Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Uyuyabilmek...

Uyuyabilmek...
 

Google resimler


Uyku, yarı ölümdür demiş filozoflar.

Bilimse; bir günlük programa dayalı düzenlemede, sirkadien ritm adıyla bilinen, beyinde, suprakiazmatik çekirdekte üretilip melatonin hormonu aracılığıyla yürütülen etkinliktir, şekliyle açıklamış.

Kim ne derse desin, nasıl tanımlarsa tanımlasın, uyku bireyseldir. Ve herkesin uykuya geçiş süresi ve şekli muhakkak farklıdır. Kimi yastığa bir karış kala uykuya geçer, kimi dön Allah dön sabahı eder. Kimi kitap okurken dalar gider, kimi yarını planlarken, kimi yaşadıklarını gözden geçirirken.

Uyuyabilmenin ne büyük bir sağlık ve ne büyük bir devlet olduğunu, uykuyu kaçırınca anlıyor insan.

Eskiden, ama çok eskiden uyku beni kovalardı, ben kaçardım. Şimdi ben onu kovalıyorum, o benden kaçıyor. Ne kötülüğümü gördüyse artık?! Bir afili, bir kıymetli şey oldu çıktı başıma. Fasulye gibi nimetten sayıyor kendini. Aslında fasulyeden bile kıymetli oluyor kimi kez.

Özellikle bedenim yorgunluktan iflahı kesilmiş bir vaziyette debelenirken, beynimin “uyumam da uyumam” diye diretmesi elbette hepimizi çıldırtıyor. Ben ve bendekileri kast ediyorum elbette. Yoksa elli kişilik bir kız yurdunda kalmıyorum.

Öyle zamanlarda bedenim ve beynim arasında bir kavga başlıyor, tam seyirlik!

- Uykum yok diyorum sana, anlamıyor musun?, diyor beyin hazretleri.

- Sabahın kör zoddiginde kalkacak olan benim! Ne yap yap, uykuya geçmeyi becer!, diye azarı basıyor bedenim.

- Yahu sana bir şey diyen var mı? Sen uzan ve gevşe. Beni kendimle bırak. Ben düşüneyim, kurgulayayım, yazayım kendi kendime.

- Olmuyor işte! Sen uyanıkken, tüm kaslarım gergin ve tetikte bekliyor! Dinlenemiyorum!

- Öf! Ne çekilmez şey oluyorsun bazen! İyi hadi deneyelim bakalım uyumayı.

Kısa bir sessizlik oluyor. Bedenim gözlerini kapatıyor. Sağ avucuma yatırdığım yanağım rahata geçiyor. Çaktırmadan beynime bakıyorum. Gözlerini kapatmış, fakat sensörü hala kırmızı alarm vaziyetinde yanıp sönüyor. Bacaklarımı uzatıyor, geriyor, tekrar topluyor ve karnıma çekiyorum. Saçlarımı geri doğru atıyor, yastığa iyice yamanıyorum. Uykuya geçmek üzere olduğumu hayal etmeye çalışırken;

- E, nasıl uyuyacağız şimdi? diyen beynimi duyuyorum.

- Kendini bırak. Pamuksu beyaz bulutların üzerinde olduğunu düşün.

- Üşürüz kız, diyor.

- Hey Allahım ya! Bak haydi hayal et, o beyaz bulutların üzerindeyiz, bahar güneşi vuruyor üzerimize, ılık ve ipeksi. Ta aşağılardan minik serçelerin huzur veren şakımalarını duyuyoruz. Uzaklarda, çok uzaklarda…

- Sen kendi işine baksana. Bunları benim hayal etmem lazım. Sen bedensin, sadece kaslarına bak sen. Bir de şu böbrek üstü bezlerinin salgılarına mukayyet ol.

- Sen uyumayı beceremezsen, birazdan bir kurşun sıkacağım tepene, o zaman tüm işleri ben yapacağım haberin yok!

- He he (!) Dene istersen, ayva kompostosu olursun (!)

- Bırak dalga geçmeyi de, işini yap o zaman. Bak yarın erken kalkmak zorundayız. Lütfen diyorum sana.

- Peki peki. Dur senin hayalin üstüne biraz sos ekleyelim. Belki sen de o zaman gevşeyebilirsin.

- İyi hadi seni dinliyorum.

- Dinle bak, bir ağaç evdeyiz. Mevsim sonbahar. Ağacımızın kocaman kalın dalları arasına yaptığımız evimiz hem sağlam hem de güvenli. Yatağımız yeteri kadar yumuşak, üstümüz yeteri kadar örtülü. Dışarıda ılık bir rüzgar var, ağacımızın yaprakları hışırdıyor. Rüzgarın getirdiği melodik bir ıslık çalınıyor kulaklarımıza. Ağız mızıkası ile flüt karışımı bir ses. Daha evvel hiç duymamışız bu melodiyi. Tınılar sinir sistemimize işliyor. Gergin olan her bir tele dokunup bırakıyor. Karışmış tüm sistemleri yeniden onarıyor. Haydi, uzat bacaklarını; yerimiz geniş, rahat bırak tüm kaslarını; evimiz sıcak… Güvendeyiz, rahatız, sağlıklıyız… Uyumak istiyoruz… Melodiye bıraktık kendimizi… Uyuyalım haydi… Uyuyalım… Uyuya… Uyu… U…

Şşşş…

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..