- Kategori
- Öykü
Yalnızlık ve kargaşa
“Neden yalnızsın” dedi.
“Yalnız değilim ki” dedim.
Alaycı bir bakış atıp, ellerini iki yana açtı,
“Kim var ki bir bak etrafında Allah aşkına” diye bir sitem sorusu savurdu. Tüm istediği beni deli göstermekti. İçindeki o intikam ateşinin acısından kurtulmak istiyordu. “sen” dedi, duraksadı ve etrafına baktı, yavaşta eğilip, benim duyabileceğim şekilde “ yalnızsın ve yalnız öleceksin.” diye fısıldadı. Geriye çekilmeden elinden tuttum. Şaşkındı, ama ümitli gözlerle ona sevgimi haykıracağımı düşünürken.
“Yalnız değilim ki” dedim ve elini bıraktım. Kendini geri çekerken, yüksek bir sesle “bak bu Raskolnikov” dedim boş sandalyeyi göstererek, gözleri gerçekten dehşet içinde bakıyordu ben diğer sandalyeyi gösterirken “bu da Pia” dedim. Sanki biraz önce yaptıklarına pişman olmuştu. Yüzündeki ifadeler gittikçe anlamsızlıktan bir telaş ifadesine dönüşüyordu. Kafasını salladı etrafına baktı. “Raskolnikov’u bilirsin suç ve ceza’dan, bana dostoyevski’yi anlatıyordu” dedim. Yüzündeki ifade iyiden iyiye afallamış bir şekil alıyordu. “Bu da Pia, Attila İlhan’ı bulamayınca yanıma gelmiş” dedim. Düşüp bayılmamak için sessizce bakıyordu. İçindeki sesi çıkarsa ruhunu kaybedebilirdi. Öylece duruyordu. Karşıdaki sandalyeyi gösterip “oturmaz mısın” diye sordum. O ise öylece dona kalmıştı….
Sibel oturduğu yerden kalkıp, masanın üstündeki kül tablasını aldı, Camın kenarındaki masaya gidip oturdu ve camı açtı. “Yani, bu günkü konumuz nedir?” diye sordu. Sibel’e böyle bir karar almıştık. Bitmek bilmeyen anlamsız ilişki konuşmalarımız yerine, her gün birer hikaye ve konu bulup bunu üzerine konuşacaktı…
“Yok, yok” dedi Hasan. “Bence Sibel’i önce anlatmalı ve hikayeye öyle girmelisin” diye devam etti. Ben anlatırken karaladığı kağıtları benim önüme attı. “Böyle gölgeli çizimler olmalı kapakta” dedi… Hasan hep böyle yapardı. Sibel karakteri konusunda, yani Sibel adının verildiği karakterleri pek kaldıramazdı. Oysa Sibel, bir karaktere verilebilecek en iyi isimdi. Karakter ismi, zaten benim gibi beceriksiz bir yazar için büyük problemdi. Hele karakteri ve ismini bütünleştirmek kâbustu…
Ekrem ayağa kalkıp, “yani konuyu biliyor mu Hasan karakteri” diye sordu. Gözü bir ara duvardaki saate takıldı. “evet biliyor” dedim. “hem yazarın sorunlarını niye dile getiriyorsun ki çok klasik olur, yazarın hayatından hikaye çıkmaz kardeş” dedi…
Hande kafama vurup, büyük bir kahkaha attı. “Harbiden bu hikayene hiç başlama Sibel, Hasan ve gerçek karakterin Ekrem” dedi. “Kalk da bir hava alalım, sen konusuz kalınca hep böyle olursun” dedi. “Kaç hikaye var oğlu bu hikayenin içinde, Ekrem’de haklı, yazarın hayatından hikaye olmaz” derken kendini masanın yanındaki koltuğa bıraktı…
Cansel; “ Hikayenin içinde hikayeler koymalısın bu kitabın ismini” diye gülerken, önüme bir bardak çay koydu. “Hem ne var bu Hande isminde anlamadım, Başka karakter ismi mi yok. Neyse, seni bu hikayeden çıkarmak için kahve makinesinden bir hortum bağlayalım” dedi ve kapıdan kahkaha atarak çıktı…
Melike anlamsızca bana baktı. Kapalı parmaklarını gösterdi. “Tam beş kişi var hikayede, beşi de küçük hikayelerde geçiyor, başalmıyor ki oğlum bu hikaye” dedi. Duvardaki saate baktı “Ama Cansel’i kıskandım, onun yerine benim adımı kullansana, hem beni direk yazarsın, zorluk çekmezsin karakter konusunda ” dedi. Kahkaha atmamak için sırıtan bir ifade ile kıvranıyordu. “sahi açıkmışsın, ha bu arada bu kadar karakter, bu kadar hikaye içinde, hikaye gerçekten okuyucuya yalnızlık hissi verirde” dedi ve durdu. Tekrar saate baktı; “geç olmuş artık yat” dedi ve televizyonun karşısına geçip bir şarap açtı… Kalkıp şarap şişesine dokundum. Şarap gerçek…