Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '14

 
Kategori
Dostluk
 

Vedalar

Vedalar
 

Benim balonlarım vardı:)))


Bir çocuğun uçup giden balonuna bakakalması gibiydi sana veda etmek.

Elinden bir şey gelmeden sadece izlemek, içinin cız etmesi , gözlerinin dolması, dakikalarca yakalayamayacağını bile bile ardından koşmak…. Yorulduğunda da ‘tüh be!’ deyip oyununa geri dönmek…

“Senin gibi derin birine göre çok yavan kaldı bu benzetme.” der miydin bunları okuyunca? Buna karşılık ben sana; “Derinlik , sadeliktedir.” diye beylik bir cümleyle karşılık verir miydim?  İnan bilmiyorum.

Kafamda milyonlarca soru var. Oysa ben senin sorularıma cevap oluşunu sevmiştim değil mi?

Neden baloncu amcalarda beyaz balon olmaz mesela? Neden balonlar sarı, kırmızı, mavi, yeşil, pembe gibi can alıcı renklerdedir hep. Çocuk masumiyetine en çok beyaz yakışmaz mı? Yoksa çocuklar, zaten bembeyaz oldukları için mi beyazı gözleri aramaz? Bizim beyaza sevdamız kirli oluşumuzdan mıdır?

Senden gittiğimden beri –sen benden gittiğinden beri- beyaz balonlar hayal ediyorum masmavi gökyüzünde. Daha yükseğe daha yükseğe diye çığlık atarak koşuyorum peşleri sıra. Patladıklarını görmeden geri dönüyorum ama. Onları hep gökyüzünde , hep süzülürken resmediyorum hayalimde.

Bir bakıyorum balonlar gülümsüyor bana. Ben kahkahayla karşılık veriyorum. Gözleri beliriyor sonra.  Taa içleri gülüyor sanki. Meğer içleri sadece hava dolu değilmiş diyorum. Bizden daha mı canlı bunlar nedir?

Yetişkin aklımla çocukça hayaller kurup sonra da inanıyorum değil mi? İnanmazsak yaşayamaz mıyız gerçekten? Ben neye inanacağım şimdi? Bana gelişlerini kaybeden birine nasıl inanacağım?

Bazı sınırların aşılması gerekir bebeğim. Her insan, evrenin ta kendisidir aslında. Evrende yok olmak, her yok oluşta daha da canlanmak , can bulmak için o sınırı geçmen gerekir. Ödeyeceğin bedelleri ‘bedel’ olarak görmeyi bile unutarak , kulakların kalbinin melodisine teşne o eşiği geçmelisin. Geçtikten sonra pişmanlık duyman nafile. Nafile kırıldım diye sızlanman. Bir dünya keşfetmek için bazen tüm bildiklerini kendin dahil unutman gerekir.

Yalan olmak deyimini ‘ölüm icin’ kullanır büyüklerimiz değil mi? Yalan dünya… gibi mesela. Peki neden “Yalan mıydık biz?” diye sormaktan alıkoyamıyorum kendimi. Saf şeyler aslında daha çabuk kirleniyor galiba. Saf, masum, içten , gönülden , ta derinden bir şey değil miydi bizimki? “şey miydi gerçekten?” sadece ‘şey’! ‘Hiç’ bile değil yani. Hiçlikte bulunur ya benlik…

Ayaklarım eşikte değil.  İçerde de değilim. Dışarda? Neyin dışında?

Bir tek seninleyken bu şehir bana aşina geliyordu yıllardan sonra ilk kez. Kendimi bulduğum sokaklar bir yere varmıyor artık. Çıkmaz sokaklarda kaybolmuş gibiyim. Bir kenti tanımak gibiydi seninle-benimle- olmak. Tanıdıkça sevdiğin, sevdikçe vazgeçemediğin , gidince özlediğin ama her gelişinde havasını biraz daha az teneffüs ettiğin , edebildiğin, bilindikçe daha az aranır olan şehirler gibiydim –gibiydin .  

“Hiçbir şeyin tadı tuzu da kalmadı be gülüm.” diye sızlanmalı mıyım şimdi de? Gönlüm yaşlandı mis kokulum. Sen fark edemedin ama ben her gün bir yaş aldım. Belki fazla geldik birbirimize belki de az. Bitmedik belki ama eskidik yahu.

:))))

 

10.10.2014                

15:50

 
Toplam blog
: 27
: 295
Kayıt tarihi
: 12.08.11
 
 

Bazen kelimeler içinize sığmaz olur ve taşar. İşte o zamanları yaşadığım şu günlerde yazdıklarımı..