Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '13

 
Kategori
Edebiyat
 

Vedat Türkali ile Söyleşi İçinde Bir Söyleşme Hali

Vedat Türkali ile Söyleşi İçinde Bir Söyleşme Hali
 

Jale Sancak - Vedat Türkali - Zeliha Demirel - Mehmet Özgür Ersan


Zeliha Demirel :Hocam öncelikle hoş geldiniz. Sizinle söyleşi ve sohbet yapmak çok heyecanlandırdı, konuya nereden başlayacağımızı heyecandan bilemiyorum.

Vedat Türkali :Merhaba. Şimdi sohbet yapacağız, söyleşi yani. Eskiden sohbetin adına muhabbet derlerdi. Ben cezaevinde tütün işçileriyle yattım yıllarca. Bunlar Dramalı ve Kavalalı işçilerdir. Şimdi ne diyorlar, Roman diyorlar. O zaman onların yanında da söyleyemezdik. Ben söylerdim. Bunda hiçbir mahzur görmedim. Çingene olsam bundan mutluluk duyardım. Çingenelerin çok eski bir tarihi var. Mısırlıların tarihinde onlar var. Bunları anlatmak bugün mesele. Çok tatlı insanlardır bunlar. Türkiye Komünist Partisi’nin temel öğeleri oldu yıllarca bunlar, muhabbet yaparlar ve çok tatlı konuşmalar olurdu. Yunanistan’dan geldikleri zaman bunlar hepsi ilerici, komünist, sendikalı işçiler. Ranzalara çekilir, “Abe bir muhabbet yapalım” derlerdi. Ve çok tatlı konuşmalar olur, muhabbet yaparlar, eski Türkçe kelimeler kullanırlardı. Bizim kuşak çok eski bir dille eğitim gördü, siz bunların hiçbirini bilmezsiniz. Şimdi burada bunları pek bilen yoktur. Bu eski Türkçe (Osmanlıca) kelimelerden kurtulmaya çalışıyoruz. Bunlar da aydınlar gibi bu kelimeleri kullanıyorlardı. Bir gün oturmuşlar, yan ranzada muhabbet ediyorlar. Conga Mustafa adında çok tatlı bir insan vardı. Cezaevinden çıktıktan sonra Türk Sineması’nda ikinci rollerde oynadı. Bir baktım konuşuyor bunlar. Arkadaşına diyor ki : “ Abe ben ima ediyorum ama sen tasvip etmiyorsun.” Ama karşısındaki adam öyle münasebetsiz bir insan ki ne ima ile ne de tasviple alakası var. Şimdi ben ima ediyorum ama siz tasvip etmiyorsunuz. Şimdi bakın ben ima edecem ama bakalım siz tasvip edecek misiniz? Muhabbet tatlı dille olur. Ben giderim bazen sohbetlere herkes toplanıyor böyle, evlere şenlik; cenazeye mi gelmiş, sohbete mi gelmiş.
Bizim dükkan çeşitli. Bon Marche gibi. Sinema, tiyatro muhabbeti yapabiliriz. Şiiri çok severim, şiirsiz yapamam da ama şair olamadım ona hayıflanırım. Bir de roman konuşabiliriz. Ben böyle anlatacağım, siz dinleyecek değilsiniz tabi. Bu hanım kız geldi (Jale Sancak’tan söz ediyor). Böyle bir seçkin dostlarımız var beraber anlatıyoruz dedi. Ben de çektim geldim. Merdiveni zor çıktım yalnız. Şimdi biz Muhabbete nereden başlayalım. Bir sorum var: Benim romanımı okuyan var mı? Son romanım ne? “Yalancı Tanıklar Kahvesi” son romanım. İstiyorum ki beni sevdiğini söyleyen kişiler benim romanlarımı okusun. Beni niye okuyorsunuz, romanı, bunun cevabını verin önce. Bütün bunların hepsi doğru. İnsanlar birbirlerinin yaşadıklarından bir şeyler öğrenmek istiyorlar. Bir genç şair vardı, 24 yaşında öldü. “Sağ olun insan kardeşlerim siz olmasanız nereden bilirdim, iki kere ikinin dört olduğunu” diyordu. Sanatta da böyle sanatçılar insanlardan bir şeyler öğreniyorlar. Bir ressam ağacı ağaçtan öğrenemez. Bir başkası da ressamdan öğrenemez.
Ben çocukluğumda çok koyu Müslüman ailede yetiştim. Çok iyi biliyorum İslam dinini. Mukabeleyi de bilirim. Bu bana çok iyi gelirdi. Bir de annem bana peygamberin gazalarını okurdu, Uhud Savaşı, Bedir Savaşı bunları okurdu. Bir de bizim o fukara evlerimizde ramazan günleri her akşam toplanılır, hikayeler anlatılırdı. Daha sonra benim ablam okumaya başladı. Çalıkuşu’nu bana okudu, onu elimden bırakmazdım. Bunları okurken dünyaya bakıyorum. Sonra öğrendim ki zaten roman anlatı. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin halk hikayeleri okurdum. Kerem ile Aslı çok önemli çünkü dinsel çatışmaya dayanıyor. Ermeni ve İslam. Aslında Kerem ile Aslı roman ama roman olamamış. Tek bir hikaye ve yalın.

Zeliha Demirel :Hocam sinemaya geçelim, sinemadaki yeni dalga üzerine konuşalım…

Vedat Türkali:Sinema benim tutkum. Sinema bir bilinç gibidir. Mesela melih Cevdet ciddiye almazdı. Çocukluktan beri sinema tutkunuyum. 5 kuruş, 10 kuruş olsun giderdik.
Yusuf Atılgan fakülteden arkadaşım. Üniversite çağında TKP’li oldu, yakalandı benden evvel ve beni ele vermedi. Hayal kuruyorduk. Cezaevine düştüm.

Orada sinema hazırlıkları yaptım. Teorik şeyler öğrendim. Çok da iyi öğrendim. 7 yıl sonra çıktım. Aklım fikrim sinemada. Memuriyet vermiyorlar vatan hainisin diye. Yayınevi kuralım dedik battık. 1958’de rastlantılarla sinemaya girdim. Abdülkadir asıl adım. Yılmaz Güney’e ne yaparım ben dedim. Polis peşimde. Ad değiştirdim. Bir ad bulalım dedik. Vedat adını hiç sevmem ama inadına Vedat dedim. Bir de Türk olsun anlı, şanlı. Karım 70 yıllık yoldaşım, hala birlikteyiz. O zamanlar o Yapı Kredi’ de çalışıyor.
Ankara’da oyunum oynuyor, üstüme yapıştı o isim.
Benim hayatımda hep rastlantılar olmuştur. İmzasız senaryolar yazıyorum o sıralar Malkoçoğlu farklı bir şey çıkarmak istiyor. Kurtbey diye bir akıncı beyi tipi uydurdum. Akıncılar Bizans’a karşı mücadele yürüten bir hareket olarak başladı.
Süreyya Duru var yönetmen, nerde çekelim dedik, Edirne’ye gittik. Oraya giderken bir yerde durduk. Edirne’ye giren 40 kişiden biriymişim. Böylece karşınıza Vedat Türkali olarak çıkmak zorunda kaldım.

Zeliha Demirel :Etnik kökenlerle ilgili araştırmalarınız var biliyoruz, bu gün adına açılım dediğimiz hareketin abartılı sürdüğü yolda ilerlerken, açılımda temel öznenin isteği kimliklerimizden vazgeçmemiz gibi algıya itildi diğer kökenler… Yani bağımsız Kürt hareketini gönülden desteklerken, bugün Türk olduğumuzu söylemekten utanır hale getirildik…görüşleriniz…

Vedat Türkali :Kürt sorunu konusunda, özgürlük için yazılan bir kitabım var. Bu konuda kitap çıkarmış ilk Türk yazarlardan biriyim. Kürt meselesi, dini inançlar meselesi, diğer etnik meseleler, bizim yapımızda mutlaka çözülmesi gereken sorundur.
Bugün Türkiye’de soyanlarla soyulanlar, ezenlerle ezilenler çatışması var.
Bunları konuşursak politik bir konuşma olur. Herkesi kapsayacak konuşma yapalım.
Bana gıpta ile de bakmayın. Öyle güzel bir dilimiz var ki, Türkçe karışmış ve acayipleşmiş. Baki’nin Türkçesi çok daha ileri.
Fikret çok büyük bir şair. Fakat anlaşılmıyor, kaybı bu. Çünkü bizim dilde konuşmuyor, Nazım bile eskimeye başladı. Biz yazarların çok dikkat etmemiz ve halkın anlayacağı sözcükleri takip etmemiz lazım. Son yıllarda Fethi Dinçiz bana Hasan Ali Toptaş’tan söz etti. Hasan Ali Toptaş şiir diline yakın yazıyor. Şiir dilimizdeki ögeleri kullanıyor. Salt ideolojik karşıtlık açısından cephe alamam. Bu bir kazanımdır. Hasan Ali Toptas’ı okudum. Genç bir yazar ve temel felsefesinin alakası yok benimkiyle bambaşka bir yazar. Biraz mistik bir halk edebiyatı ve felsefesi bir nevi tasavvuf kalıntısı filan bir öğeler taşıyor zaten kendisi bunu söylüyor. Ben Kafka’ya yakın buluyorum.
Mehmet Özgür Ersan : Sormak istediğim şu ben sizin Mavi Karanlığa dayanarak konusacağım. Mavi Karanlığı birkaç yıl önce okumuştum. Dil anlamında, kurgu anlamında kitabı çok beğendim. Fakat ben 1968 kuşağını önemsiyorum. Ancak 1968'liler ve 78’lilerde birçok kişide de gördüğüm, Marksist mücadele yapılıyor, feminist mücadele yok. Feminist mücadeleye burjuva ideoloji olarak bakılıyor. Mavi Karanlıkta da bu kitapta da böyle bir düşünce görüyorum. Bütün kadın karakterler erkek gözünden yazılmışlar, 1968 ve 1978'lî aydınlar, kendi yakınlarım dahil hepsi feminizmi burjuva ideolojisi olarak ele alıyorlar. Sizin bu konuda görüşleriniz merak ediyorum.

Vedat Türkali:Feminizm meselesi haklı bir mesele bir anlamda fakat bütün tarihe baktığımız zaman bu sorunların temelinde mülkiyet ilişkileri yatar. Şimdi bakın ilk çağda bütün insanlar eşit paylaşıyorlar, üretiyorlar bölüşüyorlar. Sonra yabanıllık vahşet çağı başlıyor. Vahşet Çağı ile zaten çok ilkeldir. Herkes bir şeyler yapıyor ama herkes yine bağımsız. Barbarlık dönemi başlıyor. Kadın Barbar erkeğe göre eşit ama yapısı gereği üretimde o da var. Fakat ne vakit ki belli bir görev bölüşümü oluşuyor toplumda. Şimdi o dönemi durdurduk bu Marksist bîr görüş Engels’în “Ailenin,Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökenleri” kitabında Amerikalı Levis Morgan’in Eski Toplum adlı Afrikalı yerlilerin üzerinde yaptığı bir araştırmadan yola çıkarak teknolojinin artmasıyla mülkiyet ilişkileri değişiyor. Peki, teknoloji nasıl gelişiyor. Taş devri, cilalı taş devri yani demir devri geldiği zaman çok derin katmanlara ulaşıp topraktaki verim artınca üretim bolluğu başlıyor. Üretim bolluğu ile birlikte üretimin sahipleri oluşuyor. Sonra aradan yıllar geçti ilk defa Modern Çağ diye bir İngiliz arkeologun eserinde anlaşıldı ki Mezopotamya da böyle demir çağına geçmeden

Zeliha Demirel :Kürt açılımı, Kürtler özgürleşiyor, etnik yapılar özgürleşiyor, Türkiye özgürleşiyor türü birçok sözcükler havada uçuşuyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz. Bunlar bir özgürlük dalgası gibi sunuluyor ama bunlar bir illüzyon (yanılsama, gözbağcılık) değil midir? Kürt sorununun çözülmesindeki atılımları ya da girişimleri samimi buluyor musunuz?

Vedat Türkali :Çandar sağ eğilimli diye tanınır ama gazetecilik yapıyor. Mümtaz Türköne demiş ki; ordu yenildi. Yenildi tabi. Sen ne yaptın, dağları taşları yaktın. 14 milyon değil, 4 milyon olsa bile bu asimile edilir mi?
Biliyorlar ki bu meseleye doğru düzgün yaklaşmadıkça iktidar oradan oy alamayacak. Bu doğrultuda çalışıyor. Burjuva demokrasisi budur. Kürt sorununu resmen kabul ediyor. Bu iş kolay çözülür bir iş değil ama. CHP’den hiçbir şey olmaz. MHP’den farklı değil. Çeşitli tartışmalar açıldı ki Türk solu gerçek Marksist diye … ancak binde oranlarda. Teoride doğru yolu bulamazsanız praksis ölür.

Zeliha Demirel :Evrensel yazarlar listeniz kimlerden oluşur, iyi bir romancı olarak?

Vedat Türkali :Bu soru beni aşan bir soru. Moskova’ya 4 defa gittim. Orada da bu sorunun cevabını veremedim. Siz neleri okuyorsanız ben de onu okuyorum. Sevdiklerime gelince; her yazarda sevdiğim bir taraf bulmuşsam onu okurum. Bütün solun lanetlediği dönemde ben Orhan Pamuk’a cephe almadım. Kara Kitap ve Benim Adım Kırmızı iyi romanlardır. Ama Kar kötü. Masumiyet Müzesi global. Yaşar kemal’i sevdim ama her eserini değil. Güzel bir şey bulursam bir kazanım sayarım. Hasan Ali Toptaş’ın dili kullanmasını iyi buluyorum. Ama kimseye hayranlık duymam. Birine hayranlık duyacaksam o kendim olur. Hayranlık lafını sevmiyorum.

Jale Sancak :“Bir Gün Tek Başına”da Kenan’ı sonunda niye öldürdünüz?

Vedat Türkali :İyi bir romancı roman başladığı zaman oradaki insanlarla beraber yaşar, görür ve bazı şeyleri ona yaptırmak isterseniz yapmaz. Bu espri değil, ben kayıp romanları yazıyorum. Kenan kendi kendini öldürmüştür.
Kitaplar konusunda en sevdiğim şeyi Melih Cevdet söyledi. “ Okunmuş kitaplar yoktur, okunacak kitaplar vardır”. Okuyucu bazen yazarı aşar.

Zeliha Demirel :Başarınızı neye borçlusunuz?

Vedat Türkali :Durduğum yer; halkıma borcumu ödemek için çalıştığım yer. En fukara yerlerde yaşadım. Halkı tanıdım, komünist oldum. 51 de tutuklandım. 7 yıl hapis yattım. Orada bilgim zenginleşti. Babam hamal, zorla okumuş bir adamım. Üniversiteyi bedava okudum. Bilincimi kaybetmedim. TKP’nin içinde gelişmeye çalıştım. Şiirler yazdım. Şair olamadığımı anladım. Sigara içemedim, hiç başlamadım. Sonra romana geçeyim diye hazırlık yaptım. Param yok çıkınca. Sinemada çalışmaya başladım. Bu kafi gelmedi. Halka borcumu ödemeye çalıştım. Tiyatroya geçtim. Roman yazma fırsatı doğdu. Bir Gün Tek Başına’yı yazdım. Amacım Güven’i yazmaktı. İtimat’tı o zaman adı. Baktım dil değişmiş, adını Güven yaptım. Güven’e ilk hazırlığım, Bir Gün Tek Başına oldu. Babıali’de beni afaroz ettiler. Sonra romana devam ettim.
Güven’i yazmak kolay değil. Bütün TKP tarihini bilmek lazım. O romanda her şey doğrudur. Tarihe iki taraflı bakmak lazım. TKP için koyduğum her şey doğrudur. Staningrad’daki bilgiler sokak adları her şey doğrudur. Bu bilgileri topladım. Hepsi Londra’da getiremiyorum. Uzun hikayeler bunlar. Londra’da tam on senede bitirdim Güven’i. Daha sonra denem roman Tek Kişilik Ölüm’ü yazdım. Solun mücadelesi çabası vardır bütün romanlarında. 1980 de kestim. Yaşım 45 i geçmemiş olsaydı. Geri kalan o 20 seneyi de bir romanla tamamlayabilir miyim bilemiyorum.
Bir Gün Tek Başına’yı 3-4 senede yazdım. Ülkü Tamer Milliyet’e taşıdı ve patlama oldu. Fethi Naci’yi severdim. Ama öyle ağır eleştirdi ki Stalinist tutum içinde.
Doktor Hikmet Türkiye’de ilk defa Marksizmi uygulamış, öğretmiş adamdır. İşçi muhalefeti dönemi var TKP’de. Nazım bu muhalefetin başına geçer. Her insanın eksik yanları var. Doktor sanat konularında maalesef çok ilkeldir. Doktor beni çok severdi ve güvenirdi. En çok tartıştığım adamdı. Yugoslavya’da ölüm anında kime gidelim diyorlar, benim adımı veriyor. Onur duydum. Ben Doktor’un tırnağı olamam. Bana roman yazıyorum diye kızardı. Nazım’ı hiç ciddiye almıyordu. Kızdı, ne dedi Nazım Nazım Sultanahmet’te bir şair gördüm daha iyi dedi. Şiirden ve sanattan anlamazdı. Bir gün karaköy’deyiz dedi ki;

Bir Konuk :Tek şansınız olsa ne yaparsınız?

Vedat Türkali :Magazinsel sorular bunlar. O günkü ruh halim, şartlar belirler.

Zeliha Demirel :İnsanlığın evrensel insanlık durumunu yakalaması ya da bu duruma evrilmesi konusunda umudunuz var mı?

Vedat Türkali :Felsefem iyimser bir felsefe. Mekanik anlayıştan kurtulmamız lazım. Eskiden asıl devrimciler pasifistler değildi. Savaşa karşı çıkanlar değildi. Kimyasal silahlar, nükleer silahlar var, insanlık yok olabilir. Karşı taraf kullanmasa da biz kullanacağız dediler. Dünya böyle bir çılgınlıkta yok olabilir. Hücre, canlı, yaşam her şey tehlikede.

Hepinize iyi umutlar.

 
Toplam blog
: 447
: 1524
Kayıt tarihi
: 20.09.13
 
 

06 Mayıs 1974 Çorum Sungurlu'da doğdu. Yaşamının büyükçe bir bölümünü Mamak'ın gecekondu mahalleler..