- Kategori
- Doğal Hayat / Çevre
Vehbi Amcayla Sohbet

Koca memlekette üniversite yapacak başka bir yer bulamadınız mı?
Koca bahçede yapayalnız oturuyor, sanki sohbet edecek birini bekliyordu. İçimden gideyim, konuşayım diyordum, “ Zengin adam, bir sürü arkadaşı vardır, benimle konuşur mu ?” endişesi ile vazgeçiyordum.
Birkaç defa göz göze gelmemizden cesaret alarak, dördüncü günün sonunda yanına vardım.
Kendisine yöneldiğimi hisseden bu şık giyimli, güngörmüş ihtiyar adam sevinçle sol yanını işaret ederek;
- Otur, otur.. Beni tanımıyor musun?
- Tanıyorum, sen koskoca Vehbi Koç’sun.
Başı geriye doğru giderken, bahçeyi çeviren binalarda yankılanan bir kahkaha attı.
- Koskoca değil, sadece Vehbi Koç.
Sağ ayağını sol ayağının üzerine atarken gülmesi devam ediyordu. Dört gün somurtuk, bir başına oturan ihtiyarı böylesine güldürmek, cesaretimi daha da arttırdı.
- O zaman size Vehbi Amca diyebilir miyim?
- Elbette.
Aranızdaki tatlı sohbet böyle başladı…
TEMA Vakfı’nın 21-25 Ağustos 2013 tarihleri arasında yapılan Temsilciler /Sorumlular Koordinasyon Toplantısı için Koç Üniversitesi’nin kampüsü içindeydik.
Hani şu yirmi senedir ne zaman bir ağaç kesilmesi olsa; “ TEMA Vakfı nerede?”, “ Koç, Sarıyer Mavramoloz Ormanlarına üniversite kurulurken TEMA niye sesini çıkarmadı?” denilen üniversitede.
Hele hele hükümetin, Gezi Parkı, 3. Köprü ve Kanal İstanbul projelerinin tartışıldığı şu günlerde Koç ve TEMA birlikteliği iyi anılmazken, toplantının Koç Üniversitesinde yapılması benim için de soru işaretiydi.
İşte Vehbi Amca karşımdaydı. Bütün endişelerimi O’na sorabilecektim. Ama soru sormak için O benden önce davrandı; nereden ve niçin geldiğimi sordu.
- Alanya’dan, TEMA Vakfı’nın Koordinasyon toplantısı için geldim.
Ayağa kalktı, gemilerin İstanbul Boğazına giriş için bekledikleri ufuğa doğru baktı. Yıldız’dan esen rüzgarın getirdiği çam kokusundan derin bir nefes aldı. Oturdu. Gözlerimin içine bakarak;
- Biliyor musun, TEMA Vakfı da benim sayemde kuruldu. Ama ben bir Ağaç Vakfı kurmak istiyordum. Çünkü, Anadolu’yu ağaçlandırırsak bir çok sorunun üstesinden geleceğimize inanıyordum. Ama Hayrettin Karaca, sathi ağaçlandırmanın tarımsal bir faaliyet olduğuna ve Türkiye’nin asıl sorunun “ toprak erozyonu “ olduğuna beni ikna etti.
Hemen lafını kestim;
- Sizde kolay kolay ikna olacak göz ben görmüyorum ama...
Gülümseyerek devam etti;
- Hayrettin Bey dersine iyi çalışmış. Ben ağaçlandırma diyorum, o ısrarla toprak erozyonu. Toprak erozyonuna çare bulanmazsa tarım, hayvancılık ve orman yapacak toprak kalmayacağını gösterdiği dialarla beni ikna etti. Ağaçlandırma yapacaksan şirket kur dedi.
Araya giriyorum;
- Hayrettin Bey iyi ki ısrarcı olmuş. Şirket kursaydınız, 50-100 çalışanınız olurdu. Ama bir Vakıf’ın kurulmasına ön ayak oldunuz, bugün burada ağaçlandırmanın ne derece önemli olduğunu bilen Türkiye’nin dörtbir yanından sadece 250 arkadaş var. Bunların bulundukları il ve ilçelerde 400bin de gönüllü. Üstelik hepsi bedava çalışıyor. Sizin bıraktığınız gibi değil artık TEMA. Bir ağacın kökleri gibi her yanı sardık. MinikTEMA’larımız, YavruTEMA’larımız, GençTEMA’larımız var. Yurtdışında bağlantılarımız var. Ve bunların hepsi gönüllü yapılıyor biliyor musunuz?
Şaşırıyor. “ Yapma yav.. “ der gibi yüzüme bakıyor.
- Vehbi Amca ben sizin eğitim, kültür ve sağlık konularındaki hassasiyetinizi biliyorum. Bu konularda çok sayıda kuruluşa hayır yaptığınızı da biliyorum. Anlıyamadığım şu; çevre için, orman için hayır yapıyorsunuz ama üniversiteyi orman içine kuruyorsunuz. Koca memlekette üniversite yapacak başka bir yer bulamadınız mı?
Gözlerini üniversitenin duvarlarında dikiyor.
- Ah.. ahhhh.. Sanıyor musun ki bu öyle kolay oldu.
- Zorluk neredeki, bastırdın parayı aldın ormanı.
- Evet bugün için parayı bastık, ormanı da kiraladık gibi görünüyor. Gelirken sağına soluna baktın mı?
- Baktım.
- Ne gördün?
- Bir sürü irili ufaklı konut siteleri. Üstelik bunların bir kısmı da gökdelen gibi doğal ortama hiç uygun olmayan yapılar.
- Peki burada ne görüyorsun?
- Valla ne yalan söylim, ilk girdiğimde bana pek sıcak gelmeyen yapılar. Ama yaptığınız binaların çoğu ağaçların içinde kaybolmuş gibi duruyor.
- Pekiii.. biz buranın tahsisini alırken devlete neler taahüt ettiğimizi biliyor musun?
- Yoo..
- Kaç dava açıldı? Kaç kez mecliste gensoru verildi biliyor musun?
- Yoo..
- Sadede gelelim, buranın da buraya gelirken gördüğün manzara gibi olmasını ister miydin?
- ….
- İster miydin?
- Hayır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri orman varlığını koruma-geliştirme ve verimli kullanmada oy dengeleri için sürekli tavizler verdiğini, yıllardır 2b düzenlemelerinin bitmediğini biliyordum.
- Vehbi Amca, ister kıııız, ister darıl sana bir şey soracam. Bu üniversiteyi yaparken, ormandan tahsis alırken TEMA Vakfı’na, “ Sesini çıkarırsan desteğimi geri çekerim dediniz mi?”
O ana kadar sabit duran sol ayağının üzerindeki sağ ayağını birkaç kez salladığını fark ettim. Sinirlenmişti.
- Olur mu öyle şey..! Olur mu öyle şey..! Ben, her zaman “Devletim ve Ülkem varoldukça ben de varım.” dedim. Sayısız eğitim, sağlık ve kültür kurumu kurdum. Bu ülke topraklarında kazandıklarımı yine bu topraklar için harcadım. Sayısız yere bağışta bulundum. TEMA Vakfı bunlardan sadece biri. Üzerinde hiçbir tasarrufum yok. Olamazda.
Aha diyorum, başımıza iş aldık. Vehbi Amcayı kızdırdık. Şimdi üniversitenin korumalarını çağırtacak, “ Hadi yavrum, anca gidersin” diye beni sepetleyecek. Tedirginliğim gözünden kaçmadı, “Otur “ dedi. “Sözüm daha bitmedi”
- Başarılarınızı, kurumsallaşmanızı kıvançla izliyorum. Hayrettin Bey, o günde devletim ve ülkem için doğru şeyi söyledi, bugünde aynı şeyi söylüyor. Söylüyor ki, bugün bu noktaya geldiniz. Hükümetler gelir geçerler ama asıl olan bereketli, üretken ve ekonomik değerlendirilen topraktır. TEMA’da yıllardır bağışcısı kim olursa olsun bunu söylüyor. Söylemeye de devam etmesini istiyorum. Biliyorum, " İtibar kazanmak çok çetin, itibar kaybetmek çok kolaydır. Kaybedilen itibarın yeniden düzeltilmesi çok vakit ister. " Bu üniversitenin kuruluş aşamasından bu yana yirmi bir, Vakfın kuruluşundan bu yana yirmi sene geçti. Halkımız bizim ticari ürünlerimizi tercih etmeseydi biz batardık. Halkımız sizin söylediklerinize inanmasaydı, şimdiye kadar çoktan yok olur giderdiniz. Öyle değil mi?
- …..
- Eleştirecekler hatta iftira da atacaklar. Bu toplumun toprakta yatan çıkarlarını korumak devletin görevidir. İktidara kim gelirse gelsin, kim ne bağışlarsa bağışlasın siz memleketin ve milletin yararını düşünerek, bıkmadan, usanmadan, yılmadan ve çok takdir ettiğim gönüllük ilkesi ile erozyonla mücadele edeceksiniz.
- ……
- Yeryüzünde toprağı sevmeyen hiçbir insan, toprağını korumayan hiçbir devlet yoktur. Bütün bunları eğitimle, örnek çalışmalarla, hukuk içerisinde ve bilimsel olarak yapacaksınız. Zaten böyle yaptığınız için bugün ilk kez buradasınız. " Bu memlekette varlık sahibi olan vatandaşların, bilhassa işadamlarının kendi işlerinden başka memleketin sosyal meseleleri ile meşgul olmaları lazım geldiğine inanıyorum. "
Vehbi Amcanın cimri olduğunu biliyordum ama bu kadarını da beklemiyordum. İki saattir konuşuyoruz, Üniversitenin etrafında bir sürü lokal var ama ne bir çay ısmarlamaya niyeti vaaaar, ne bir kahve. Elimdeki su şişesinden bir fırt alıyorum. Suyun birazı üzerime dökülüyor.
- Ziyan etmeeeee..!
Adama bak yav.. Hem bir şey ısmarlamıyor, hem de ağzımızın yanından kaçan iki yudum suyun hesabını soruyor. İşi ben de şakaya vurdurdum;
- Ağzımın yerini bilemedim.
Gülüyor ;
- Ağzının yerini bulamayan hiçbir canlı yoktur..!
Kısa bir sessizliğin ardından bir alkış tufanı kopuyor. Biz sohbete dalmış, gitmişiz…
Gelip geçen arkadaşlar etrafımızı sarmış bizi dinliyorlarmış fark etmemişiz bile.
Muzurluğum tutuyor, arkadaşlara dönüp soruyorum;
- Beni mi alkışlıyorsunuz, Vehbi Amcayı mı?
- Vehbi Amcayı… Vehbi Amcayı…
Karadeniz’den esen yıldız, çam ve deniz kokusunu ciğerlerimize doldururken son sözü söylüyorum;
- Tıpkı Hayrettin Karaca gibi, Memleket ve Millet için yaptıklarını savunmak için senin önündeyim. Dizindeki elimi dostluğumun ve saygımın bir nişanı olarak kabul et, ellerinden öperim Vehbi Amca.