Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Kasım '09

 
Kategori
Güncel
 

Yargıçlar, dinlenmeli de mi yargılanmalı, yoksa dinlenmemeli de mi yargılanmalı?

Yargıçlar, dinlenmeli de mi yargılanmalı, yoksa dinlenmemeli de mi yargılanmalı?
 

Yargımızın anası ve devlet şürekâsı


Sabih Kanadoğlu'nu izliyorum. Yargı mensuplarını dinlemenin hukuki olmadığını anlatıyor.

Bazıları ona, "Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi savcılarından biri" gözüyle bakıyor. Çünkü her şeyi biliyor. Her şeyden anlıyor.

Ona göre, mevcut meclisin çıkardığı kanunlar ve hükümetin icraatları hukuka uygun değildir. Bu nedenle, meclisten geçen her yasa, iktidarın her tasarrufu yargıya götürülse yeridir.

Kanadoğlu bir süre önce, yarım asırdır (3/1) 184 olan "meclis toplantı yeter sayısının" Abdullah Gül'ü (cumhurbaşkanı) seçmeye yetmeyeceği kanatine ulaşmış ve bunun, (3/2) 367 ye çıkarılmasını istemiştir. Anayasa Mahkemesi de onun bu görüşünü onaylamıştır. Bu vesileyle, neredeyse cumhuriyetle yaşıt bir yanlış düzeltilmiştir!

Sabih bey böylece, "anayasaya sadakat görevini" yerine getirmiş, cumhuriyeti yıkılmaktan, lâikliği de "elden gitmekten" bir süreliğine kurtarmıştır. Fakat, (bazı kesimlerde büyük hayranlık ve takdir toplayan bu) çabaları Gül'ün seçilmesine engel olamamıştır.

Birkaç gün önce kendisini gene, diğer konuklarla birlikte, yargıdaki dinlemeler üzerine konuşurken gördüm. O, dinlemelerin hukuka ve yargı bağımsızlığına aykırı olduğunu söylüyordu. Prof. Burhan Kuzu ise, Kanadoğlu'nun iddialarına cevap veriyor, duruma hukuki ve yasal açıklık getirmeye çalışıyordu. Ama o'nu ikna edemiyordu.

Kanadoğlu, "dinleme hukuka aykırıdır, bununla yargının bağımsızlığı yara almıştır" benzeri iddialarda bulunuyordu. Nedense görüşünü, herhangi bir kanun maddesiyle açıklama gereğini de duymuyodu. Sadece, hamasi ve soyut değerlendirmeler yapıyordu.

Doğruyu söylemek gerekirse bu tarz, iddiaları hukuki dayanaktan yoksun olanların başvurduğu bir yoldur. Aklen ve kanunen fikirlerini destekleyecek delili bulunmayanlar her zaman böyle yaparlar.

Meselâ, "yaşlı ve bilgili insanların evi aranamaz, onlar tutuklanamaz, kamusal alanda baş örtülemez, hakim ve savcılar dinlenemez, bazılarının sevdiği insanlar suçlu sayılamaz veya bu meclis anayasa yapamaz" şeklinde düzenlenmiş bir mevzuatımız yoktur.

O nedenle bunlar da tezlerini bazan, anayasanın değişmez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddelerine, bazan yüksek mahkeme kararlarına, bazan da şimdiye kadar hiç önemsenmemiş usül kurallarına atıfta bulunarak ispatlamaya çalışırlar.

İşte, bir kaç gün önce izlediğim tartışma programında da böyle olmuştu. Kanadoğlu'nun, müphem ve nereye çeksen gelecek elastiki sözleri Burhan Kuzu'nun sabrını iyice taşırmıştı. Adam, sonunda patladı:

"Söylediklerini reddediyorum, kabul etmiyorum, " diye yüksek sesle bağırdı ve devam etti:

"Bu tartışmalarla hiç bir yere varamayız. Meclisin anayasa maddelerini değiştirebileceğini kabul ediyorsun ama aynı meclisin yeni anayasa yapamayacağını söylüyorsun. Bununla ilgili bir kanun göster dediğimde, "Anayasa Mahkemesi'nin kararları var" diyorsun. Mahkeme kararı kanun mu?!"...

Artık bu noktada durup bir değerlendirme yapmamız gerekiyor.

Muhtelif kanallarda takip edebildiğim kadarıyla, bir kısım hukukçular, başta Prof. Süheyl Batum ve Doç. Ümit Kocasakal olmak üzere, aynen Kanadoğlu gibi davranıyorlar. Yani açıkça, hukukun değil ideolojilerinin tarafında yer alıyorlar. Sonra da kalkıp, siyasetin yargı üzerindeki vesayetinden bahsediyorlar...

HSYK'nın, eski Van savcısı F. Sarıkaya'yı görevden almasını normal buluyorlar. İddianamesi, (muhtemelen içinde Yaşar Büyükanıt'a yer vermesi sebebiyle) yanlış diyorlar. "Mahkemenin kabul ettiği, faillleri yargılayıp cezalandırdığı bir iddianame nasıl yanlış olur" denildiğinde polemik yapıyorlar veya, "sahi şimdi nerde o savcı?" diyerek alay ediyorlar. (1) Görevinden alınmış bir hukukçunun yerinin ne önemi varsa?...

Diğer bazı hukukçular ise genellikle, iddialarını yasalarla desteklemeye çalışıyorlar. Bu durum aynı zamanda, yargı mensupları arasındaki görüş ve kalite farkını da ortaya çıkarıyor.

Şimdi artık, "olguları yasalara göre değil de kafalara göre yorumlayan hukukçuların oluşturduğu bir yargı kurumu, ne kadar bağımsız olabilir" diye düşünebiliriz.

İstanbul Barosu Başkanı Muammer Aydın, yargıçları, "mutlak tarafsız ve dürüst kimseler" şeklinde niteliyor. Böyle düşünenlere göre, bakanla müsteşar HSYK üyeliğinden çekilse, her şey bu kurulun eline kalsa memleket, güllük gülistanlık olacaktır! Millet, adalet neymiş görecektir!

Evet, teoride yargı mensupları, tarafsızdır. Ama pratikte hiç te öyle değildir. Muammer bey sadece kendine baksa, söylediklerinin doğru olmadığın anlayacaktır. Çünkü zat-ı alileri imam-hatipler, katsayı eşitliği, Ergenekon ve dinlemeler konusunda taraflıdır. Tabi, Kanadoğlu ve Batum da...

Yargı mensuplarının, "semavi alemden inmiş ve ilâhi lûtufla donatılmış özel varlıklarmış" gibi sunulmaya çalışılmasına dayanamıyorum. Esasen, buna benzer bir çok abukluğa da illet oluyorum ya neyse..

Hukuk mezunları sanki göksel varlıklardır. Susamazlar, acıkmazlar, yiyip içmezler, uyumazlar, üşümezler, giyinmezler, evlenmezler. Eşleri, çocukları, arkadaşları, dost ve akrabaları yoktur. Sema aleminden inmeden önce sinirleri alınmış, duygu dataları silimiştir. Gece gündüz bağımsız bir biçimde, "adalet, adalet!" diye sayıklayıp dururlar... öyle mi? Yemezler!

Neden mi? Çünkü ekranlarda gördüğüm hukuk insanları, yargı tapıcılarının bu iddiasını doğrulamıyor.

(1) Şemdinli'de bir kitapevinin bombalanmasından sonra çıkan olaylar ardından yakalanan askerlerle ilgili dava.

Resim: www.gucluhaber.com/politika/46-politika-haber...

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..