- Kategori
- Dostluk
Ve NewYorker Türkiye'de

Israrla çalan telefona söylenerek yataktan fırladığımda saat 04’e geliyordu! Bu saatte hayra çalmazdı. Yaşlı teyzelerimden birine mi bir şey olmuştu! Korkarak açtım!
“Len Ata, uyuyor musun yoksa?”
Yok, mantı açıyorum!
“Sabahın köründe başka ne yapılır dost! Türkiye’de saatin kaç olduğundan haberin yok galiba.”
“Hiç olmaz mı; ama alış! Haftaya salı yengenle geliyoruz. Ben öyle cetlegle metlegle uğraşamam, New York saatiyle yatıp kalkacağız, ona göre! Güneş gören, geniş yataklı bir oda hazırlayın bize.”
Hay mübarek adam! Sen bizim evi Waldorf Astoria ile filan karıştırdın galiba!
“Çok sevindim dost. Özlemle bekliyoruz. Uçuş detaylarını bildir de karşılayayım sizi.”
Aldı mı beni bir panik! Hadi odanın hazırlanmasıyla ilgilenecekler var da nerelere götüreceğim, neler yiyeceğiz, iki gün de Antalya’ya kaçar mıyız; benim planlamam lazım. Daha da önemlisi, Lâz Yenge'm geliyor ve yeterince iş birliği içinde olmadığım için mutlaka kulağımı çekecektir:(
Hazırlıklar başladı ve ertesi gece de 03’te hoplattı yine yataktan!
“Salı sabahı 11:40’ta oradayız.”
Bir gece evde bir gece dışarıda yemek üzere program hazırlandı. Biliyorum deniz ürünlerine meraklı da burada Red Lobster’ın şubesi yok! İstanbul’da Develi Marin Kalamış, Viktor Levi Moda. Cumartesi Antalya’ya uçuş. 7 Mehmet ve Big Chefs’te akşam yemeği. Salı günü birlikte İstanbul’a dönüş ve onları NY'a uğurlayış. İstanbul ve Antalya’da gün içinde de arzuladıkları aktivitelere göre organize olacaktık.
Lâz Yenge'm çok kızgın değilse bir akşam mutlaka kuymak yapardı. Her ihtimale karşı Trabzon yağını, mısır ununu ve telli peyniri de hazırladım.
Günler hızla geçti ve salı sabahı erkenden havalimanına yollandım. Ne yalan söyleyeyim, heyecanlıydım. Lâz Yenge'm için çiçek de yaptırdım. Nihayet indi uçakları ve herhalde yarım saat kadar da bavul ve pasaport kontrolu için beklerdim! Yine de kapıyı gören bir yerde ayakta bekliyordum. 15 dakika sonra telefonum çaldı;
“Nerdesin be oğlum? Misafir böyle mi karşılanır!”
“Nasıl yani! Kapının karşısında bekliyorum. Ne zaman çıktınız da görmedim!”
“Ulen Ata, sen ne bakıyorsun Çemişkezekli Sade Vatandaş goy goyuna! Halkın arasında ne işim var, ben hem soylu hem TED’liyim! Gel bizi VIP’ten al.”
Ee adam aristokrat burjuva, kökleri Saraylı. Amerika’da okumuş, askerliğini bile Belçika’da yapmış. Tabii ki VIP’ten çıkacak. Koştum hemen. İyi de bizim NewYorker’a benzeyen kimse yok diye tam telefona sarılacakken, “Hey Adamım!!” diye bana doğru biri yürümeye başladı. Beynimin loblarında Sweet Home Alabama çalıyordu! Başında kocaman bir kovboy şapkası, gözünde kapkara gözlükleri, boynunda öküz başlı bolo tie, ayağında buffalo derisi çizmeleriyle uçaktan değil de atından inmiş gibiydi. Konuşmak istiyordum; ama ağzımdan ses çıkmıyordu! Gözlerim Lâz Yenge'mi aradı. İki adım ardından gelen hatun da sanki Selena Gomez’di.
“Vayy Ata Dost!! Şükür kavuşturana! Bak seni Maria Yenge'nle tanıştırayım!”
Bakar mısınız yediğim gole!! Seni çapkın yuppie seni. Bir öğrenirse, Lâz Yenge'm kesin doğrardı beni. Bu organizasyonu benim yaptığımı düşünür ve Sürmene’nin en keskin bıçağıyla kavurmalık hale getirirdi.
“Ho hoş geldiniz dost! Maria kızımız da hoş gelmiş!”
“Hışşştt, ne kızı. İkinci yengen olur!”
“Yahu dost, Lâz Yenge'm geliyor diye teyzelerim de toplandı eve! Antalya’da da Yorgo’yla Angel Anne bekliyor. Şimdi ben ne diyeceğim onlara! Ne diye tanıştıracağız bu İspanyol afeti?”
“Lâz Yenge'nin işi varmış, o da kızıyla gelmiş dersin!”
“Yahu bir kıza bak bir de sana, sütçüden mi bu kız; Maria adında laz kızı mı olur!”
“Bak şimdi geçireceğim kafana şu çizmeyi. Mahmuzlarını da getirmedim sanma!”
Sahil yolundan Sirkeci’ye gelip araba vapuruna bindik. Maria bayıldı deniz yolculuğuna. Kız Kulesi’nin hikayesini dinleyince çok duygulandı.
Kapıyı açan onca gülen yüz birkaç saniye sonra tebessümün en şaşkınını sergilemeye başladı.
“Size dostum NewYorker’la pek muhterem kerimeleri Maria’yı tanıştırayım! Lâz Yenge'nin çok işi varmış da... Maria da babasını yalnız bırakmak istememiş!”
NewYorker’ı yemek masasında baş köşeye oturttuk. Maria’yı çok sevdi teyzeler ve ortalarına aldılar. Tek kelime Türkçe bilmeyen Maria ile tek kelime İspanyolca bilmeyen teyzelerim bir sohbete daldılar ki tanrının gücüne bir kez daha şahit olduk!
Saat 17:00 gibi bizimkilerin gözleri kapanmaya başladı. Sen istediğin kadar jetlag’le uğraşamam de. O seninle öyle bir uğraşır ki kafanı tutamazsın!
“Dost, istersen dinlenin biraz; on saatlik yoldan geldiniz, yorgunsunuz.”
“Lâz Hanım gelmeyince, odaları değiştirdik! NewYorker Bey, siz koridorun sonundaki odada, Maria kızımız da şu karşı odada yatacak.” demez mi teyzem, kalkıp kolbastı oynayasım geldi:) Ama bizimkinin suratını görecektiniz:)) Gülmemek için zor tutuyordum kendimi:)
Tabii, gecenin ikisinde hortladı bizim baba-kız! Ya bu Turco-Amerikalıyı anlamak mümkün değil; yan odadan beni arıyor, Kalk da sohbet edelim diyor!
İki gece evde Sauvignon Blanc ve Boğazkere-Öküzgözü eşliğinde zeytinyağlı ağırlıklı beslendik, iki gece de dışarıda kalori patlaması yaşadık. Gerçi Develi’de palamut, istakoz, karides ve Sarafin Chardonnay’le sağlıklı beslendik de bizim kovboy koçan mısır isteyince panikledik:) Haşlanmış sebze ve patatese fit oldu. Asırlık Viktor Levi’de önce niye Zinfandel ya da Lambrusco yok diye mızırdandı sonra da Sütlü Coleslaw Salatası aradı. Duruma el koydum da VL No:17 (Boğazkere) ile Pepper Steak'te anlaştık:)
Gün içinde Maria için müzeleri gezdik; ama bizim kovboy birkaç saat ortadan kayboldu! Ne numaralar çevirdiğini anlayamadık. Muhtemelen Balcı’yı ziyarete gitti:)
“Ya Ata, şu billboard’lardaki -pişkin pişkin sırıtan- temiz yüzlü adam da kim? Her yerde onu görüyorum!”
“O, Türkiye’nin son zamanlarda yetiştirdiği en büyük cİngÖz. Macun Kaplıcalı. Yüce Türk halkına tapan bir fenomen! Biz de çok seviyoruz onu! Haftanın dört günü ekranda. Her programdan 2 milyon TL kazansa, ayda 32 milyon yani 16 milyon yeşil ciro eder! TV, gazete, mecmua ve sokak reklamları da ayrı. Bol bol esemesçik de gönderiyoruz kardeşime. Yook, sms gönderiyoruz diye o bize değil, biz ona para ödüyoruz:) Böylece, her sene deniz motorunu, iki senede bir de uçağını değiştiriyor! Çocukcağız menzili sadece 1800 milcik olan uçakla idare etti bunca zaman da bir gün olsun surat etmedi. Nihayet geçenlerde 3000 mil menzilli yeni bir uçak aldı. Artık hiç inmeden Reykjavík’e uçabilecek! Reykjavik'e direkt uçmak önemli. Allah hepimize nasip etsin! Her ZorVayVır'dan sonra Miami’de aldığı beş on ev de ayrı. Feda olsun Macun'umuza! Çok çalışıyor çocuk çook. Asgari ücretle geçinecek değil ya!! Bunlar işin şirin yanı. Bir de gerçek yanı var: Biz onunla ilgili hiçbir programı izlemiyoruz. Hatta, zapt ettiği kanalı da televizyonlarımızdan tamamen kaldırdık. E bıktık tabii. Her Allah’ın günü de kuru fasulye yenmez ki !”
“Meşhur Macun bu demek! Ne kadar vergi veriyor devlete?”
Evlerinin önü mersin
Mevlâm bana sabır versin
Bir gece çok yağmur yağdı, şimşek de çaktı. Maria çok korktu ve babasının odasına sığındı:)
Yorgo’yu tembihledim: “Aman dayı, bizimki oldukça huylu! Hani şu, senin kızdığın ithal pancarlar var ya galiba o markanın haşlanmış koçan mısırları da varmış! Evet, o da ithal:( Ya bırak şimdi Türkiye’de mısır mı yok muhabbetini. Carrefour’la Migros’a bir bakıver. Bir kriz de Antalya’da yaşamayalım! Haa unutmadan, Terra’daki Burger King’den de üç beş tane Coleslaw Salata al. Sen söyle, onlar bilir. Öff be dayı, yok daha başkan olmadı. 2016 için aday olacak!”
Adam sevgili Amerika’sının saatiyle yatacak diye sabahlara kadar geziniyor sonra da öğlen zor kalkıyor! Cumartesi sabahı uçağa zor yetiştik. Havalimanında -kontrol noktasında- bipleyince “Çizmelerinizi çıkartır mısınız?” dediler, kızdı köpürdü! Maria, “JFK’de de çıkarttılar; ama orada gülümsüyordun.” deyince kızı boğazlıyordu! “Aman dostum, Türkiye’de kadını darp etmenin cezası çok büyük, müebbet yersin valla!” dedim, bir şey anlamadı; ama homurdana homurdana giydi çizmelerini tekrar.
Antalya eşrafına doğrusunu söyledik! Zaten Angel Anne yemezdi baba-kız numarasını. Çocukların odasını verdik çifte kumrulara, bizimkinin keyfi yerine geldi:) Salon duvarındaki devasa Atatürk portresine bayıldı, Maria’ya anlatmaya başladı. He’s father of the Turks and is founder and first president of the Republic of Turkey… Kız benim babam sandı, Voowww dedi!
Canım anam öyle mezeler döktürmüş ki havamız yerine geldi. Yoğurtlu-cevizli kabak, kalamata zeytinli humus, zerdeçallı patates, enginar, pilaki, acur turşusu, keçi peyniri ve tabii ki Burger King made Coleslaw Salata:) Mangalı da yakıp anti-vejetaryen operasyona başladık:) Pek anlaştılar dayıyla. Erkenden de başladılar rakıya:) Antalya oldukça serinledi; ama kafelerdeki ısıtıcılardan taktık bu sene duvara, dışarıda yemeye devam ediyoruz!
Ertesi sabah Çakırlar’a kahvaltıya gittik. Maria bayıldı ortama. Sonra da Kurşunlu Şelalesi’ne. Öğleden sonra da Kaleiçi’nde kahvelerimizi içtik. Bizimkinin uyku saati şaştı ya agresifleşmeye başladı:) “Hadi, eve gidelim de dinlenin biraz; akşam yemeği keyifli olacak.” dedim. 7 Mehmet’e Hasan Abi’yi de davet ettim. NewYorker’a çok benzetirim onu ve eminim masadaki sohbet muhteşem olacaktı.
Saat 20:30’a geliyordu restorana vardığımızda. Hasan Abi bizden önce gelmiş, demlenmeye başlamıştı bile. NewYorker’la birbirlerine kısa bir bakış attılar sonra da kucaklaştılar! Biz de şaşkın şaşkın izledik. Boşuna benzetmiyormuşum, meğerse birbirlerini tanıyorlarmış! Eskilerden kaç çapkın kalmış ki. Bizimki Maria’yı nasıl da gururlana gururlana tanıttı, görmeliydiniz:)
“Saçlarını hâlâ fırçayla mı tarıyorsun?” dedi Hasan Abi:)
“Yok, Maria’ya taratıyorum.” dedi bizimki:)
Bütün gece Moda Kulüp ve Stardust maceralarını, Nesli’nin aynı kız için ikisini de nasıl keklediğini, tekneyle Heybeliada kaçamaklarını dinleyip durduk:) Bu arada Avokadolu Kırma Salatasını, Telaturlu Patatesi, Lahana Sarmasını, İç pilavlı İnce Kıyım Dana Etini ve Kaymaklı Kabak Tatlısını da lüplediler.
Bir ara Hasan Abi atışmaya başladı:)
Mavisevmez adamın gri efkârına ortak oldu eski dost
Hayat bu, siler mi maziyi
Bak kavuşturdu bizi bir masada yine
Nesli bu, sever mi acep çıtır yengeyi
Bizimki de konuşma yapacak sandım ki gecenin sürprizini patlattı;
Aşık Nüyorkiri diyor ki bekle ey gönül şarabını içmiş bekle
Beklemekten ne çıkmış ki
Arzda rahmet duhûl eylese de eylemese de
Sen gene devam et şair olup şiir yazmaya
7 Mehmet’in kapılarını gece yarısı biz kapadık! Eve dönünce biraz daha oturur, cila çekeriz diye düşündüm; ama bizimki sızdı kaldı. Maria ile zor taşıdık odaya. Bir ara havuza atmayı da düşünmedim değil:)
Pazartesi saat ikiye geliyordu ayıldığında. İlk işi Maria’yı sormak oldu. Hanımlar alışverişe gitti deyince telaşlandı. Yahu bu kız şimdi gider Türk malı bir şeyler alır!..
Gel de anla! Ne havalı adam ya! Kızcağız Türkiye’den ne alsın! Tüm Ruslar gibi o da Waikiki’yi boşaltacak:))
Günün geri kalan kısmını da evde geçirdik, biraz MB dedikodusu yaptık, bloglara baktık. Son gece diye evden çıkmak istemediler. Big Chefs rezervasyonunu iptal ettik. Angel Anne Sebzeli Köfte ile Nar Ekşili Kabak Sote yaptı.
Erkenden odalarına çekildiler. Düşündüm de her ikisi de bir hafta boyunca ellerine telefon almamışlardı. Lâz Yenge'm hiç mi merak etmemişti! Belki de -bize saygılarından- odalarındayken konuşmuşlardı.
Salı sabahı erkenden İstanbul’a uçtuk. Sımsıkı sarıldık dostumla ayrılırken. MB profilinden o eskimo kafasını kaldırıp Brad Pitt’in kuzeninin resmini koyacağına söz verdi. Lâz Yenge'me, Junior Wash’a selam söyledim.
13:15’te Türkiye’den ayrıldı yakışıklı kovboyla sevgilisi.
Gone with the wind !
Ev bir boş geldi ki onlarsız, anlatamam:( Çok duygulandım! O duygusallıkla Lâz Yenge'mi aradım!
“Günaydın cân yengem, nasılsın?”
“Ata uşağum, sen nasilsun; hanimun, Alp uşağum nasildur?”
“Hepimiz iyiyiz yengecim. Frank’i uğurladık da haber vereyim dedim. Akşam yemeğine evde.”
“…….. Sen gafayi mı yedun uşağum! Frank argadaşlariyla gampa, Meseçusets’teki Mohawk Ormani'na citmiştur! Sen çimu ugurladin hile bi süöle bakaym!”
Yedik mi şimdi moku! Hay senin duygusallığına Ata!!
“Yok yengecim, sana bir şaka yapayım dedim de!..”
“Dimek bizum azgûn tike ora celmiştur! Ha bu Mariya dinen gari da cörinmiyr zatem! Ha şimdu cideyrum uçak meydanina, garşilayrum onlari.”
Oy Asiye Asiye
Tütün goydum kesiye