlar da şarkılara iştirak ediyorlar.
Bizde niye yok böyle şeyler? Bir araya geldiğimizde, en mutlu anlarımızda ve günlerimizde, işin sonu neden göbek havasıyle biter. Baştan üç beş dans sonra gelsin “Halime’yi samanlıkta bastılar” ile, ha babam de babam göbek çalkala. Ardından da “ Bu fasulye iki buçuk lira, hem kaynasın, hem oynasın” Döktür Allah döktür! Düğün biter.
Tıklayın link hattını, bakın, göreceksiniz. Yolcular, yolcu bekleyenler, amiri memnun, memuru da memnun. El ele verip bir opera yapıyorlar. Bu müzikalde herkes memnun ve mesut. Sanki o anı beklemişler gibi. Spor bayramında sahaya dizilen ve gösteri yapan öğrenciler gibiler. Herkes ne yaptığını, yapacağını biliyor. Prova yok, bir şey yok. Biraz sonra kapılar açılacak, herkes uçacağı uçağın başına götürülecekler. Hepsi bu. Evet, her “şeyin başı kültür.”
Biz niye böyleyiz? Bizler, “Halime’yi samanlıkta bastılar” la coşarız. “Bağlar gazeli” ile hüzünleniriz, “Ankara’da yedik taze meyveyi” parçaları ile de kendiliğimizden geçeriz. Görgüsüzlüklerimiz paçamızdan akar. Arkadaşımız Yücel’in sorduğu şey de doğru yani.
Bir anı: İstanbul’da, boğazın en namlı balık restoranına davetliyiz. İçeride, müzik yok. Çatal bıçak seslerinden başka da ses yok ortalıkta. Boğazdaki restoran’ına duvarlarına, denizin şıpırtıları vuruyor muntazam. O şıpırtılar, kafamda birleştikçe birleşiyordu...Aniden masayı terk edip boş bir yer buldum kendime ve kollarımı açarak “Ne bu vaziyet? Çatal bıçak sesinden başka sesiniz yok!” Dedim. ”Size Ege’nin sıcaklığını getirdim,” diyerek “Sara Montiel’in “ La Violetera” sını, tenor olmayan sesimle söylemeğe başlayıverdim.
Aman Allahım. Salonun o vakur ciddiyeti kayboluverdi bir anda. Masalar darmadağın oluverdi. Masalara davet edildim. Bayanlara gelip gelip öptü. Masalarına oturtma savaşları bir anda başlayıverdi. Üç dakika sürdü bu, cebim kartvizitlerle dolu olarak masama döndüm. Namlı kişilerin devam ettiği bu restoranın ciddiyeti, bir anda dağılıvermiş, tuz buz oluvermişti.
Masama dönerken, a aaa, bir de baktım ki, bizimkilerin başı önde. fark ettim. Daha ben dönerken, patron, bizim masadan hışımla ayrılıyordu. Beklan Algan, babası, ben ve ağabeyim vardı. Onlar sanat içinde yoğrulan kişilerdi. Bu hüzünlerinin sebebini öğrenmek istedim.
Patron, Beklan’a demiş ki: “ Burada balık satıyoruz. Müzikle işimiz yok. Müşteri müzik istemiyor. Misafiriniz devamlı İstanbul’da ise, kendisiyle kontrat yapalım.. Bu duyulacak ve müşteri yarın benden bu aynı müziği, aynı şahsı isteyecektir. O zaman ben ne yaparım. Ama, bundan sonra müzik isterlerse, ben arkadaşı nerede bulayım. Arkadaşınızın misafir olduğu belli. Şarkı söylemesin. Bunu müşteriye anlatamam.”
Ekli müzik videosu, o bakımdan ilgimi çekti ve, eski günlerimi aklıma getirdi. Şunun şurasında 8-10 yıl evveldi bu hikaye.
Metrolarda, havaalanlarında, tribünlerde, bilet kuyruğuna girildiği sıralarda böylesi toplu müzik ve aerobik gösteriler bizde niye yok sahi? Birileri “höt!” diyecek ondan mı? Ama klipte, özel güvenlikçi bile coşkuya kapılmış. Kimse yüzünü buruşturmuyor. Her biri, kendi göbeğini kendisi kesiyor. Akışa koyuvermişler kendilerini. Her biri yönetmen, orkestra şefi. Her biri, primadonna, tenor ve soprano.
Müziğin tanımı da evrensel değil mi? “ Müzik, ruhlarımızı inceltiyor. Duygu ve düşüncelerimizi, düzenlenmiş seslerle ifade ederek iletişim sağlıyoruz. Ayrı ayrı dildekiler, evrensel nota işaretleri yüzünden bir araya gelebiliyor, birbirlerinin dillerinden kolaylıkla anlayabiliyorlar.
Müzik hem bir sanat, hem bir fen ve hem bir lisandır. Niçin sanattır? Ortaya asırlardır unutulmayan “eserler bıraktığı” içindir. Neden bir fendir? Her fen gibi ortaya yeni yeni müzik eserleri “ortaya koyduğu” ve öğrettiği içindir. Neden bir lisandır? Bütün dünya ülkeleri, müziğin ritm v e coşkusu ile o müziği “anladığı için,” arada tercümana ihtiyaç yoktur.
Müzik otoriterlerine, konservatuar öğrencilerine “Müziği tarif” ettiriyorum. Böylesi cevap alamıyorum ne yazık ki!
Ört ki, ölem!
----------------
LİNK: (Sadece dokunun, yeter)
http://www.youtube.com/watch?v=_skpsg4qCRg
Önerilerine Ekle Beğendiğiniz blogları önerin, herkes okusun.

Resilerdeeki videolardaki hale gelebilmemiz için kaç fırın ekmek yiyeceğiz. Bunun hesabını ortaya koyan var mı?
Ruya Kuzu 15.03.2012 14:23- Cevap :
- İşte, biz de onu diyorduk ya zaten. Teşekkür ederim. 15.03.2012 16:25
Değerli Muzaffer Cellek, bilirsiniz, başarılı ustalar işledikleri-kullandıkları malzemelerin niteliklerini en iyi bilenlerdir. Bu anlayışla önce “Kültür” ve “uyum” ifadelerini tanımlamamız gerekmektedir. “Kültür”; Toplumların bir süreçte meydana getirdikleri maddi ve manevi değerler ve geleceğe bıraktıkları mirastır. “Uyum”; ‘Bir bütünün parçaların birbirlerine uygunluğu'dur. Bu tanımları birleştirirsek; toplumu meydana getirenlerce ortaya konulan değerlerin ahenk içerisinde yaşanmasıdır. Hasbelkader işimiz gereği, diğer milletleri ve kültürleri biraz öğrendiğimizi zannediyoruz. Genelde sunulanlar vitrinlerdir. Bunların pişirildiği (olgunlaştığı) mutfaklar pek o kadar da çekici, cazip değildir. Ve yaşadığınız kültür sizin değilse, O, bir anda hizmet ettiğiniz bir alan haline gelmektedir. Eğlenmek ve kültür farklı alanlardır. Sağlıcakla kalınız.
Canmehmet 15.03.2012 13:04- Cevap :
- Okuyarak, görerek, şimdiye kadar ne gördükse, onları birleştirelim. Bizim olanlar, olmayanlar, uzak ihtimaller vs. diye ayrışımlar yaparız. Bize uymayan, bir yanıbaşımızdaki kültüre uymaz. Onunkisi bizimkine az porsiyon ya uyar ya uymaz. Biz, baka baka kararan bir milletiz. Bu millet, düne kadar efendisi ile öğünürdü. Ümmetti. Zincirler yeni kırıldı. Kültürün tanımöıza, ömürlerimiz yetmez. Biz, neysek o kaldık. Yeniliklerfe dinimiz cevaz vermedi. Bize öğütlenenler, bir lokma, bir hırka idi.An'aneler birleşir, kültürleri vücuda getirir. Dini temeller üzerine şeriat ülkeleri, bakınız bir kibrit çö pünü bile icat edip ortaya koymujş mu? Koymamıştır. Hep " ileri gitme asılırsın, geri kalma basılırsın" sloganları ile yetiştirilmiş bir milletin ahvadıyız. Osmanlılıktan süratle kurtulmak istedikçe,siyasiler bunu hortglatıyor. O da ayrı mesele. Muası medeniyetler, videoda izlediklerinizi yapar. Bizim millet böyle sahnelere bakar bakar ve " Oha" derse, o, medeniyhetçilik, kültür değildir. 15.03.2012 16:34
Muzaffer Bey yazınızı ve anınızı çok beğendim.Bizim neden öyle olmadığımızı, ya da neden böyle olduğumuzu sanırım şu deyiş özetlemekte; "Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır, ya da zurnacıya"...Davulcu ve zurnacının şahsında toplumumuz sanata verdiği değeri gösteriyor. Bize göre ciddi olmak gerekir hayatın her alanında.Ağır ol da molla desinler sözü de o nedenle söylenmiş olmalı.Gülmenin dahi çok hoş algılanmadığı bir toplumda eğlenmenin nasıl karşılanacağı belli.Aslında içimiz kaynasa da, başkaları ne der diye hep frenleriz kendimizi.Bir kahraman çıkarsa, onun sayesinde eğleniriz.Bizim eğlencelerin sonu da çoğunlukla olaylı biter.Çekeriz silahları bam bam bam...Biri karakola, diğeri hastaneye (şanslıysa)...Selamlar, mutlu kalın...
Ayşegül HAYVAR 15.03.2012 12:37Son derece haklısınız, müzik müşterek lisan. Keşke toplu alanlarda çalsalar. Saygılar...
Ay Şen 15.03.2012 11:50- Cevap :
- Güzel söz: "Müşterek lisan" Hang,i memlekette olursak olalım, o notalar, dünyanın her yerinde geçerli. O notgalar, o melodiler müşterek oluverir. Herkes aynı anda aynı şarkıaayı, dil farfkı olmaksızın birlikte terennüm eyler. Evet: " KEŞKE!" Selamlar 15.03.2012 12:06