Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ağustos '13

 
Kategori
Öykü
 

Yalan bayrakları - II -

Yalan bayrakları - II -
 

hayatım film şeridindeydi


Birkaç saat sonra kapım çalındığında, yatağın altına girip, saklanmak istedim. Olmadı tabii ki. Ellerim titreyerek kapıyı açtım ve bana eşlik eden beyaz giysili görevli ile koridorda yürümeye başladık. Aslında “Yaşam Terazisi” hakkında en ufak bir fikrim yoktu ancak düşündükçe karnıma ağrılar giriyordu. Bu da demek ti ki; benim için iyi bir şey değildi.

Koridorun ortasında bir asansöre binerek en üst kata çıktık. 375. Kattı ama çıkışımız 1 saniye bile sürmedi. Asansörün kapıları açılırken tekrar tuvalete gitme ihtiyacı duyuyordum. Öyle de yaptım. Çıkışta artık bahanem kalmamıştı, tıpış tıpış görevlinin ardından büyük kristal bir kapıya kadar yürüdüm. Soluğum kesilmek üzereyken “hışş” diye kapı yana doğru açılıverdi. Nazik bir dokunuşla içeriye itildim ve aynı şekilde kapı kapandı.

Kristal, sadece kapıda yoktu anlaşılan. Gözlerimi fazlasıyla alan bir ışık huzmesinin içine itilmiştim. Hiçbir şey göremediğim için de kıpırdayamıyordum. Sağ köşeden geldiğini tahmin ettiğim bir ses, beni bu tereddütten kurtardı “ sesime doğru gelin.”

Ellerimi uzatarak, ilerlemeye başladım. 24 yıllık hayatımda, körlerle karşılaşmıştım elbet, neden ellerini uzatarak yürüdüklerini de şimdi daha iyi anlıyordum. Bana çok uzun gelen bir yürüyüşün ardından, biri elimi tutarak beni çekti. Elime biri dokununca önce irkilsem de güvenli bir limana geldiğimi hissetmem uzun sürmedi. Gözlerim, ışığa biraz daha alışmış olmalı ki, karşımda bana anlayışla bakan yeşil gözleri görebildim. Gülümsedi ve oturmam için bir sandalye gösterdi. O da beyazlar giymişti.

Sandalyeye oturur oturmaz, ışığın şiddeti azaldı ve içinde bulunduğum mekanı görebildim. Bembeyaz bir odaydı. Yanımdaki kişi de bir sandalyede oturmuştu,  solumuzda bizimki gibi bir masaya oturmuş biri vardı. Kocaman bir salondaydım ve başka hiçbir şey yoktu. Üç kişi, iki masa, üç sandalye. O kadar.

Derken odadaki ışık tamamıyla söndü. Önce adım ve soyadım söylendi, aslında odada yankılandı demeliyim. Sonrasında da tam karşımdaki duvara bir doğum sahnesi yansıtıldı. “Neler oluyor?” diye geçirdim içimden. Bunca stresi bana bir film izlettirecekleri için mi yaşamıştım? Filmi seyretmeye devam ettikçe, annemle babamın duvardaki yansımalarına şaşırdım. Annemin kucağına verilen buruşuk ve esmer bebeğin de ben olduğumu anladım. Tam o sırada film dondu.

“Yaşam Terazini izlemeye hazır mısın?” diye sordu gizemli ses. Yanımdaki görevliye döndüm “sanki hazır değilim desem durum değişecek mi?” diye sordum sesim titreyerek. Hiç tepki vermedi görevli, suratındaki ifade, giysisi gibi, renksizdi.

İkinci kere soruyu tekrarladıklarında, sadece başımı “evet” anlamında eğebildim ve hayatımın kabusu başladı. Duvara yaşamımın yansımasını veriyorlardı ve her yalan söylediğimde, abarttığımda ya da ağzımda geveleyerek olayları geçiştirmeye çalıştığımda; duvarın solunda bir küçük scorebordda kırmızı bayrak dalgalanıyordu ve maalesef her geçen dakika sayıları da artıyordu.

Olayı yeni kavramıştım. Yaşamım boyunca söylediğim yalanlardan dolayı buradaydım. Gördüğüm her sahnede “ne de gereksiz yalan söylemişim”, “ ne saçmalamışım”, “Allah’ım ne gereği varmış” gibi sözcükler dilimden dökülüyordu. Gerçekten de doğruyu söylesem hemen kurtulacağım olaylarda, yalanlar nedeniyle battıkça batıyordum.

Filmde 14 yaşıma geldiğimde beyaz bayrak sayısı hala yoktu. “İnsan küçükken de bu kadar yalan söyler mi canım?” diye kendi kendime kızmaya başladım. Bari küçükken doğruları söyleseymişim!

14 yaşımdan sonra beyaz bayraklar yanmaya başladığında, bir hayli şaşırdım. Ne olmuştu da beni doğru söylemeye yöneltmişti? Hemen sorumun cevabı duvardaki yansımadan geldi; Annemin yalanlarımdan birini yakaladığında bana bir bakışıydı bu. Tüylerim diken diken oldu. Gerçekten de çok utanmıştım o bakıştan. Sonrasına da yansımıştı annemin gözlerindeki ifade.

20’li yaşlarıma kadar beyaz bayraklar çoğunluktaydı. Sonra işe giriş ve kız arkadaş meseleleri nedeni ile yine kırmızılar yanıp sönmeye başladı. Artık resmen alenen dua etmeye başlamıştım. “ Ne olur beyaz bayraklar çoğalsın” diye. Haaa, kırmızılar çoğalırsa ne olacağını sadece tahmin ediyordum, o da bana yetiyordu zaten.

Bir ara “ahhh keşke”dedim fısıldayarak “keşke biri bunları bana daha önce söyleseydi!”

Tam o sırada filmin yansıtıldığı duvarda bir kapı açıldı ve içeri bir gölge girdi. Yaklaştıkça karnımda burkulmalar olmaya başladı; kısa boylu, tombul adam yeşil tulumu ve beyaz şapkası ile karşımda dururken, film son kez gittiğim lunaparktaki konuşmayı veriyordu;

“Hiç kimsenin haberi yok ama günde 9 kere yalan söyleme, abartma ya da geveleme hakkı vardır insanların..."

O an kalbimde bir kırılma sesi duydum, sanki camdan bir vazoyu yere düşürüp de kırmışım gibi bir ses. Hayatımda hiç bu kadar utanmamış, pişman olmamıştım. Saldalyenin arkasına bıraktım kendimi. Halim olsaydı, altına gizlenecektim. Uzun süredir tuttuğum nefesimi dışarıya verirken, bedenimin üst kısmında ve boğazımda dayanılmaz bir acı hissettim. Ben, kendimi yerden yere atarken, içimi parçalayarak çıkan küçük cam parçaları etrafa saçılıyordu…

 

Çimen Erengezgin

 
Toplam blog
: 164
: 608
Kayıt tarihi
: 08.09.11
 
 

Yazar ve Yoga Eğitmeni ..