Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '07

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Yağma ve talanın diğer adıdır kentsel dönüşüm projesi

Yağma ve talanın diğer adıdır kentsel dönüşüm projesi
 

"21. yüzyılın kentini yaratacağız”, “mega şehre mega proje”. Türünden tumturaklı laflar ağızlardan düşmüyor. Kentsel dönüşüm projesinin altında yatan niyetlerin aslen ne olduğu son derece açıktır.
Dar gelirli ve yoksul halk yığınlarının olabildiğince kent yaşamından dışlanmasıdır ve büyük sermayedarlara yeni yatırım ve kar alanları açmak Galataportlarla, Haydarpaşa’ya yapılması planlanan büyük ticaret merkezleriyle, gökdelenleriyle, köprüleriyle, otelleriyle ve devasa alışveriş merkezleriyle birlikte düşünüldüğünde, ortaya çıkacak pasta o kadar büyüktür ki, hükümetinden belediye başkanlarına, uluslararası finans kuruluşlarından inşaat tekellerine kadar, pek çok kesimin ağzının suyu akmakta ve onları bir an önce harekete geçmeye zorlamaktadır.

Şehrin çehresini ve görüntüsünü düzeltme kisvesi altında fütursuz bir şekilde gecekonduların yıkımına başlanmış olup, en feci şekilde yağma ve talanların yasal yolu açılmıştır. Gecekondularda oturan onbinlerce yurttaş evsiz barksız kalmıştır. Ve ilginçtir mevcut projeler kapsamında ve kentsel dönüşüm projesi kisvesi altında, yaklaşık olarak sadece İstanbul'da 150 bin gecekondu daha yıkılacaktır. İstanbul'da sadece bu gün için 1.300.000 konut bulunmaktadır. Ve bu konutların yarıdan fazlası kentsel dönüşüm projesi kapsamı içerisinde olduğu bilinmektedir.
Yıkılarak boşaltılacak olan bölgelere lüks oteller, iş merkezleri, ultra lüks konutlar inşa adilmek sureti ile dar gelirli yoksul vatandaşlar, kentin gelişmesine paralel değer kazanmış ve rantı artmış bu bölgelerden, ilgili proje kapsamı doğrultusunda kent dışına sürülecektir.
Politikacılar ağız birliği etmişçesine, kent yaşamının alışıla gelmiş sorunlarını, "kentsel dönüşüm projesi" ile çözüme kavuşturacaklarını ileri sürüyorlar. Esasen dile getirilen bu tip bir çözüm önerisine kanmamak gerekiyor.
Sermayenin güçlenmesi için çaba gösteren merkezi iktidar ve rantiye yaratma birimi olan belediyelerin, tek amacı büyük sermayedarların daha fazla kar yapacağı alanları oluşturmak ve daha fazla yatırım alanı açmak.
Esasen bu gün farklı bir pencereden baktığımızda; kentleri en feci suç alanlarına çeviren, yoğun trafiği ve yozlaşmış bir kültüre teslim eden, hava ve çevre kirliliği ile başbaşa bırakanda yine sermayenin anarşik rekabeti olmuştur. Dolayısı ile kentsel dönüşüm projesi adı altında, sermayenin anarşik rekabetine yeni kar alanları yaratıp, kenti tekrar cehenneme çevirme anlayışının, kenti kurtaracağını düşünmek ancak saf insanların inanacağı ve kanacağı bir durumdur. Yani sermayedarlardan kentleri cennete çevirmelerini beklemek aptallığın ta kendisidir.

Doğaldır ki rekabetle birlikte gelişen sanayi kentlerini, sermayenin kar anlayışına göre şekillendirdiği bir gerçektir.
Rant değeri yüksek bölgelerdeki gecekondu semtlerinin tasfiye edilmesi ve yerlerine sermaye açısından rantabl ve kârlı yatırımların yapılması, sermayenin doğası gereğidir. Dünyanın her yerinde sermaye geliştikçe, kentlerdeki yoğunlaşmada o ölçüde gelişmektedir ve nüfus kentlere doğru kaymaktadır. Hal böyle olunca kentler birer finans ve sanayi metropolü haline dönüşmektedir. Kaldıki bu gün İstanbul sanayi ve finans yapısı ile bir çok Avrupa ülkesini bile geride bırakmıştır. 1960'lı yıllardaki sanayileşme hamlesi büyük kentlere inanılmaz düzeyde bir göç dalgası yaratmıştır. İşçileşme anlamınada gelen bu muazzam göç dalgası kent çevresinde pıtrak gibi gecekonduların ortaya çıkmasına neden olmuş ve gecekondu mahalleleri oluşmuştur. Göç dalgasının 1960'lı yıllardan itibaren hiç durmaksızın devam etmesi ve 1990'lı yıllardan itibaren kürt sorunuda daha bir ivme kazanınca, kürtlerin göçüde mevcut duruma eklenip, göç dahada bir yoğun şekilde devam etmiş ve bu güne kadar gecekondulaşmanın çözümünde hiç bir adım atılmamış, aksine mevcut iktidarlar ve belediyeler gecekondu semtlerinden siyasi çıkar sağlamak adına peşlerinden koşmuştur.
Son yıllarda küresel ölçekte hızlanan emlak spekülasyonunun rüzgârından nasiplenmek isteyen sermaye, özellikle İstanbul’un pazarlanmasına özel bir önem vermiş durumda. Hükümet ve belediyeler üzerinden büyük bir etki kazanmış olan yeniyetme yeşil sermaye gruplarının da iştahı ve açgözlülüğü buna eklendiğinde, kentin merkezî bölgelerinde kalan gecekondu bölgelerinden ahalinin sürülüp atılması sermaye açısından zorunlu hale gelmiştir. Buna zemin döşemek içinse, kentteki hemen her sorunun kaynağı gecekondu bölgeleriymiş gibi gösterilmektedir.

Bu yalanların ardına saklanan rant avcısı belediyeler ve hükümetler, “Kentsel Dönüşüm” adını verdikleri yağma ve talan operasyonunu, büyük bir hızla sürdürmektedirler. Söz konusu olan sadece AKP’li belediyeler değildir, şimdiye dek ANAP’tan CHP’ye kadar tüm yönetimler aynı çizgiyi izlemişlerdir. Fakat en kapsamlı saldırıyı ve talanı yapma şerefine AKP’li belediyeler nail olmuştur. Belediyelere tanınan yetkiyle, istenen her yer “Kentsel Dönüşüm” alanı ilan edilebilmektedir.

Yine İstanbul özelinde konuşacak olursak, Küçükçekmece, Zeytinburnu, Okmeydanı, Fatih, Kartal, Pendik gibi birçok semtte yıkımlar devam etmektedir. Yıkım yapılan bölgelerde daha lüks yapıların veya komplekslerin inşa edilecek olması, emlak değerlerini ve kiraları şimdiden birkaç katına çıkarmıştır. Ankara’da da aynı çalışmalar sürdürülmektedir. Yıkılıp yeniden inşa edilmesi planlanan bölgelerin bir kısmında gecekondu semtleri, bir kısmında devlete ait işletmeler veya binalar bulunmaktadır. Bir kısmı ise orman arazisi kapsamında ya da boş hazine arazisi konumundadır. Ancak tüm bu planların, projelerin hayata geçmesinin ön koşulu, dediğimiz gibi gecekondu semtlerinin yıkılması, boğaz sırtlarındaki ormanlar gibi yeşil alanlara el konulması, tarihi yapıların yoğunluklu bulunduğu alanlara girilmesidir. Projelere kamuoyunun ciddi biçimde tepki göstereceğini hesaba katan hükümet ve belediyeler, bu yüzden işe gecekondu yıkımlarıyla ve hatta bu bağlamdada, özellikle Romanların yaşadığı semtlerdeki yıkımlarla başladılar. Ankara’daki Çinçin Mahallesi, Bursa’daki Kamberler semti ve İstanbul’daki Sulukule, Hacı Hüsrev, Kuştepe, Yahya Kemal ve Küçükbakkalköy semtlerinde yaşayan Romanların gecekonduları, yıkımların ilk hedefi yapılmıştır.

Zaten bir süredir medyada işlenen hırsızlık, kapkaç ve fuhuş artıyor, bunların kökü de kentsel çöküntü alanlarıdır, söylemi ile toplum nezdinde bu tür semtlerin birer suç ve terör yuvası haline geldiği fikri iyice kafalara kazınmıştır. Dolayısıyla yıkımlar başladığında büyük bir çoğunluk olaya, binlerce yoksul insanın yerinden yurdundan edilip sokaklara atılması olarak bakmamış, aksine iyi oldu, şehir bunlardan temizlenip güzelleşiyor diye düşünmüştür. Oysa çingene denerek aşağılanan ve dışlanan Romanların birçoğu, neredeyse yüz yıldan fazla bir zamandan beri bahsi geçen bölgelerde yaşamaktadırlar. Şimdi ise ellerine ev başına çok komik paralar verilerek (5 bin ytl) evlerini boşaltmaları istenmekte, kalacak ev istediklerinde kendilerine şehrin dışı sayılabilecek semtlerdeki TOKİ konutları önerilmekte, ama bunun için de üste bir miktar para istenmektedir. Çoğu zaman insanlara eşyalarını bile alma fırsatı tanınmadan yapılan yıkımlar sonucu, bugün pek çok aile, yıkılan evlerinin enkazı üzerinde perişan vaziyette yaşamaya çalışıyor.
Tabi yıkımlar salt Roman mahalleleri ile sınırlı değil. Gazi mahallesi, Küçük Armutlu, Sarıgöl gibi semtlerde yıkımlar 2004 yılından beri devam etmektedir. Bu yıkımlar yüzünden İstanbulu'un irili ufaklı bir çok semtinde inanılmaz trajediler ve dramlar yaşanmıştır.
Yıkıma maruz kalan yüzbinlerce aileye, alternatif olarak TOKİ konutları gösterilmiş, ama Toki konutlarının sınırlı sayıda olması sebebi ile yüzbinlerce aile ne yapacağını bilemez bir duruma düşmüştür. İnsanlar feci düzeyde dramlarla, trajedilerle karşı karşıya kalırken ve yıllarrın emeği bir dozer vuruşu ile yerle bir olurken, bakın dini müslüm Aksiyon dergisi nasıl bir açıklama yapmış zamanın birinde. “Kimse devletin yeni binalar yaparak gecekondu halkına dağıtmasını beklemiyor. Zaten serbest piyasa koşullarında böyle bir şey söz konusu olamaz. Her çıkar grubu şehir için fedakârlık yapmadan dönüşümün gerçekleşmesi mümkün değil. Kazanım kazanımdır. Biz böyle bakıyoruz.”
Oysa onca kaçak villaya ve onca kaçak yapıya göz yumulurken ve sermayenin değirmenine su taşımakla meşgul medya bu gibi kaçak yapıları göz ardı etmektende beri durmuyor. İlginçtir Kentsel Dönüşüm projesini savunan çevrelerin bir diğer argümanıda olası İstanbul depremidir. İstanbul'un ciddi bir deprem tehlikesi ile karşı karşıya olduğu kesindir. Ve sağlıklı ve planlı bir yapılanmanın hayata geçmesi zaruret icabıdır. Ama görünen bir gerçeğide göz ardı etmek mümkün değil. Sanki büyük sermayenin derdi kenti yeniden yapılandırma mücadelesi vermekmiş.
Oysa onların derdi halkın gözünü depremle korkutup, yeni kazanç kapıları aralamak. Kanımca başkada dertleri yoktur. Sermayenin bütün amacı Recidencler, oteller, gökdelenler ve alış veriş merkezleri üzerinden elde edilecek üst üste dizilmiş yeşil dolarları kasasına koymaktır. Yoksa kenti güzelleştirmek değildir amaç.
Mevcut yapıların depreme dayanıklı olmadığı kesindir. Mesela yıkımların devam ettiği gecekondu bölgelerine, alternatif olarak gösterilen konutların, depreme ne kadar dayanıklı olduğu ise meçhuldür.

Sonuçta amaç kenti değiştirip dönüştürmek değildir, büyük sermayeye yeni yatırım alanları açıp kar sağlamaktır.
Adıda "Kentsel Dönüşüm Projesidir."
Oysa gerçek adı "Kentsel Yağma Ve Talan Projesidir."


 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..