Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ocak '12

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Vur beline kazmayı

Bu kısa metni adı Aydın, soyadı Yılmaz olan bendenizin, bir özeleştirisi olarak kabul edebilirsiniz. Aklıma ilk gelen hiçbir insanın adı ve soyadı ile bu kadar çelişmeyeceğidir. “Adına münhasır” olmak, gördüğünüz gibi, çoğu zaman pek çok beşerde mümkün olmayabiliyor. Beterin beteri olduğu söylenir. Aydın değil de, Satılmış, Gıyasettin, Rüknettin, Tacettin, Rıfkı, Hüdaverdi, Allahverdi veya daha orijinal bir şey de olabilirdi. Satılmış Efendilerine kime, kaça satıldığı, Rıfkı Beyzadelerine ne rıfladığı, Rüknettin, Tacettin ve Gıyasettin hazretlerine “ söyle bakalım, ne ettin len sen ne ettin?” diye sorulabilir. Ya müstesna beylerimizden Hüdaverdi ile Allahverdi. Bu konuda Türkçe ve Kürtçe yarış halinde. Türkçe Allah verdi ise Kürtçe de Huda da vermeli. Durum 1-1 beraberliğini koruyor, her ne kadar diğer tüm alanlarda Hudaverdinin tarafı 10-0 hep yenik olsa da. İyi hoş da onları Huda veya Allah verdi de bizi kim verdi gibi soruların sorulması da, bu isimlerin anılmasının akabinde gündeme gelebilir. Bu durumda Aydın adına şükür desem de, ben yine de bu konuyu, rahatsızlık duyduğumdan dolayı bir nebze de olsa, deşelemek istedim. Kanımca böylesi rahatsızlıkların yaşanmaması için; daha işin başında olan ebeveynlerin, çocuklarına isim seçimi söz konusu olduğu zaman, daha dikkatli olmaları gerekir. Bu konuda önsezi ile kahinlik lüzum etmese de, fazla iddia içeren isimlerden de biraz uzak durmayı yeğlemek iyi olacak gibime geliyor. Aksi taktirde ismi ile bir ömür boyu çelişen bu şahsiyet, hem kişinin kendisini, hem de çevresini yoracaktır. Çevresinde her daim yürüyen, hareket halinde olan bir “bay veya bayan yanlış” olarak görülür. Etrafındakilerin zoraki göz ucu bakışları ile izlenirler ve rahatsızlık yaratırlar. Bu bir dikenin, “salına salına gelmesi için, yarin saçlarına takılan kızıl gül” olarak adlandırılması gibidir. Ülkemizin eski başbakanlardan, rahmetli Yıldırım Akbulut, herhangi bir görüşünü dile getirmeye çalışırken; “böyle düşünüyorum kanaatindeyim” derdi. Alın benden de o kadar.
Bazı isimler, kişinin mesleği ile bir araya geldiği zaman da çok komik durumlar ortaya çıkabiliyor. Avukat Güven Savun, muhasebeci Ahmet Aldıkaçtı, milletvekili prof.dr. Burhan Kuzu ve benzeri isimler tebessüm ettirmekte bir hayli başarılı oluyorlar.
Söz konusu Aydın adını getirip, her insan gibi yaklaşık yüz trilyon hücreden oluştuğuna inandığım bedenim ve kişiliğim ile eşleştirmeye çalıştığınızda, dokuları uyuşmayan bir organ nakli gibi bir durum ile karşı karşıya gelindiği görülür. Garipliği su götürmeyen bu durum, tabiatı ile insanda bu ikili; isim ve şahsiyetin göze ve kulağa hitap etmesi halinde, “ne alaka”gibi sorular sorulup, rahatsızlıklar duyuluyor.
Kendi cephemde ,“Get babam get, başka işin mi yok?” demekten kendimi alıkoyamıyorum. İhtilalli bin dokuz yüz altmış yılının, bırakın saatini, hangi günü veya ayı olduğu (yaz, kış, ilkbahar, sonbahar’ına dahi razı gelirim.) tam bilinmeyen, Büyük Camili Köyü´nde doğan, yamru yumru, kocaman kafalı, bön gözlü, hilkat garibesi bebeğe, köy eşrafından olmayı kenarından da olsa yakalamayı başarabilen, namı diyar Heyderi Hecike, neden bu kadar isim kıtlığı yaşayıp, başka isim mi bulamadı. Brehhhh... brehh. El insaf doğrusu. Böylesine çelimsiz bir bebeğe, salt kendi çocuğu diye; kocaman kafasına aldanıp, oğlunun çift akıllı olduğunu sanarak, bu denli iddialı bir ad verilir mi? Elin oğlu, “o koca kafanın içinin boş olmadığı ne malum”, Haydar birader demez mi adama? Peki şimdilerde, yaşı kemale ermiş olan bu zat’a, bu isim ile “Aydın haa.. Öyle mi? Küçülsün de cebime girsin” demedikleri ne malum. Diyorlardır da elbet. Haksız da değiller hani. Görünen köyün kılavuz istemediği ve uzak olmadığı gibi, bu da aşikardır.
Velhasıl, adımın anlamını “karınca kararınca” da olsa yakalamak üzere bu uçsuz bucaksız olan ince-uzun yola çıkıp, bu konuda yarım yamalak göstermeye çalıştığım gayretlerimin de, bir getirisi olmadı. Söz konusu yolun oldukça çetin olduğu, her birey tarafından bilinir. Soyadım olan Yılmaz, bu çetrefilli yolda inat edip, ilerlemem için uygun bir içerikte. Yani yılmamam gerekiyor, aydınlanma yolunda ilerlemem gerektiğini tetikler anlamdaydı. Lakin buna da ters düşmek, kaderin cilvesini sürdürmesinin bir sonucu olsa gerekir, diyelim. Hazır suçlu da ortada olduğuna göre;
-Suçu sabit görülen “lötü kader”, ayağa kalk. Mahkeme kararı kesinleşti. Jüri oy birliği ile kararını bildiriyor. Cezan müebbet, ömür boyu aydın olmayacaksın. Allah sabırlar versin. Jürimüzün tavsiyesi, soyadınız Yılmaz olduğuna göre, bari cezanızı çekme konusunda bir yılgınlık içine girmemenizdir. Kolay gelsin!
Yılmaz soyadı ile de oldum olası çelişmedim değil. Oysa bu soyadı sahibinin belli bir istikrar sahibi, dirençli ve inatçı olması gerekir . Hayata tutunurken, tam tersine belli bir süre sonra her şeyden yıldım. Halikarnas Balıkçısı; çizgili kağıda yazmayı ret edip, “Başkasının çizdiği çizgiden gitmek özgürlüğüme dokunuyor.” derken haksız değil elbette. Belki de bana da hep başkasının çizdiği çizgilerde rota sürdürmek düştü ve bu oldukça yorucu oldu. Başkalarının belirlediği hatları sonuna kadar sürdürme azmini kendimde bulamadım. Çoğu zaman da; maymun iştahlılığının getirisi olan, “Düğüne gidip zurnaya, hamama gidip kurnaya aşık oldum”. Bu neden ile yaptığım, çalıştığım her iş en fazla iki veya üç yıl sürdü. Nadir de olsa yedi sekiz yıl süren işlerim de oldu ama, genelde değil. Yılgınlık her defasında gelip, bir canavar gibi kendisini gösterdi. Buna en iyi örnek pek parlak olmayan CV’mi sunmak olacaktır, ama o kadar da ileri gidip, daha fazla vaktinizi alacak kadar da cüretkar değilim. Her defasında başarıyı yakalamak için yola çıktığım zaman, hep baş ağrılarına yakalandım. Moral olsun gayesi ile aldığım ağrı kesiciler yan etkisi yaptı. Tesellilerin pek bir yararı dokunmadı.
Bir yerde Yılmaz soyadından, tıpkı her gün hücrelerimizde DNA´larmızın kendilerini kopyalama işlemi esnasında bir çok hata oluştururken, bütün bu hataların üstesinden gelip, bunların kanserleşme potansiyeli ile savaşma misyonunu üstlenen P53 geni gibi bir görevinin olmasını beklediysem de, nafile. Yılmaz soyadı oluşan hata ve yanlışlıkların üstesinden gelme konusunda P53 geni olmanın çok uzağında kaldı ve böylesi bir işlevi hiç olmadı. Derken yılgınlıkların yığılı olduğu bir yaşam.

Yığılı yılgınlıklar arasında, bir ömür boyu yüzlerce kez mırıldadığım (bir nevi korunak ve kuytu bir liman olarak gördüğüm), daha da mırıldayacağım bir melodi, dilimde pelesenktir:

“Kendim ettim kendim buldum kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sarardım soldum eyvah eyvah eyvah ey
Kendim ettim kendim buldum kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sarardım soldum eyvah eyvah eyvah ey

Bilmez yar halımdan bilmez akan göz yaşlarım silmez
Bir kere yüzüme gülmez eyvah eyvah eyvah ey”

Ve yine bu usandırıcı yılgınlıkların arasında ortaya çıkan iki güzel gelişme; biri dünyalar tatlısı, şimdilerde delikanlı olan iki ışıl ışıl oğul ve şu an huzur ve ağız tadı ile yaşanan bir birliktelik.
Okuyucuya armağan sunarak, bir ilk de adına münhasır olmayan bu şahsiyetten, diyelim. Pek görülmeyen bir incelikte bulunalım. Okuma zahmetinde bulunduğu için, hediye olarak Bukowsky’den bir kaç aforizma ile özeleştiğimizi de sonlandıralım diyorum.
“Saçımı taradım keşke yüzümü de tarayabilseydim.”
“İnsan; Geçmişin hasretçisi, geleceğin özlemcisi, yaşadığı anın şikayetçisidir.”
“Kadın olsam hayat kadını olurdum.”
“Sizi bilmem ama ben her sabah ayakkabılarımı bağlamak için eğildiğimde tanrım yine mi? diye geçiririm içimden.”
Ol hikaye bu, adı Aydın, soyadı Yılmaz. “Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” lik bir durum mevzu bahis değil, maalesef. O halde buyurun buradan yakın! Ben kullanmıyorum, o neden ile ben almayayım. Dumanınızı da bana doğru savurmasanız sevinirim.

Aydın Yılmaz
Amsterdam, 8 Ocak 2012


 

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..