Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '07

 
Kategori
Felsefe
 

Yalnız olmak, yalnız olmak...

Yalnız olmak, yalnız olmak...
 

Cesur olmak isteyenlerin hiçbiri cesur olamadı, “OL”amadı… Çünkü cesaret; tasarımın, hedefin, kör istemlerin ötesinde bakir mi bakir, deli mi deli, arı mı arı bir yer idi.

“Sonunu düşünen kahraman olamaz!” türü beylik laflara itibar edenler de hiçbir vakit kahraman olamadı. Zira “Nasıl kahraman olunur?” sorusuna yanıt arayanlar da kahraman olamazdı!

“Öz istenç” sanılan tüm “sanal istemler”i, “hakikat” vaadi ile “hakikati baltalamak” adına ortaya atılan tüm reçeteleri denize atmayan hiçbir yolcu; zincirlerinden azad olup yola düşemedi, çığlık atamadı!

Çünkü “Ya ben çığlık atınca…” diye başlayan türlü varsayım, kurgu ve korkularla vurdu hakikatin kıyısına! Rüzgarları denizle kucaklaşamadan, ruhları o kör bedenlerine bir tekme atıp azad olamadan, karaya oturdu gemileri!

“Hakikat pusulası”nın tüm kadranlarını bir bir kopardılar o kanlı parmaklarıyla ve en büyük yarayı açtılar kendilerinde, plastik suratlarına bakıp şişinirken kör dev aynalarında…

O plastik suratların arasında koptu feryadım, kıyametim! Dev aynalara ardımı dönüp bambaşka aynalara, “ayn”lara koştum telaş, açlık, arayış ve aşkla; “Dev aynalarındaki plastik suratlar değildir aç olduğum! Hakikat aynasındaki akisler! Gözgöze gelmeye hasret olduğum O nazar!” diye yandım yakıldım, acı ve korktuğuna uğramak istemeyen ürkek bir inançla!

İnancımı yel alır almaz, ürkek bir ben kaldı geriye. Dizlerim tir tir titredi, avuçlarım sucuk su terledi, kalbim yerinden çıkmacasına salladı bedenimi!

Ama cesur olmak geçmedi hiç aklımdan! “Cesur olmalıyım, kahramanca savaşmalıyım!” cümlesini kuramayacak kadar rüzgar oldum çünkü! Resim çizemeyecek, yazı yazamayacak kadar hesapsız, ayarsızdım artık! Hatta kitapsızdım; reçetesiz, pusulasız, dursuz duraksız, sadece rüzgardım artık! Rüzgar!

Aklımı alan da oydu ya zaten! Platon’un Akademia’ya yazdırdığı “Matematik bilmeyen giremez!” yazısı değildi kapıdaki! “Aklını aldırmayan giremez! Hesap yurdu değil, hakikat kapısı bu kapı! Burda cesur olunmaz, kahraman olunmaz, büyük olunmaz! Yalnız OLUNUR! YALNIZ olunur!” diyordu usulca…

İşte buydu büyük sır! Tekrar ettim biteviye; “Burada yalnız OLUNUR! Burada YALNIZ olunur…”, “Burada yalnız OLUNUR! Burada YALNIZ olunur…” …

Ne cesur, ne kahraman, ne büyük! Yalnız ve yalnızca OLUNUR burda!... Yalnız OLMAK, YALNIZ olmak…

“Felsefe tek kişilik bir etkinliktir!” tespitini duyduğum an iskankardım ya, sonradan öğrendim bu köprüden cümleten geçilemeyeceğini… “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz…” diyen usta yürek, çözmüş müydü işi? İşte yanlış soru, yanlış harita!

Çözenin neyi ne kadar çözdüğü değil ki benim işim!

Benim işim yalnız OLMAK!

YALNIZ olmak!

Birdenbire “BİZ” olunmuyor! Birdenbire birçok şey oluyor da insan, “BİZ” olamıyor işte! Cümleten geçilmiyor bu kapıdan! “Önce YALNIZ olacaksın ve işte ancak o vakit OLACAKSIN!” diyor O! Bu kadar mı zordu bu cümleyi keşfetmek? Bu kadar mı derindeydi bu anahtar? YALNIZ olmak… Yalnız OLMAK…

“BİR”e gitmek için önce “bir” olmak gerekmiş! Önce YALNIZ oldum, “bir” kişi düştüm yola. Ancak “YALNIZ OLMA”yı öğrenince açıldı yol, göründü şen manzara… Sonra “BİZ”e giden bir anahtar bırakıldı avucuma; aydım şükür ile, huzur ile, selamla!

Heeeeyyyy Zerdüşt!

Sahi sen neden çıkmıştın dağa?

Kente ruhları şen kılan, “kut”layan,

kucaklayan bir “çocuk” çığlığı ile dönmek için mi?

 
Toplam blog
: 27
: 1562
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

İsmim Ayten Çalış. Tanıyanlar soyadımla müsemmâ olduğumu söylerler, bilmiyorum! Ama "Sen kendini ..