Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Aysegül Akbay Yarpuzlu

http://blog.milliyet.com.tr/yarpuzlu

26 Mayıs '13

 
Kategori
Siyaset
 

Vatana ihanet ve manevi ölüm

Bu yazıyı yazmakta biraz zorlanacağımı düşünüyorum. Hukukçu değilim. Uluslararası İlişkiler ve Barış Siyasetinin terimleri konusunda resmi bir eğitimim yok. Yine de tüm dünyanın zirve siyasetinin çözmeye çalıştığı bir sorun var; idealize edilen ‘Liberal Demokrasi’yi sürdürebilmek adına, birey hak ve özgürlüklerini, kendi gücünü ebedi kılmak adına, her hukuki araçla ve devlet gücü eliyle, çiğnemekten kaçınmayan anti-demokratik diktatörler.

Eşimin yıllarca önce ustalık derecesinden aştığı, gelenek ve gelecek nesillerin garantisinin felsefesini, yüzyıllardır yaşatmaya çalışan Mason Cemiyet’lerinin de en üst derecesi olan 33. Derecesinin, bir düşünce teması var; ‘Treason’…Yani İhanet…Bu, kendini bilen bireyin, kendini tanımlarken, öncelikle, mesleği, ailesi, sosyal çevresi, dünyadaki konumu, milleti ve nihayet insanlık karşısında benimsediği siyasi ve sosyal felsefeye karar verdikten sonra, kendisi gibi konumlanmayan karşıtları ile mücadele ederken yaşamı ve geleceği savunmak adına, haklı ile haksızı ayıran adalet mekanizmasının kararları karşısındaki bireysel gözlem ve deneyimlerinin bir aktarımı anlamına da geliyor.

Burada; yaşamının yüksek emeli, ‘Liberal Demokrasi’yi savunmak olarak odaklanmış benim gibilerin, ülkemizde yaşar ve dünyaya bakarken ve ekran karşısındaki insanlıkla birlikte izlediğimiz, kendi coğrafyamızdaki olgular ve tartışma temaları karşısında, öznel fikirlerimizi, çeşitli platformlarda söylemek adına düşündüğümüz, yazdığımız, konuştuğumuz ve okunup, dinlendiğimiz sonsuzlukta, insanlığa bırakmaya çalıştığımız eserlerin yazılması ve yaşanması için insanlık tarafından ödüllendirilen başlıca motivasyon ve bireysel sosyal yükselmenin ön şartı.

Burada, şimdi; devletlerin zirvesinde yaşananlardan söz ediyoruz. Ve devletleri zirveden temsil edenlerin zirvesine yerleşme yarışındaki, birleşmiş söylem ve suçlama yarışında, kazananlarla kaybedecekleri belirleyen siyaset, toplum desteği ve ihanet yargısından söz ediyoruz, sırf insanlığın sürmesi adına, yeni yetişenler ders çıkarabilsin diye, tekrar ve tekrar, kuşaklar boyunca, ileriye ve daha adil bir yaşama doğru.

Daha bir yerelleşelim şimdi. Yargıyı, Yasamayı, Uluslar arası  İnsan Hakları, Savaş ve Soykırım yargısını meşgul eden bir ihanet davası var yıllardır Türkiye’nin gündeminde. 28 Şubat’ın hükümet deviren, siyaseti değiştiren günlerinden bugüne aktarılan bir devlet, vatandaş arası özgürlük ihlali çatışması, anayasayı değiştirmesi beklenen, uluslar arası mahkemelere yansıyan, ulusal yargı mekanizmalarındaki çeşitli seviyelerin başını yiyen.

Burada fark edilmesi gereken, öncelikli bir mesele var. Bürokrasinin basamaklarının söylemleri ve düşünceleriyle siyaseti hedefliyor olan zirvedekilerinin, siyasal etkilenimlerinin, devlet pratiklerine yansıması . Yani, devlet içindeki yürütmenin kutuplaşmış, siyasi çatışması ve yargıda siyasallaşma. Bir nevi devlet bürokrasisindeki fillerle eşeklerin tepişmesi. Kendimi bu noktada, kirpiler arasında gördüğümü inkar etmeme sanırım gerek yok. Ve bunların başındaki yasamanın, zaten hedefi birbirini yenmek olan siyasi kampları arasındaki hakaret ve yıldırmaya dayanan parlamento pratikleri. Ve tabii en tepede, yargı ve yürütmenin deneticisi konumundaki parlamento muhalefetinin, düşürmeyi varlık sebebi edindiği yürütmenin başındaki iktidar oylarıyla seçilen ve ihanet suçlamalarının en büyük hedefi Cumhurbaşkanı.

Şimdi dünün gündeminde yer alan şu habere bakalım;

‘28 Şubat post modern darbesiyle ilgili haklarında eski TCK. 147. Maddesi uyarınca “Hükümeti düşürmek” suçlamasıyla dava açılan sanıkların gözaltına alındıkları tarihte evlerinde yapılan aramalarda elde edilen belge ve dokümanların incelenmesi bitti.’

‘Yapılan incelemelerde 28 Şubat döneminde Genelkurmay Psikolojik Harekat Dairesi Başkanı olarak görev yapan Oğuz Kalelioğlu’nun evinde “sayın komutanım” diye başlayan ve “arz ederim” diye biten iki sayfalık el yazılı metinde sarsıcı bilgiler yer aldı. Suikastta kurban gidenlerin isim listelerinin yer aldığı belgede isimler “askerler” ve “siviller” olarak sıralandı. Sivillere ait listenin başında, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal bulunuyor. Özal’dan sonra suikastla öldürüldüğü belirtilen diğer isimler ise şöyle sıralanıyor, MHP eski Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Muhsin Yazıcıoğlu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Hrant Dink.’

Ne anlama geliyor bu? Pek çoğumuza göre açık.

Yani, özetle, devleti temsil edenler, kendi iktidarlarını sabitlemek uğruna, varlıklarına tehlike oluşturan muhaliflerini, devlet eliyle ve kendileri emir vererek, yargısız, iddianamesiz, ortadan kaldırtmışlar. Buna devlet eliyle işlenmiş cinayet deniliyor. Ya da Amerikancası ‘targeted killing’- CIA kayıtlarında kullanılan. Amerikan anayasası hakkında, örneğin Usama Bin Ladin’in takibi ve öldürülmesi, Tarihteki, Lambdin Milligan, Timothy McVeigh, ve hatta Johnny Reb olguları ve nihayet; Anwar al-Awlaki olgularında, Amerikan Başkanı’nın ve hatta Parlamentonun kendi güvenliği adına, bağımsız yargıyı by-pass yaparak, vatan haini olarak damgaladığı bir tür siyasi suçlu konumundaki kendi vatandaşlarını öldürme kararı alıp alamayacağı ve bunun anayasaya aykırı yada uygun olup olmadığı ile ilgili tartışmalar var, öldürüleni devlet karşısında en önemli insan hakkı olan ‘yaşama hakkı’ adına savunmak adına.

Demek ki; benzer bir konumla, Türkiye’de de; Ergenekon gibi soruşturmaların özü, siyasi hasım konumundaki parlamentonun , yargıya baskı ve etki yaptığı durumda, egemenlerin seçtiği, devletin başındaki, cumhurbaşkanının siyasi tavrı sebebiyle, karşı koymadığı ya da bizzat sebep olduğu haksız yargılamaların siyasi intikamının uluslar arası ihanet hukuku itibarıyla nereye varacağı tartışılıyor aslında yıllardır.

Bir hatırlatma;

Vatana ihanet, vatan hainliği ya da hıyanet-i vataniye, meşrû egemenlik organını devirmeye veya otoritesini yıkmaya, bağlı olduğu devlete karşı savaşmaya veya düşmanla işbirliği etmeye yönelik eylemleri kapsayan suç türüdür. Tarih boyunca birçok hukuk sisteminde tüm suçların en büyüğü olarak değerlendirilmiş ve en şiddetli biçimlerde cezalandırılmıştır.

Türkiye'de 29 Nisan 1920'de Hıyanet'i Vataniye Kanunu 12 Nisan 1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu düzenlemesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.

Günümüz Türk ceza hukukunda vatana ihanet suçu tanımlanmamıştır. Ancak Türk Ceza Kanunu'nun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla işbirliği yapmak, devlete karşı savaşa tahrik, temel milli yararlara karşı hareket, askeri tesisleri tahrip ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma, düşman devlete maddi ve mali yardım konularını işleyen 302-308. maddeleri, geleneksel olarak vatana ihanet kapsamına giren suçları içerir.

Cumhurbaşkanının yargılanabileceği tek suçtur.

Burada Ergenekon özelinde; devlet içindeki siyasileşmiş, kamplaşmış çeteleşen bürokraside, suçlananlar ve suçlayanlar zincirinde, gelenek, bağlılık, anayasal zorunluluklar çerçevesinde merak edilen ifadeler, şurada kilitlenecek ilerleyen yargı süreçlerinde..

Bu bürokratik  ilişkiler ağı ve zincirleme cinayetler silsilesinde, emirleri kimler kimden almıştır?

Bugünlük bu kadar hatırlatma. ‘Devletin Gizliliği’nin konuşulduğu dünkü Kozakçıoğlu bilmecesinin, bizi Demirel’li, Çiller’li, 28 Şubat süreci tarihine geri taşıdığı bu günlerde, bugünü, yeniden o günlerin deneyimiyle yorumlamak, yine bizlerin işi olacak..

Gül ve muhtemelen devlet başkanlığına seçilecek Erdoğan da siyasi inançları doğrultusunda, suçsuzların özgürlüklerinin ellerinden alınmasına varan hak ihlalleriyle anayasaya karşı gelmemişler ve vatana ihanet etmemişler midir?

Lütfen bir daha düşünelim.

Unutmayın! Dikkat!  Bunların inançlarının özeti olan ‘manevi ölüm’; Amerikancası  ‘’Bill of Attainder Clause’’ zaten sadece şer’i hukukun mollalarının çalışma konusu.

Hadi hayırlısı. Bu ülkede idam yok. Sadece vatan hainleri..Her hangisiyse..

 
Toplam blog
: 46
: 361
Kayıt tarihi
: 21.03.12
 
 

Halk Sağlığı Profesörü, Kamu Yönetimi ve Avrupa Birliği Uzmanı   ..