Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '09

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

VENEDİK

VENEDİK
 

Çok klasik olacak ama; VENEDİK ve gondollar işte!


 

2008 Yazında HOMELİNK (www.homelinkturkey.com/ ) ev değişim sistemiyle gerçekleştirdiğimiz İngiltere tatilinin ardından, bu defa İtalya'nın Veneto bölgesinde, Oderzo adlı tarihi bir şehirde ve 100 yıldan beri ailenin üyelerince kullanılan tarihi bir evde konaklıyoruz.
...
Evin sahibi Bayan Pujatti, Homelink'in İtalya Temsilcilerinden...Bizi havaalanından alıyorlar, son derece candan ve sıcak davranıyorlar! Eve gelince odalarımız ve kullanma alanlarımız bize tanıtılıyor, birlikte akşam yemeği yiyoruz.
Ertesi günse, bize şehri tanıtıyorlar, alışveriş edeceğimiz marketi, manavı, şarküteriyi gösteriyorlar. Çevrelerindeki ahbaplarıyla tanıştırıyorlar.
Bir gün sonra, onlar evden ayrılınca; biz öncelikle, ihtiyaçlarımız için ilk alışverişimizi yapıyoruz ve 2 hafta yaşacağımız bu şehri gezmeye başlıyoruz.
Bu bölge düzlük alanlar ve verimli topraklarla kaplanmış, üzüm bağlarının çok, dolayısıyla şarap üretiminin yeterince yaygın olduğu bir bölge.
Doğası bakımından Kuzey İtalya'ya hiç benzemiyor (ne yazık ki!:) Burası dağlardan uzakta bir bölge ve ormanları, gölleri ise son derece az...
Geçen yıl, İtalya'nın Lombardia bölgesindeydik , bu yıl Veneto'dayız! Yabancı bir ülkenin kültürünü, değişik coğrafi ve sosyal bölgelerinde tanımak son derece ilginç oluyor.
(Bunu bize sağlayan fırsatın ise HOMELİNK organizasyonu olduğunu bir kez daha söylemeden geçemeyeceğim)
Trevizo başta olmak üzere, S.Polo di Piave ve Ponte di Piave gibi yakın şehirleri birer gün arayla geziyoruz. İtalya'nın daha önce görmediğimiz bu bölgesini, adım adım gezerek tanıyoruz, sahip olduğumuz tatil koşullarının tadını çıkarıyoruz. Diğer taraftan; Oderzo'dan ev değişimini tercih etmemizin asıl nedeni, Venedik'e yakın olması...
Yaklaşık 5 yıl önce bir tur firmasıyla geldiğimiz İtalya'da, Venedik'i gezmek için, sadece yarım günlük bir zamanımız olmuştu. O süreçte ise, '' gezelim mi, tanıyalım mı, fotoğraf mı çekelim'' derken, vaktin nasıl tükendiğini anlamamıştık.
''Şimdi acısını çıkaracağız!'' diye, aramızda kaynatıyoruz...
...

Oderzo’dan otomobille ve trenle Venedik’e gelmemiz yaklaşık 1 saatimizi alıyor.
Adriyatik Denizi kıyısında 118 küçük adacık ve bunları birleştiren 400 küçük köprünün oluşturduğu bir ada kent olan VENEDİK, İtalya'nın Veneto bölgesinde yer alıyor ve bu enteresan şehir 4 kilometrelik bir kara-demiryoluyla ana karaya bağlanıyor.

Venedik/Mestre (Ana karayı Venedik'e bağlayan yeni ve gelişmiş bölüm) ile Venedik arasındaki uzun ince yolu ise bu kez trenle gidiyor olmak ayrı bir keyif veriyor… Trenimiz, denizi adeta ortasından yararak, bu büyülü kente giriyor. İstasyon inanılmaz kalabalık ve alabildiğine renkli…
Hemen resimliyorum o anı: Kendi başımıza Venedik’e gelince, tam da Santa Lucia İstasyonu’nun önünde olunca, kaçar mı?:)))
Çıkışa yöneliyoruz; işte Grand Canal (Büyük Kanal), Ponte Scalzi ( Scalzi Köprüsü), her tarafta tarihi binalar ve dar sokaklara girip çıkan yüzlerce insan…

Biz de o kalabalığa karışıyoruz, (sabah 9.30 da başlattığımız bu geziyi, akşam 19 a kadar sürdüreceğimiz için dönüş biletimizi ise peşin peşin alıyoruz:)
Venedik’i, kendi başımıza gezip tanıyacağız; özgürce, geniş zamanlara yayarak, ‘’gruptan koparız, buluşma noktasını kaybederiz’’ endişesi taşımadan…Mutlu ve heyecanlıyız o yüzden :)
...
Alışveriş derdinde olmadığımızdan, cam, takı, mask satılan dükkânların olduğu caddelere uğramamaya karar veriyoruz… Sadece gezeceğiz, alışveriş yok!
Labirent gibi daracık sokaklara dalıyoruz. Gezdiğimiz sokaklar sakin, tenha, gizemli... Küçük köprülerden, tarihi taş binaların kuytu gölgelerinden geçiyoruz… Rönesans çağına, tarihin derinliklerine yolculuk eder gibi hissediyoruz kendimizi…
Kanalların kenarındaki evlerin pencerelerinden sarkan sardunyalara, sardunyaların suda yansıyan renklerine takılıyoruz zaman zaman, kimi zamansa evden eve gerilmiş iplerdeki çamaşırların, rüzgârla dansına :)
Bazen, binaların arasında ya da suda yankılanan bir arya sesinde zamanı durdurmak istiyoruz…
Bazense kanalda yol alan bir gondolun, suda bıraktığı izde…
...

Her çıkmaz sandığımız sokağın sonunda mutlaka bir sürprizle karşılaşıyoruz.
Bu kimi zaman bir cam ya da bir mask imalathanesi olabiliyor, kimi zamansa tarihi bir bina ya da küçük, şirin bir meydan… Ortasında mutlaka bir çeşme, genellikle kapısı açık bir kilise, çiçek tarhları ve illa ki güvercinleri olan… Küçük molaları bu meydanlarda verip, güvercinleri ellerimizle besliyor, çeşmelerinden kana kana su içiyoruz…İçten içe, '' kaybolalım'' istiyoruz dar sokaklarda :)))
Ancak, en dar ve en küçük sokaklarda bile San Marco Piazza (Meydanı) ya da Rialto Köprüsünün olduğu yönü gösteren işaretlerle karşılaşıyoruz, dolayısıyla istesek de kaybolamıyoruz bu masal kentinde...:)
...
Bir köşe başındaki levhada; ‘’Fundaco dei Turchi’’adında bir yerin işaret edildiğini görüyoruz (şaşırarak!)
Türk (Turchi) kelimesini görüyoruz ya; heyecanla o yeri aramaya koyuluyoruz.
İşaret levhalarını takip ediyoruz ve sonunda Fundaco dei Turchi’yi ( Türk Hanı) buluyoruz…
Şu anda ‘’Tabiat Tarihleri Müzesi ‘’olarak kullanılan yapının 13. yy.da inşa edildiğini ve daha sonra 1620 li yıllarda Osmanlı Tüccarlarının Venedik’e gelince kalmaları için tahsis edilen bir bina olduğunu öğreniyoruz. (webarsiv.hurriyet.com.tr/2003.11.02.366147.asp - 34k -) .
Osmanlı Tüccarlarının yaklaşık 200 yıl boyunca o zamanki Venedik Cumhuriyetiyle olan ekonomik ilişkileri bize çok ilginç geliyor...
Önce müzenin içini geziyoruz, sonra yapının avlusundaki havuzda açmış nilüfer çiçeklerini ve su içmeye çalışan güvercinleri izlerken; hayallerimizi zorluyoruz, garip bir buruklukla…
Venedik’e yapılan seyahat organizasyonlarına bu Türk Hanının (Fundaco dei Turchi) neden dâhil edilmediğini sorguluyoruz, (üstelik müze girişi ücretsiz!) kendimizce :)
Biz tarihimize yaptığımız bu güzel ve tesadüfî yolculuğu bir ayrıcalık olarak görüp, mutlanıyoruz doğrusu.

Dolaşmaya devam ediyoruz ve Ponte Rialto’daki ( Rialto Köprüsü) insan kalabalığını uzaktan izliyoruz.
O insanların Grand Canal’ı ( Büyük Kanal) seyretmenin keyfini yaşarken, diğer taraftan da cam, takı, mask gibi Venedik’e özgü metaların satıldığı mağazaların cazibesine kapıldıklarını biliyoruz…
Bir iki gün sonra Venedik’e yeniden gelip Rialto’ya çıkacağımızdan, o yöne gitmeyip San Marco Meydanı'na doğru yürüyüşümüzü sürdürüyoruz…

San Marco Meydanı, (http://tr.wikipedia.org/wiki/San_Marco) şehrin en büyük ve muazzam meydanı… Etrafında sayısız kafe, restaurant ve bar var… Meydan, mahşer yeri gibi kalabalık ve her milletten insan içiçe…
Bu hareketliliği gördükten sonra, zaman zaman yağan yağmurlardan ve denizin yükselmelerinden dolayı, tüm o sahanın sularla kaplanarak, ıssızlaştığını öğrenmek hayli ilginç ve inanılmaz geliyor.
...
İşte San Marco Bazilikası (<ı>tr.wikipedia.org/wiki/Venedik_Okulu - 32k) - heybetli, büyüleyici, tarihi… Haçlı seferleri sırasında İstanbul At Meydanı’ndan getirildiği rivayet edilen bronz atlar (Mahşerin 4 atlısı) heykelinin orijinalinin yapının içinde sergilendiğini öğreniyoruz ve bazilikanın kapısındaki kopyalarını görünce, öfkeleniyoruz yine; ‘’Bize ait değerler ülkemizde korunamıyor maalesef!’’ diye...

Yine San Marco Meydanı’nda bir de eski çağlarda mahkûmların kafese konulup meydana atıldıkları, 96 metre yüksekliğindeki Çan Kulesi var.
Kulenin tepesine çıkıldığında ise Alp Dağları’nı ve şayet hava açıksa, Hırvatistan topraklarını görme olasılığı da var.

Ayrıca, aynı meydanda Palazzo Ducale (Dükler Sarayı) bulunuyor. Burası eskiden Venedik hükümdarlarının (Doçe) taç giyme törenlerinin yapıldığı bir saray ve Burada çok sayıda eser saklanıyor.
Binanın sonuna doğru ise Ponte dei Sospiri (Ağlama Köprüsü) yer alıyor.
Suçlular cezalarını çekmek için zindana gönderilirken, en son bu köprüden geçerler ve kederle son bir defa dışarı bakarlarmış… Ve Casanova da bu köprüden geçenler arasındaymış, ilginç değil mi?

Sahil boyunca dizilmiş gondolları görüyoruz. Müşteri bekleyen, yolcuları getirip götüren vaporettoları, ressamları, hediyelik eşya satılan tezgâhlardaki satıcıları, sokak çalgıcılarını ve Dünya’nın her yerinden turist gruplarını… Tam bir curcuna var burada… Ve bin bir renk taşıyan hareketlilik, şaşırtıyor insanı...
Bu arada bazı Türk gruplarıyla karşılaşıyoruz, pek mutlanıyoruz nedense?! :)))
Hatta dinlenmek için yöneldiğimiz bir bankta, Antalya’dan bir arkadaşla göz göze geliveriyoruz, hem şaşırıyor, hem de çok seviniyoruz!
Antalya’da buluşmak bir türlü kısmet olmamıştı, ''Venedik’te rastlaşmak ha, Dünya gerçekten çok küçükmüş!’’diyerek gülüşüyoruz…

Çok romantik, çok etkileyici, çok farklı bir şehir Venedik ve gerçekten de büyülenmemek mümkün değil.
Karnaval zamanı burada olabilmenin düşünü kurarak 3 gün boyunca ve ayaklarımıza kara sular inene kadar geziyoruz. Parke taşlı sokaklara ayak izlerimizi bırakıyoruz…
Bir kez daha anlıyoruz ki; okumak yetmiyormuş, illa görmek gerekiyormuş, sindire sindire gezmek, geniş zamanlarda, dolambaçlı sokaklarda kaybolmaktan korkmadan, yeniden keşfetmek gerekiyormuş bu gizemli şehri :)

Darısı, görmek-gezmek- keşfetmek isteyenlerin başına!

 
Toplam blog
: 247
: 1493
Kayıt tarihi
: 29.01.08
 
 

Antalya ve Akdeniz aşığı bir öğretmenim. Bol bol okurum, blog yazarım, şiir yazarım. Yazdıkça ve ..