- Kategori
- Anılar
Ben O'nu Sevdim
Almanlar’la çok fark var aramızda.
Dış görünüş hemen fark eder. Onların çoğu sarışın ya da kumral, biz esmeriz genellikle ve buğday tenli.
Almanlar, daha mı uzun boylular, ne? Ve çoğunlukla mavi ve yeşil gözlü…
Bizde renkli göz azdır.
Onlar Hristiyan, biz Müslümanız.
Dilimiz de benzemez hiç.
Elbette kültürümüz ve ahlak anlayışımız da…
H. Esat Yavuztürk’ün Umut Peşinde adlı eserinde bu fark açıkça görülür.
İki Türk işçisi, bu konuda neler konuşurlar aralarında, bakalım: (Özetleyerek)
- Alman işçileri, bizim gibi, bankada para biriktirmek için uğraşmıyorlar.
- Neden?
- Bernart adlı bir Alman arkadaşla konuştum da haklı buldum.
- Nasıl yani?
- Onların tüm hayatları sigortalı olup garantiye alındığı için para biriktirmeye gerek
yokmuş.
- Kim garanti etmiş ki?
- Devlet garanti etmiş. Alman Devleti, her yurttaşın mesleğine ve iş gücüne göre günde sekiz saat çalışmasını istiyormuş. Buna karşılık her çalışan insana yaşayabileceği bir ücret ödemeyi, yaşlanıp çalışamaz duruma gelince de emekliliğini, konut teminini, doktorunu, ilacını ve tüm yaşamını garanti ediyormuş.
- Tabii insan hayatı böylesine garanti edilince, onların bizim gibi, geleceği düşünmesine gerek yok elbette.
- Aslında olması gereken de bu değil mi? Doğrusu bu değil mi? Bizler yarını düşünmekten bugünü ıskalıyoruz hep. Çalışıyoruz, kazanıyoruz ama kazandığımızı harcamaktan korktuğumuz için istediğimiz gibi yaşayamıyoruz.
- Bizim ülkemizde henüz bu sosyal yapı oluşmadığı için geleceğimizi düşünmek zorunda kalıyoruz. Burada yaşayan Türkler’in çoğu, işte bu yüzden sıkıntılara katlanıyor.
- Bizdeki sosyal tesisler de Almanya’ya göre çok az. Adamlar, yurttaşlarını insan gibi yaşatabilmek için ne gerekirse yapmışlar. Şehrin her yerinde tiyatro, sinema, dans salonları ve çeşitli eğlence yerleri var. Gerek şehir içi, gerekse yakın çevresi yüzme havuzları ve çeşitli spor tesisleriyle dolu... Üstelik herkesin korkmadan gidebileceği çok az ücretle hizmet veren yerler bunlar.
- Adamlar çok çalışıyorlar ama insan gibi de yaşıyorlar. Kadın erkek ayrımı da yapmıyorlar. Cinsiyet farkı gözetmeden sevişmenin herkesin hakkı olduğunu kabul etmişler. Dahası, önlem alabilmek için gençlerin gittiği eğlence yerlerine prezervatif satan otomatik makineler bile koymuşlar. Bunlarda, bizdeki gibi kızlık sorunu da aranmıyor.
- Ben bu konuyu bir Alman kızla konuştum. Düşüncesini sordum.
- Ne cevap verdi peki?
- Almanya’da evlenmeden önce sevişmemiş bir kızı aptal, tecrübesiz ve hayata küskün olarak kabul ederlermiş. Hem de erkeğin olduğu kadar kızların ve kadınların da cinsel isteği olduğunu, kızlık nedeniyle arzulara gem vurmaya gerek olmadığını söyledi.
- Bunlar tabii kabul ediyorlar ama bizim toplumsal ve dini geleneklerimize ters düşen bir anlayış.
- Dediğin doğru. Çoğunluk aynı durumda ama Almanlar’a uyan, hatta onlardan da hızlı yaşayan Türkler de var. Geçen gün kahvede anlatıyorlardı. Bir Çapkın Murat varmış. Altında arabası, her gün bir Alman kızıyla dolaşıp o gün kazandığını o gün yiyormuş.
- O çocuğu ben de tanıyorum. Hemşeri kahvesine çok gelmez. İdare edecek kadar Almanca bildiği için çevre edinebilmiş. Hareketli ve eli açık olduğundan gününü gün etmek isteyen Alman kızlarının işine geliyor. Yarını düşünmeden günlük yaşayan tipler bunlar.
***
Bir Pazar günü, genç bir delikanlı olan Karadenizli Vedat ziyaretine gelir; bizim Kemaliyeli Hüseyin’i. Her zamankinden farklı olarak sıkıntılı bir hali vardır Vedat’ın. Sormaya gerek kalmadan:
- Ağabey, sıkıntı içindeyim; diye başlar konuşmaya.
- Hayrola, ne oldu ki?
- Buradaki sıkıntım yetmiyormuş gibi, kötü bir mektup aldım annemden.
- Ne yazıyor ki? Niçin üzüldüm o kadar?
- Nasıl üzülmem! Evlendiğini yazıyor annem.
- Kaç yaşında annen?
- 38…
- Kardeşin var mı?
- Hayır, yok. Ben doğduktan altı ay sonra ölmüş babam. Trafik kazasında… Birlikte yaşadık onca yıl. Ben buraya gelince, fırsat bulmuş gibi hemen evlenmiş. Aklıma geldikçe çıldırıyorum.
- Yanlış düşünüyorsun kardeşim. Annen senin için hayatını feda etmiş. Seni, üvey baba tehlikesine karşı koruyup bu yaşa kadar büyütmüş. Şimdi artık kendi ayakları üzerinde durabilen bir adam olduğunu görüp ona ihtiyacın olmayacağına inanmış da evlenmiş. O da bir insan. Onun da her insan gibi yaşamaya hakkı yok mu?
- Ağabey, bu yaşa kadar evlenmedi. Bu yaştan sonra mı yani?
- Anlasana kardeşim! Bu yaşa kadar senin için evlenmemiş. Artık sen kendini kurtarınca, o da yeni bir yuva kurup geleceğini güvenceye almak istemiş. Bunun neresi kötü?
- Yani, ben onu perişan mı edecektim?
- Güzel kardeşim, yaşamak dediğin şey yalnızca bir lokma ekmek değil ki. Her insan gibi annenin de çeşitli arzuları, ihtiyaçları olur elbet. Sen bunların hepsini karşılayamazsın.
- Yani, doğru mu yapmış diyorsun?
- Evet, doğrusu buydu bence de. Belki de yalnız olduğu için, kadıncağızı sıkıştırıp rahatsız ettiler. O da namusunu kurtarmak için, karşısına çıkan bir fırsatı değerlendirip kurtuluşu evlenmede buldu.
- Ağabey, belki de haklısın. Ben bunları düşünemedim hiç.
- Acı bir mektup yazıp da o fedakâr anneni üzme sakın! Hatta memnuniyetini belirt; bir isteği olup olmadığını sorarak gönlünü al.
- Beni ferahlattın. Teşekkür ederim sana ağabey!
Ne güzel bir insan bu Kemaliyeli Hüseyin; değil mi?
Sizi bilmem ama ben O’nu sevdim!
Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr