Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Eylül '19

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Yargıç mı Algıç mı?

Hayatın kalitesi; zaman planlaması ve yaşam çarkına bağlıysa eğer, bu kalite çarkının tam ortasında yer alabiliyor muyuz?

Yaşam çarkında bireysel ihtiyaçlar, iş hayatı, eşler ve arkadaşlıklar var.

Bunun yanı sıra anne-baba, akrabalık, komşuluk, vatandaşlık da yer alıyor.

Hayatın provası var mı, yok!

Öyle ise gerçekte sadece içinde bulunduğumuz anı yaşıyoruz.

Hayatın içini doldurabilmek için anları yakalamanın formülü var elbet…

Boş mazeretlerin ardına saklanmayıp, tepki vermek değil de empati kurabilmek pek çok sorunu daha başından çözebiliyor.

Yani evinde buçuk olan, dışarıda tam olamıyor.

Şimdi şöyle bir empati kuralım:

- Anneniz hasta…

- Babanız yok…

- İşleriniz yoğun, örneğin birden fazla işte çok sayıda kişiyle uğraşmanız gerekiyor.

- Çocuklarınız ergen ve okullarında en kritik dönemi yaşıyorlar (hayat memat meselesi yani!)

- Eşiniz hasta, kendiniz de biraz öyle, hipertansiyon, bel fıtığı falan…

- Birkaç sivil toplum kuruluşuna gönüllü olarak üyesiniz ve aktif olarak görev alıyorsunuz.

- İstanbul trafiğinde her gün aktif olarak araç kullanıyorsunuz.

- Her gün olmasa da birkaç günde bir, gergin geçen resmi randevularınız oluyor, oradan buradan çağırıyorlar yani…

- Kardeşlerinize, akrabalarınıza ya da arkadaşlarınıza da zaman ayırmanız gerekiyor.

Bunların hepsini bir ömür boyunca mı yaşıyoruz, birkaç yılda mı, yoksa hepsini birden bir mevsimde mi?

“Keşke!” Dediğiniz anda, bir bakıyorsunuz ki hayatın silgisi yok!

Bu gerçeği fark edebilmek yeterli sanırım.

İletişim, "alacağınız tepkidir" paradigmasını ister istemez içinde bulunduğumuz an bize gösteriyor.

Öyle ise tepki yerine, boş mazeretlerin ardına saklanmadan ve diklenmeden dik durabilmek bu işin formülü.

Yani yargıç olmak yerine “algıç” olmak…

Hayatı yargılamak yerine algılamaya çalışmak…

Düştüğü komik durumlara yenilmek yerine hayatı, yaşadığı anın içinde yakalamayı başaran “Hüsmen Aga”; komik halleriyle hepimizi güldürür.

Hem düşündürür hem de acınacak duruma düşmez ve karşındakini de düşürmez.

Gülmek ve güldürebilmek zor, AĞLATMAK çok kolaydır, hayatın anasını bile ağlatmak mümkün değil midir?

Güldürmek varken ağlatmak niye, ağlamak niye?

Bir soluk durabilsek, yavaş acele (!) edebilsek, düşünmeye de yeter anlar, hayatın tadını çıkarmaya da...

Dolu-dolu yaşamaya da...

Yetmez mi dersiniz?

Hanımefendilik, beyefendilik paraşüte benziyor; içine bilgi, beceri ve nezaket doldukça açılıyor.

Açıldıkça daha çok işe yarıyor.

Örneğin birini başarılarından dolayı tebrik etmek, devamını dilemek, işte böyle bir şey…

Kişisel gelişimcilerin dediği gibi; sen değiş dünya değişsin, çünkü iç dünyamızı halletmeden dış dünyaya yeterince yardımcı olamıyoruz gerçekten…

 

 
Toplam blog
: 276
: 1102
Kayıt tarihi
: 19.11.12
 
 

Evli, 2 evlat babası, 1965'te doğdu, inançlı, müziksever, insansever, yurtsever, iyi yüzer, ünive..