Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yalanımdan dönmem

Yalanımdan dönmem
 

Bu köpeklerin kendi aralarında müthiş gizli bir haberleşme ağları var. Bir şifre kullanıyorlar ama ben çözemiyorum. Kısaca "hav" diyorlar. Uzunca hav hov ve türevleri. Sibirya'da bir köpek alarm verse Kenya'da olay çıkarabilirler. Çok mu abarttım? Sanmıyorum.

Bu sabah Romeo arkamdan havladı. Dönüp susturdum, çünkü servisi kaçıracaktım ve onunla ilgilenecek vaktim yoktu. Siteden çıktığımda sokak köpekleri kapıya toplanmıştı. Kovdum hepsini. Hem kaçıyorlar hem havlıyorlar. Sabah saat 6.40. Eğlence oldum heriflere. Lan gidin birbirinize havlayın, alt mahallenin köpekleri ile savaş yapın. Yok. Havmış. Hav da neden? Ne yaptım ben?

Sonra uzaktan büyük, kangalvari bir köpek çıkageldi. Şu kuyruğu kıvrık, burnu kara olanlardan. "Vay beni neden çağırmıyorsunuz eğlenceye" diyen bir tavırlar kaçan köpeklerin arasından geçip bana saldırdı. HOŞŞT ULANN diye bir bağırdım, köpek tereddüt etti. O beni delikanlı sandı, oysaki ben korkudan altıma edecek gibiydim, bereket versin sesim gür çıktı. Önce sendeleyen köpek tekrar hamle yaptı. Can havliyle eğilip yerde bir şey aradım. Elime kum geldi. Burun buruna gelmemize ramak kaldıki kumu yüzüne fırlattım. Kendimi çantasında sprey taşıyan kokana kadınlar ve bir gün kokana olacak genç kızlar gibi hissetmedim de değil. Ve fakat kum çok işe yaradı. Köpekten "gıyk" diye bir ses geldi ve uzaklaştı.

Ama ben geri adım atmadım. Çünkü bu köpek kısmı öğrenmeye çok açık. Baktım madem çekindi benden, daha da üstüne gittim. Yerden taş alır gibi yaptığımda uzağa kaçıyordu. Sonra koruya girdi. Bende peşinden daldım. Yerden de bir dal aldım. Bir yandan dalı ağaçlara vuruyorum ve "keserim senin g.tünü itoğlu it" diye bağırıyorum. Ardından gelen Gargamel-Erol Taş vari kahkahalarım da cabası. Köpek yitip gitti.

Bir daha da karşıma çıkacağımı sanmıyorum. Korktuğundan değil de sanıyorumki benimle bir kere daha muhatap olmak istemeycektir. Ben olsam, ben de istemezdim. Ne diyeyim.

***

Tanıştığımızda yaşımı fazla söyedim. 29 dedim. Oysa henüz 26 yaşındaydım. O ise 32'ydi. 26 yaşında erkek, 32 yaşında bayan. Bilmiyorum. Arası bana fazla açık geldi. Bir kere de bu yalanı söyledin mi, dönüş yok mirim. Diyemiyorsun "şey ben aslında 26 yaşındayım..." diye. İlişki de güzeldi. Kızı da sevmiştim. İstediğim kadar ilgi görüyordum, seviliyordum. Muhabbet ediyorduk falan. Sonra bir gün doğum günüm geldi çattı. Ve ben 27, yaş günümde 30. yaş günümü kutladım. Bütün arkadaşlarım var doğumgünümde. Kardeşim bile vardı. Hepsi de mükemmel bir yalanın halkası olarak bana artık 30 olduğumu söylüyor, yeni yaşıma ve 30'lu yaşlara biran önce alışmamı temenni ediyorlardı. Hiçbir şeyden habersiz sevgilim de gülüp duruyordu. Vicdan azabı çekiyordum ama bu küçük yalan olmasa bu ilişki başlamazdı belki. Bu yalan ortaya çıksa bu ilişki biterdi belki.

Bugün gerçekten 30. yaşımı kutluyorum. İkinci kez kutladığım için pek stres yaratmadı. Acaba o zamanki sevgilim bugün ne yapıyordur...



***

Çocuklara "kafanızı koparırım sizin, gidin başka yerde oynayın" diyen insanlar olur her mahallede. İşte ben bu hayatta en çok onları sevmedim. En çok kim bağırdıysa orada oynadım. Geçen gün anneannemlere gittim. Çocuklar sokakta patırtı yapıyorlardı. Annneannem sinirlendi. Camı açıp kovmaya kalktı. Çocuklar terbiyesizlik yaptı. "Gitmezler anneanne boşuna kovma" dedim. "Neden gitmiyorlarmış" dedi. "Gitmezler" dedim.

Bir bu kadar daha yaşayabilirsem eğer, sükuneti pek seven birisi olarak ben de bu durumlara düşeceğim sanırım. İlginç tarafı, bağıran ve bağrılan kişiler hep aynı insanlar. Zaman dediğin zaten bir yanılsama. Acaba diyorum tahinli kurabiye pişirip çocukları evime çağırır mıyım? Yanında süt verip sohbet eder miyim? Patırtı yapmamaları için onları kandırabilir miyim...

Hiç sanmıyorum.

***

Bekleme odası da ne kötü bir yer mirim. Bekleyiş boyunca türlü nöbetlerden geçiyor ruhum. Kapının önünden geçen insanların ayak seslerini dinliyorum. Erkekler yerleri gıcırdata gıcırdata, kadınlar ise topuklarını yere vurarak yürüyorlar.

Kapının önünden geçen kadınların ayakkabalarını getirmeye çalışıyorum gözlerimin önüne. Sonrasında ayak bileklerini ve bacaklarını. Devamında kalçalarını ve bellerini. İllaki memelerini. Boyunlarını, yüzlerini ve saçlarını. Ten renklerini ve kokularını. Yaşlarını. Göz renklerini. Yüzlerindeki çizgileri ve o çizgilerin oluşma sebeplerini. Beni tanısalar hakkımda ne düşüneceklerini. Hepsini ve daha fazlasını düşünüyorum. İstediğim kadar düşünmem için bana yeterince zaman tanıyorlar bekleme odasında.

Vakit geçmek bilmiyor, bekleme odasında.

***

Metin dediğin sade olmak zorunda değil. İhtiyaç varsa dallanacak, budaklanacak. Ama kökü bir olacak. Her kelimenin beslendiği su ortak olacak. Dere kenarında açan çiçekler gibi, hepsi birbirinden farklı olacak ama mayası aynı kalacak. Tek bir taştan yontulmuş heykel gibi olacak. Hem tek parça olacak hem içinde detaylanacak.

Metindeki kelimeler bir annenin çocukları gibi olacak. Biri diğerine benzemeyecek belki ama hepsi aynı sütten beslenecek.

***

Deniz Lisesi'nde okurken adada yaşayan bir kız vardı. Her fırsatta kesiyorum, yolunu gözlüyorum, takip ediyorum. Evini öğrendim, kapısını öğrendim ama gidip çalamıyorum. Ne zaman İstanbul'a iner, hangi vapurla gider hangisiyle döner, saat kaçta bakkala gider, hangi gazeteyi alır, sabah pastahaneden ne alır, ne yemeyi sever (ponçik) biliyorum. Ama kendimi ona fark ettiremiyorum. Sonra bir gün Kadıköy'de rastladım. Herkesin kendi çöpüğünde öter elbet. Oturdum yanına, bir muhabbet başlattım. Ama çok fena aşığım, aklım beş karış havada. İsmini sordum da cevap verirken dudaklarına bakmama rağmen ne dediğini duyamadım.

Muhabbet ilerledikçe ismini tekrar soramıyorum. Her saniye, ismini tekrar sormak hayatta göze alınamayacak bir riske dönüşüyor. Adaya beraber döndük. Onu evine bıraktım, ben okula döndüm. Telefonu vardı elimde. Bir daha ne gün ve nerede ve saat kaçta buluşacağımız da belliydi. Sevgili sayılırdık değil mi? Elbette! Elbette! Ve fakat adını bilmiyordum. Sormama da olanak yoktu. Tam 3 ay canım, aşkım, hayatım, cicim, şekerim gibilerle idare ettim. Sonra bir gün sinemaya girerken biletçi paso istedi. Pasosunu gösterirken adını gördüm.

İsmi Gizemmiş...

K.

(inanmayın)

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..