Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '09

 
Kategori
Siyaset
 

Verdiğimiz rahatsızlık geçici değil; özür dileyecek bir durum da yok!

Verdiğimiz rahatsızlık geçici değil; özür dileyecek bir durum da yok!
 

Beyler, paşalar, beyzadeler, paşazadeler, aristokrasisi olmayan ülkenin tel maşa aristokratları, karbeyazı Türk elitlerim, tek kanallı devlet televizyonu döneminin yeteneksiz icazetli komedyenleri, pabucumun virtüözleri, “laik” ablalarım, cunta payandası siyasetçim, postal yalamaktan dili aşınmış köşe yazarım;

Uyanın artık, biz geldik.

Biz, eskilerin “kara kamu” dedikleri ayak takımı, kimsesizler, “toprakta karınca/suda balık/havada kuş kadar” çok, “korkak/cesur/cahil/hâkim/ve çocuk” olan…

Biz, baldırı çıplaklar, “yeşil bir ağaç gibi gülen/ve merasimsiz ağlayan/ve ana avrat küfreden”, en alttakiler, mülksüzler…

Varlığımızla huzurunuzu bozduğumuzun, uykularınızı kaçırdığımızın farkındayız. Ve ne yazık ki, verdiğimiz rahatsızlık geçici değil.

Maalesef (ve ne iyi ki), hayat böyle… Değişir, gelişir, yenilenir. Bir şeyler eskir, bir şeyler ölür, yerini bir başka canlıya bırakır. Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Dünün doğrusu bugünün yanlışı, bugünün kötüsü yarının iyisi olur.

İşte zaman değişti ve biz geldik.

Kavruk, esmer tenlerimiz, kıllı ve çarpık bacaklarımız, bodur bedenlerimiz ve çirkin ellerimizle biz geldik.

Bozuk şivelerimiz, ümmi dillerimiz, çağlayanlar gibi hesapsız ve gürültülü kahkahalarımızla, biz geldik.

Kıl kilimlere sarılı denklerimiz, çiçekli yorganlarımız, yün döşeklerimiz ve plastik kavanozlarımızla, biz geldik

Başörtülerimiz, demode mantolarımız, beyaz çoraplarımız, haftada bir değiştirdiğimiz donlarımız, ütüsüz kumaş pantolonlarımız ve absürt markalı kotlarımızla, biz geldik.

Yere tükürenlerimiz, balkondan alt komşusunun tepesine halı silkeleyenlerimiz, sıkıştığında bulduğu ilk tenha duvar dibine işeyenlerimiz, otoban kenarında kurban kesenlerimiz, parklarda mangal yapanlarımız ve beyaz donla denize girenlerimizle, biz geldik.

Varoşlarda üst üste yığılı, sıvasız, boyasız ve içi dışı çocuk dolu, çirkin evlerimizle, biz geldik.

Size göre hep yanlış partilere verdiğimiz oylarımızla, biz geldik.

Size göre hep yanlış tanrıları seçen inançlarımızla, biz geldik.

Bayide görmeye bile dayanamadığınız gazetelerimizle, biz geldik.

Bizler sabahları külüstür belediye otobüsleriyle şehir merkezlerine doluşur, evlerinizi temizler, yemeklerinizi pişirip servis yapar, hesaplarınızı tutar, makinelerinizi çalıştırır, plazalarınızı korur, akşamları yine aynı vasıtalarla, yuvasına çekilen böcekler gibi sessizce kayboluruz.

Yani, kaybolurduk. Artık kaybolmuyoruz, kaybolmak istemiyoruz. Çünkü böcek değiliz. Yanınızda yer açın, bir omuzluk yer istiyoruz.

Bizim külüstür otobüslerimizden, ter kokan atletlerimizden şikâyet edersiniz ama aslında öyle kalmamızı istersiniz. Bizler hep böyle kalsak bu kırılma, bu bölünme, bu gerginlik olmayacaktı. Ama insan böyle bir yaratıktır. Herkes iyi yaşamak ister. O çirkin binalarda sevdiğimizden mi oturuyoruz? Kim çocuğunu özel kolejde okutmak istemez? Hangi insan evladı temiz ve kaliteli giyinmek istemez. O adamın yere tükürmesinin sebebi kendisine tükürük kadar değer verilmemesi olabilir mi acaba?

Biz de istiyoruz. Zengin olmak istiyoruz; iyi okullarda okumak istiyoruz; tatil yapmak istiyoruz; güzel evlerde, iyi semtlerde yaşamak istiyoruz. Eğlenebilmek istiyoruz. Biz piyanoyu sadece resimlerde ve filmlerde görebildik ama en azından çocuklarımızın piyano çalmasını istiyoruz.

Bunun için yönetimde söz sahibi olmak istiyoruz. Bize dayatılanlar değil kendi seçtiklerimiz tarafından yönetilmek istiyoruz. O ışığı kimde görürsek oraya yöneliriz. O küçümsediğiniz cahil aklımızla bunu iyi sezeriz. Oylarımız sizin sandığınızdan çok daha kıymetlidir. Öyle bir paket makarnaya, iki torba kömüre falan vermeyiz. İnanın o sizin kendinizin uydurup kendinizin inandığı bir efsanedir. Sizi inandıramıyorsak da bu bizim suçumuz değil.

Siz bizim size benzememizden korkuyorsunuz. Siz bizim sizin ayrıcalıklarınıza ortak olmamızdan korkuyorsunuz. Zaman donsun, her şey olduğu gibi kalsın istiyorsunuz ama bilirsiniz hiçbir şey aynı kalamaz. Bunu kabullenemiyorsunuz; kavga bunun kavgası… Almanlar Türk işçileri için, “biz yabancı işçi istedik ama Türkiye’den insanlar geldi” demişti. Tıpkı o Almanların ruh hali içindesiniz. Taşradan, köylerden hizmetçi istediniz ama insanlar geldi.

Bu kavgayı kazanmak için kendi yasalarınızı bile çiğnemekten çekinmiyorsunuz. Yasalar bir yana, ülkenin yanıp yıkılması bile umurunuzda değil. Bu yolda iç savaş çıkarmayı bile göze alabilirsiniz. Bu halkın seçtiği adamları her fırsatta aşağılıyorsunuz. Onları devirmek için her gün bir dümen çeviriyorsunuz. Ama artık onu bile becerebilmekten acizsiniz. Önceden iki azar, birkaç provokasyon, üç - beş apolet gösterisiyle hizaya gelen insanlar şimdi size direniyor. Bu ise sizleri daha da hiddetlendiriyor.

Ancak sular tersine akmaz, tarihin tekerleği tersine dönmez. Bu kavgayı siz kazanamayacaksınız. Bin tane daha provokasyon şebekesi kursanız, yüz tane darbe yapsanız yine başaramayacaksınız. Bu su mutlaka çatlağını bulur; bu avaz mutlaka yerine ulaşır.

Beyler, paşalar, bu vatan sizin olduğu kadar bizim de… İnanın onu en az sizin kadar seviyoruz. Uğruna ölen hep biziz; artık biraz da yaşayan olmak istiyoruz. Hepsi bu...

....

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..