- Kategori
- Kişisel Gelişim
Yaşam etkileşimdir, insana düşen bunu ayrıştırmaktır.

Yaşam etkileşimdir, insana düşen bunu ayrıştırmaktır. Oysa biz yargılara boğuluruz, tanımlamalara girişiriz. Düşüncede kayboluruz ve deneyimde sınıfta kalırız. Çok basit bir gerçeği ayrıştıramayız; etkileşimlerin üzerimizde bıraktıyı etkinin bizde yarattığı hissi bilme, anlama ve ona göre davranma yetisini... En anlaşılması gereken nokta da budur.
Neyin yanından geçip gidileceği, kimi/neyi/ sözü/deneyimi içimize alacağımızı bilmek, insanın içini neyin aydınlattığını, kimin kararttığını, kimin yanında uzun kimin yanında kısa kalınacağını, kimin yürekten konuştuğunu, kimin zehir saçtığını görmek ve tüm bunları öğrenmek hayatidir. Gerçek eğitim budur. Yaşamdaki hastalıklı çeşitlilik karşısında sağlıklı yanda durabilmek onu tanıyabilmekten geçer. İnsanın kendine karşı en büyük görev/sorumluluğu budur; hastalığı tanımak ve sağlıklı kalmak!
Ne derler; ‘insanlar çeşit çeşit’. Her insanın herhangi bir konuya katılımı, tepkisi, etkileşimi, bakışı kendine özgüdür. Bu kendine özgü durumlara karışan şartlanmışlık ve koşullanmalar insanın kendine özgülüğünü kaybedip tepkisel davranmasına ve tepkisel algılamasına neden olur. Eğer tepkisel algılama ve davranma söz konusu olmasaydı insanların birbirleri olan ilişkileri nezaket, saygı, sevgi ve anlayış çerçevesinde olurdu. Ama öyle değil! Durum böyle olunca etkileşimlerin insana verdiği zarar da kaçınılmaz oluyor. Bu zarardan korunmanın yollarını bulmanın gerekliliğinin de kaçınılmaz olarak doğuyor.
Bu zamanda akıl karışıklığı yaratan pekçok etkiye maruz bırakıldık. Genel iletişim kanalları, insanların yinelediği yaşam kalıpları, içinde bulunduğumuz gelenek ve kültürün yozlaşmış tarafları ve eğitimin insan zihnini berraklaştıran değil de karıştıran bir formatta yapılandırılması karşısında gerçekte neyin ne olması gerektiğini karıştırır olduk. Önümüzde düzgün, kendini bilen insan örnekleri de az! İnsan kendini, zihnini, bedenini, algısını ve psikolojisini koruması gereken bir zamanda yaşıyor artık!
Kişisel gelişim, ruhsal çalışma ve öğretiler başlıklı kimi çalışmalarda bu karışık zihinlerden çıkan kimi söylemler de dikkatimi çekmiyor değil! Karşıda ne görürsen sende de var, yargıladığında yargılanırsın, sevgi, sevgi, sevgi insanı sevgi kurtaracak, filan, falan… Bu söylemler çarpıtılarak anlatılıyor ve gerçekte ne anlama geldiği tam anlaşılmıyor!
Bunlar insanın kafasını bulandıracak türde, insanın özsel gelişimine zıt söylemler bana göre. En önce insanın karşıdaki herhangi bir kişiyi/durumu/olayı ‘net’ bir şekilde görüp değerlendirmesi gerekir. Ona acıması, ondan korkması, onu yargılaması, onu sanal bir şekilde sevmeye çalışması, onda gördüğü bir hastalığı kendine mâl etmeye çalışması ve durumu duygusal ağırlıklı değerlendirmesi çarpık bir algının işaretleridir. İçinde yaşadığımız toplumun duygusal tavmalar altında ezilmiş ve her konuya duygusal travmalar çerçevesinde bakmakta olduğunun anlaşılması gerek önce.
Yargı ise başka birşeydir. Bir meseleyi ‘net’ olarak görmek ile yargılamak başka bir şey. Bunlar özellikle karıştırılıyor. Yargılamak tabii ki hatalıdır. Ama görmek şarttır. Gördüğün şey üzerinden durumla nasıl bir etkileşime gireceğini anlamanın şart olduğu gibi…
Sevmek meselesi… Sevmek bir histir ve içerden gelir. Yürekten gelir, ruhtan gelir. Düşüncenin bulanık dünyasından doğmaz sevgi. Doğmuyorsa doğurulamaz. Sevin, sevin, sevin diyenler nefretin diğer ucunda bulunan hastalıklı ve ikircil bir sevgiden, marazi bir duygudan bahsediyorlar. Kendi uydurdukları bir sevgiden. İçinde anlayış bulunmayan bir sevgiden…
'Karşıda gördüğün sende de var' söylemi ise çok bulanık bir söylem. İnsan gerçekten görmediğinde karşıda kendi yansımalarını, kendi yansıtmalarını görebilir. Bu mümkündür. Ama bunu genel bir yargı gibi koymak zihin berraklığının, ruhsal gelişimin önüne bilerek, isteyerek çok büyük bir engel koymak demektir. Kişisel algılamanın çukuruna düşmek demektir! Kişisel algılamak ise kişinin gelişimindeki en büyük çukurdur. Tepkisel davranmanın da en büyük nedenidir.
Sağlıklı değerlendirmeler yapamayan bir insan sağlıklı olamaz. Değerlendirme ve yargıyı karıştırmak, karşıda gördüğünü kendine mâl etmeye çalışmak bir tür korkaklıktır. Cesarette yargı olmaz, kabul olur. Korkaklıktır yargıyı yaratan.
İyi, kötü diyen yargının kendisidir. İyi de kötü de aslında karşıt değil. İyi, kötünün, kötü de iyinin içindedir. Evrensel doğrular bunu söylemekte; karanlığın içinde ışık, ışığın içinde karanlık var demekte... Gör demekte! Gör, kabul et, sana uygunsa, uyumluysa iletişimde kal, değilse uzak dur demekte. Neyi içine alıp neyi almayacağını bil demekte. Seçim yap demekte.
Diğer taraftan kim ne derse desin, kendi deneyimlerimizden doğan bilişlerle uyanırız, kitaplardan okuyarak veya birilerinden öğrenerek değil. Bu da şu ana kadar geldiğim noktada öğrendiğim en önemli doğrulardan biridir. Kendi bulduğum benim bildiğimdir. Başka kanallar ancak insanın entelektüel bir cehalet ve kibirde takılı kalmasına neden oluyor. Bilgi deneyimle beslenmedikçe işe yaramıyor. Seçimlerle hayata geçirilmedikçe insanın içinde oturmuyor. Hissedilmedikçe insandan uzaklaşıyor, unutuluyor! Gözlemlediğim de budur. Bu da sabittir. Hiç kimse de fikrimi değiştiremez!
Nasıl bir toplumda yaşıyoruz? Ve nasıl bir hamurda yoğrulduk? Her gün gördüğümüz şey ne ve biz bunun neresindeyiz? Bunu düşünmeyen ve durumun farkında olmayan insan dalgın ve otomatik yaşamların içinde demektir.
Bir tarafta dalgınlık var diğer tarafta farkındalık. Doğrudur; farkındalık dalgınlığın içinden doğabilir. Dalgınlık farkındalığı yutabilir. Her şey birbirinin içinde. Beyazın içinde siyah, siyahın içinde beyaz... İçimizde neyi büyüttüğümüz asıl mesele!