Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '19

 
Kategori
Gelenekler
 

Var mı İtirazı Olan?

Pes Etmek Yok
“bütün şiddetiyle saldırıyor karakış
her yerde soğuk
her yerde buz
her yerde kar”
                diye diye sızlanıp sinen
yelkenleri suya indiren kardeşlerim
yakışmıyor bu size
yakışmıyor bu çağda!

mazeret üretmek değil işimiz bizim
soğukmuş tipiymiş karmış
vız gelir tırıs gider
biz niçin varız burda!

pes etmek yok
pes etmek yok
fazlasıyla yeter gücümüz bizim
hem ayıya hem domuza hem kurda!

direnmeye devam
direnmeye devam
direnmeye devam lütfen
bahara ne kaldı şurda!

                               (H.E.)

 

                Bir insan bilimde, sanatta, sporda, siyasette ya da ticarette başarılı olmuşsa bunun mutlaka bir nedeni vardır.

                Hiçbir başarı tesadüf de değildir, şans da… Her başarının temelinde alın teri vardır. Ne kadar geride olursa olsun, hızlı koşan, yavaş koşanı geçer. Çok çalışan, az çalışanı yener.

                Bireyler için ne kadar doğruysa bu saptamalar, ülkeler için de doğrudur.

                1918’de, Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte 1. Dünya Savaşından yenik çıkan Almanya, 20 yıl gibi kısa bir sürede nasıl oldu da dünyanın en ileri ülkelerinden biri haline geliverdi?

                Ya 2. Dünya Savaşından da yenik çıkıp ikiye bölündüğü yetmiyormuş gibi, ülkeleri galip devletlerce işgal edildiği halde, bu kez 20 yıl bile beklemeden yine en önlere geçivermesine ne dersiniz?

                Çalışacak durumda olan kadın ve erkek tüm yurttaşlarına iş verebildiği gibi, yabancı ülkelerden işçi alımına başlıyor; 1959’da.

                Biz, “Komünist Çin” diyeni, Mao’nun adını ağzına alanı mahkemelerde sürüm sürüm süründürürken, Almanlar ne yapıyor dersiniz? H.Esat Yavuztürk, Umut Peşinde adlı eserinde neler yazıyor bu konuda, bir göz atalım:

                Yıl 1963… Bizim Kemaliyeli işçiniz Hüseyin’in Almanya’da çalıştığı fabrikadan bir anons yapılır:

              “Bugün, paydostan sonra, tüm yöneticiler, mühendisler, kısım şefleri, ustalar ve kalfalar konferans salonunda toplanacaklardır. Bu toplantıya arzu eden işçilerimiz de katılabilir.”

                Neden acaba? Ne olacak ki bu toplantıda?

                Cevap şudur: “Patronumuzun Doğu ve Özellikle Çin gezisi film olarak gösterilip geniş açıklamalar yapılacaktır.”

                Bizim Hüseyin de katılır bu toplantıya. Salon kısa zamanda dolar. Bir yönetici çıkıp kürsüye “hoş geldiniz” dedikten sonra, gezi filmi gösterilir.

                Özellikle Çin işçilerinin arı gibi çalışmaları, buna karşılık yaşam koşullarının ilkelliği sergilenmektedir filmde.

                Gösterim bitince, patron çıkar kürsüye:

                “Gördüğünüz film Çin’de çekildi. Oradaki çalışma koşullarından bir bölümünü gözlerinizin önüne getirdi. Çin çok büyük bir ülke ve hızla kalkınma çabasında. Burada insana değer verilmiyor. İnsanları boğaz tokluğuna köle gibi çalıştırıyorlar. İşçiler tüm gün ölesiye çalışıp çok üretim yapıyorlar. Buna mecburlar. Çünkü nüfus çok kalabalık… İş alanı az. Çalışmayı kabul eden karnını doyurabiliyor, çalışmayan aç kalıyor.

                “Sonuç ne oluyor derseniz, işçi ücreti çok düşük olduğundan üretilen mallar çok ucuza mal oluyor. Dolayısıyla dünya piyasası ucuz Çin mallarıyla doluyor. Bizim mallarımız, ne kadar kaliteli olursa olsun, Çinlilerin fiyatıyla yarış etme imkânı yok. Yarış edebilmemiz için bunun yolunu arayıp bulmak zorundayız. Ya teknolojiyi geliştirip işi makinelere yaptırarak işçiyi devreden çıkaracağız, ya da işçimiz özveride bulunarak çok çalışacak ama çok ücret istemeyecek. Aksi halde fabrikaları kapatmak zorunda kalacağız.

                Böyle bir sonuç ülkemiz için olduğu gibi, işçimiz için de çok kötü olur elbet. Bu konu üzerinde hepimiz düşünmeli ve araştırma yapmalıyız.” diye bitirir sözünü.

                Bizim, “Ezan Türkçe mi okunsun, Arapça mı? Minarelere hoparlor koymak günah mı, sevap mı?” gibibirçok gereksiz tartışmayla vakit öldürdüğümüz günlerde, elin oğlu neler neler düşünüyormuş, görüyorsunuz; değil mi?

                İkinci Dünya Savaşından sonra, “Doğu Almanya, Batı Almanya” diye ikiye bölünüp birbirine düşman edilmiş biri komünist, biri kapitalist iki devleti, gürültüsüz patırtısız birleştiren bu kafadır işte!

                Söz buraya gelmişken, “Acaba bir gün, Türkiye ile Azerbaycan da birleşir mi?” sorusu takıldı aklınıza, öyle mi?

                Peşin bir hükümle “evet” ya da “hayır” deyivermek çok kolay ama doğru olur mu bu sizce?

                Yine de şöyle cevap vereyim; ben bu soruya:

                Federal Almanya gibi, ekonomik bakımdan güçlü bir duruma gelirsek, neden olmasın!

                Ekonomik olarak güçlü olabilmenin de bazı şartları var elbet. Bence, “olmazsa olmaz” diyebileceğimiz ilk üçü şunlar:

  1. Çağdaş ve laik bir eğitim
  2. Güçlü bir hukukta ve adalet sistemi
  3. İleri bir demokrasi

Bu üçünü halledebilirsek ekonomi de güçlü olur, endüstri de… Ordu da güçlü olur, sivil halk da… Tarım ve hayvancılık da güçlü olur, turizm de… İç politika da rayına girer, dış politika da… Patates ve soğan da başını alıp gitmez; domates ve patlıcan da…

İktidar ve muhalefet de birbirini düşman bellemez, yurttaşlar da…

Var mı itirazı olan?

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..