Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '07

 
Kategori
Öykü
 

Vişneye çalan koyu kırmızı

Vişneye çalan koyu kırmızı
 

Şimdi ben nasıl oturmuş inceliyorsam etrafı Moda Çay Bahçesinin terasında, eminim civarımda bir yerlerde aynı benimkiler gibi yerinde durmayan gözleri olan bir adam ya da kadın daha vardır ve o da aynı şimdi benim yaptığım gibi, çengelini takacak ve maytap geçecek birilerini arıyordur kendisine. Neden böyle yaparız biz diye sorarsanız eğer, cevabı basit; Vaktimiz bol bizim ve eğlenmek isteriz. Biraz da kibirliyiz.

Şimdi o adam ya da kadın, esasında şu anda tüm kalbimle hissediyorum ki o kişi aslında bir kadın, saklandığı yerde beni oltasıyla tutmuş da kurmaya başlamış olabilir;

Şu anda, takvimin baharı işaret ettiği ama güneşin pek oralı olmadığı, poyrazın ağaç dallarını salladığı pek alışılageldik bu Mart gününde, kediler cirit atmayı değil de bir yerlere saklanıp uyumayı seçmişken ve Kadıköy'lü ihtiyarlar bir yandan eski İstanbul'a tepeden bakıp bir yandan kitap okumak ya da tavla oynamak için çay bahçesinin kapalı kısmına tıkışmışken, soğuktan kulakları ve burnunun ucu kızarmış çocuk neden ısrarla terasta oturmak ister? Ne demek ister bize? "Siz ihtiyarlar soba başında oturun, ben delikanlıyım" mı demek ister?

Eğer ben şu anda bir oltadaysam ve işte o oltanın sahibi bana bakıp üstüne bir de hiç üşenmeden 64 kelimelik tek bir cümle kuruyorsa eğer, tahmini doğruda olsa yanlışta, ona kulak vermek gerekebilir. Benim bilmediğim, sizin bilmediğiniz bir şeyden bahsediyor olabilir. İddiası eksikte olabilir, yanlışta. Her koşulda onu dinlemek gerekir. Haklı olduğu bir mevzu varsa, serde delikanlılık vardır, doğrudur ama o kişi bilir mi ki serde şaşkınlık da vardır. İşte ben burada bir açıp bir kapayan güneşe güvenip de açık havada oturmayı tercih eden bir aylak kişiyim. Ne yalan söyleyeyim size, ne içtiğim iki bardak çay ne de çekiştirip çekiştirip kulaklarımı kapatmaya çalıştığım kapişonum üşümeme engel olabildiler. Tek bir tesellim varsa eğer o da burnumun akmıyor oluşudur şu anda.

Şimdi biz iki işsiz güçsüz elimizde not defterlerimiz ile Moda Çay Bahçesi'nin bir yanlarına serpilmiş bir vaziyette kendimize eğlence ararken, savaş alanın düşman saflarda yeralan iki keskin nişancıya benzediğimizi fark ettim şaşırarak. En güzel silahlar, en keskin gözler bizdedir. Kalabalıkların içine saklanıp kaybolmak konusunda da ustayızdır. Fakat şu da bir gerçektir ki büyük benzerliğimizden ötürü, birimiz diğerini gördüğünde "şıp" diye tanır. Ve işte ben de tam ense kökümde bir çift göz hissetmekteyim şu anda. Bana bakıp hakkımda atıp tutuyor. Bazı attıkları tutuyor, bazılar ise karavana çakılıyor olabilir. Bakalım neler diyor;

Vardır böyle kişiler. Farklı olmak için gerçek bir sebepleri yoktur, gayet yüzeysel bir dürtüyle "herkes gibi olmak" istemezler. Otobüse bindiklerinde boş koltuk varsa oturmaz, ayakta dururlar. Öğrencilerken okul üniformasının bir yerlerini inatla bozarlar. Ya gömlekleri ya da kravatlarının rengi farklı olur. Eğer o okulun idaresi biraz gevşek ise ve tüm öğrenciler kafalarına göre giyiniyorlarsa, bu adamlar en nizami okul üniformasını giyerler. Şimdi şu içeri tıkılmış tüm ihtiyarlar o buraya geldiğinde terasta oturuyor olsalardı eğer, o da kendi ihtiyacını hiç tahlil etmeden içeri otururdu. Sırf herkes gibi olmamak için, herkesin yaptığının aksini yapardı.

Soğukta büzüşmüş beni izlerken hakkımda saydırıp duran bu kişi doğru diyor olabilir mi acaba? Eğer tespitlerinde haklıysa ne kendini bilmez bir kişiyim ben... Ya gerçekten bir sebebim yoksa dışarıda durmak için? "İhtiyaçlarını tahlil etmeden" diyor. Bu benim için ağır bir hakeret değil mi? Fakat ya haklıysa? Ya haklıysa? Felaket...

Evet, dediğim gibi, vardır böyle insanlar. Fakat kimisi için ise böyle olmak bir tercihin çok ötesindedir. Sorsanız "öteki" olmaktan memnun değillerdir. Mütavizilerdir, herkes gibi olmak isterler ama olamazlar. Kimseye benzemezler. Bunlar yeni doğduklarında bütün sülale bir araya gelirde bebeğin kime benzediğini çıkartmaya çalışır. Bebeği kendisine ya da olmadı herhangi birilerine mesela göçmüş aile büyüklerine benzetmek konusunda sınırsız yalancı yaratıcılığı olan aile mensupları bile fıldır fıldır dönen gözlere bakıp apışıp kalırlar. Bunlar büyür, kimse gibi yürümez, kimse gibi dövüşmez. Aklı erdiğinde ise acı gerçek ortaya çıkar, kimse gibi de düşünmez bunlar. Sonrası, ebedi bir yanlızlık...

Bütün kalbimle itiraf etmek istiyorum ki, şu hakkımda atıp da kısmen tutan kısmen kaçıran kişinin ne düşündüğünü merak etmiyorum daha fazla. İşte güneş, hiç bir aylak kişinin tasvir edemeyeceği bir güzellikle eski İstanbul sırıtından batmaya hazırlanıyor. Bir gün daha yeryüzündeki milyonlarca kişinin hayalini ertesi gün doğacak halefine havale ederek göz göre göre sıvışıyor. İlginçtir, soğumasını beklediğim hava aniden esen ılık bir rüzgarla yumuşuyor.

Eminönü ve Beşiktaş'tan gelen vapurlar Kadıköy'e yaklaşıyorlar. Acaba kaptanların arasında bir rekabet var mıdır? Hatları ve iskeleleri ayrı olsa da birisi diğerinden önce varmak istiyor mudur Kadıköy'e? Söz konusu olan Kadıköy olunca kim bir an önce varmak istemez ki?

Günbatımı manzaramın aniden yanımda beliren bir silüet yüzünden gölgelendiğini fark ediyorum. Başımı çeviriyorum. Turuncudan izler taşıyan sarı montlu bir kız dikilmiş başımda. Alev rengi bir atkısı var. Küçük ve yuvarlak bir yüzü, neşeli ve hafif çekik gözleri var. Kısa dalgalı saçları var. Hepsinden önemlisi vişneye çalan koyu kırmızı, dolgun dudakları var.

"Sen neden bu soğukta dışarıda oturuyorsun" diyor.

Ve ben ömrümde ilk defa güneşin aynı anda hem battığına hem de doğduğuna tanık oluyorum. Gülüyorum.

Aklımdan geçirdiğimi söylesem mi, söylemesem mi karar veremiyorum;

"İçeride otursaydım eğer, sen beni fark edip de yanıma gelir miydin?"

K.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..