Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '06

 
Kategori
Doğal Hayat / Çevre
 

Yakın gelecek

Yakın gelecek
 

Her şey Karadeniz üzerinden gelen kara bulutlarla başladı. Bir gün sabaha karşı başlayan yağmur her zamankinden daha bir karanlık örtmüştü Karadeniz kıyılarındaki yemyeşil ormanları. Yağmura alışkın ağaçlar açmıştı kucaklarını gökyüzünden düşen damlalara. Toprak akan suları kana kana içine çekiyordu.

Çay ya da fındık bahçelerine gidenler sakınmıyordu kendini yağmurun yağışından. Balıkçılar karanlık ufka bakarken yağmur doluyordu gözlerine. Çocuklar okul yolunda koşarken atlaya zıplaya dalıyorlardı su birikintilerine.

Oysa bu yağmur onların bildiği saf, temiz, berrak, hayat veren pırıl pırıl yağan yağmur değildi. Kandırmıştı tüm canlıları sinsi sinsi haince içlerine yağıyordu. Damlalar sudan çok asit olmuştu. Yağan asit yağmuruydu. Anlayamamıştı kimse neler olduğunu ilk anda. Önce gözleri yanmaya başladı çocukların, yapraklar neye uğradığını bilemedi kavruluyorlardı yağmur altında. Balıkçı ölü balıkları gördü suda. Bahçeye giden kadınların bembeyaz baş örtüleri kapkara oldu. Bu defa bereket değil felaket yağıyordu.

Yine aynı günlerde Akdeniz kıyılarında hava açık ve güneşliydi, denizse yeşil hem de koyu yeşil - katil yosun- bu kıyılara da ulaşmıştı. Sahiller bu yosunların parçaları ve bunlar arasında yaşayamayan diğer deniz canlılarının ölüleriyle doluydu. Eskiden turistlerin doldurduğu bu sahilleri şimdi yosunları ve kokmuş balıkları toplayan çöp kamyonları dolduruyordu. Toroslardaki yer yer yeşil kalan alanlar yanmadıkları ve Karedeniz'deki gibi asit yağmurunu henüz görmedikleri için şimdilik şanslılardı.

İstanbul ya İstanbul’da neler oluyordu. Boğazda patlayan petrol tankerlerinden sonra iki köprüden biri kullanılmaz hale geldi. Şehrin varoşlarındaki insanların pek çoğu salgın hastalıklarlardan hayatını kaybetti.

İçme suyu sıkıntısı kalmadı, çünkü artık İstanbul’da içilebilecek su kalmadı. Sadece hastanelerde ve okullarda ücretsiz içme suyu verilebiliyordu. Artık terör eylemlerinin alışılmış biyolojik silahlarından sonra kirlenmemiş doğal kaynak yok denecek kadar az kalmıştı.

Diğer büyük şehirlerde de durum bundan farklı değil. İzmir’de ise çok daha kötü körfez tamamen doldurulmasına rağmen kirlilik önlenemiyor ve salgın hastalıklarla mücadelede başarıya ulaşılamıyor, halk şehri ölmeden önce terk etme telaşındaydı. Kütahya ve Bergama'daki toplu ölümler, İzmit ve çevresindeki zehirlenme vakaları yüz binleri buldu. Marmara'ya kıyısı olan tüm şehirlerde yıkıcı bir deprem beklenirken depremden önce deniz ve hava kirliliğinin verdiği zararlar ölçülemez boyutlara ulaştı. Doğuya büyük bir göç başladı. İç Anadolu'daki kuraklık devam ediyordu. Konya, Nevşehir, Kırıkkale, bölgelerindeki rüzgar erozyonunun önü alınamadığı için kum tepeleri oluşmuş, bir çöl görünümü almıştı. Güneydoğu Anadolu bölgesinde ise Irak ve İran'daki savaşlardan kaçan yüz binlerce mülteci yaşam mücadelesi veriyordu.

Artık büyük şehirlerde hayat bir kabusa dönüştü. Sokak çocukları gündüz vakti uyuşturucu parası için insanlara saldırmaya başladı. Bu günün çocukları, dengesiz beslenerek, yetersiz devlet okullarına gidip onu da yarıda bırakıyorlardı. Çalışmak zorunda olup da iş bulamayanlar suç örgütlerine hazır iş gücü olarak katılıyorlardı. Televizyonlardaki şiddet içeren filmler yıllarca beyinlere işlendikten sonra şimdi hayatın bir parçası oldu.

Bütün bu anlattıklarım geçmişte yaşanmış bir kabus değil. Bu yazıyı okuyan genç insanların yaşayacağı dünyanın ve ülkemizin yakın geleceği. Özellikle karamsarlık katarak, abartarak yazdım bu satırları. Yine de kimsenin umurunda olmayacak biliyorum. Çünkü yaşanmamış acılar hiç kimseyi acıtmazlar.

 
Toplam blog
: 5
: 1100
Kayıt tarihi
: 07.08.06
 
 

1968 Yılının Cumhuriyet Bayramında doğdum. Afyonkarahisar, Tekirdağ, Erzincan, İzmit, Gaziantep, Ayd..