- Kategori
- Öykü
Yaşamak 3

Yaşamak elli yaşlarında saçları kırlaşmış bir adamdı. Hastalıklıydı. Oksijen eşliğinde duygu zehirlenmeleri geçirirdi. Yaşamak isminin özelliğini kaybettiği zamanlarda evinin tam karşısındaki gri, eski, kayıtsız, suskun, sessiz, eski istinat duvarının pürtüklerinde, alaca karanlıklarda, gözlerini dinlendirirdi. Bazen duvarın da ona baktığını hisseder ürperirdi.
Zamanla duvar değişmeye başladı. Bazı yerlerinde oyuklar oluştu hastaydı. İçinden çakıl taşlarını pıtır, pıtır kilit taşlarının üzerine kusuyordu. Duvarın üzerindeki nem ve nemin oluşturduğu küf akla hayale gelmeyen resimler çizmeye başladı. Bazen bir kadın, bazen bir gitarist. Gökyüzüne doğru yollar gidiyordu, kuşlar uçuyordu. Bazen bir kapı açılıyordu duvarda. Bazen silinip kaybolan harfler beliriyordu kapının üstünde. Bir gün büyük bir dikkatle okumaya çalıştı. “Herkes giremez” yazıyordu. Bir zaman sonra porte gibi içindeki paslı demirleri göründü. Sonra notalar, çok sonra müziği duyulmaya başladı. Oda müziği değil, genellikle caz, blues ya da vals gibi bir şey çalardı. Öyle zamanlarda kilit taşlarının üzerinde dikilir kalırdı Yaşamak. Bir sabun köpüğü gibi ayaklarından yukarılara doğru çıkıp gelirdi o ezgi. Kilit taşları ayağınnın altından rüzgara tutulmuş bulutlar gibi hızla akardı, adım atamazdı. Bir de yağmurlardan sonra, günlerce şırıldardı duvar, için, için ağlardı. Her yaşamın bir müziği vardı.
Çok sonraları Yaşamak’la konuşmaya başladı duvar. Yaralarını gösterdi. Nerelerinde ne istediğini, ne hissettiğini söyledi. Yaşamak duvarın yaralarını sardı renk, renk. O gri kasvetli hali dağıldı duvarın. Renklendi, gülümsedi… O da sokağına sarıldı, adını sevdi tekrar..
Kim bu günlerden daha değişik günleri, nöbetleri, göz kürelerinin ardındaki şeytani bakışları, kulak algılamalarının umarsızlığını, ruhun can çekiştiği günleri, Anonim, ltd, şirketler arasında, Dünya Ana’ya yabancı, bayağılığı, çekilmezliği, boşluğu, o rezilliği, kusturucu bir ilaç gibi sürdürülen yaşamlarda yaşamışsa, bu günleri öpüp başına koyardı. Hatta gönlü gitarının paslanmış tellerini akort edip, aşırılığa kaçmayan, kısık bir sesle, ilahi bir şarkı söyler, içindeki sessiz, yumuşak başlı, rakı ile biraz da uyuşturulmuş, memnunluklar için Tanrı’ya şükrederdi. Elbette hiç bir şey mükemmel değildi. Saçları kırlaşmış bir sürü yarımlıklar her şeyin ve herkesin ikiz kardeşiydi. Ama böyle günlerde içindeki negatif şeyler seslerini fazla çıkarmayı göze alamazlardı. Böyle zamanlarda her şey fısıldayarak konuşurdu. Ayak parmakları üzerinde bir gölge gibi gezinirlerdi.
Yaşamak saçları kırlaşmış elli yaşlarında bir adamdı. Yoldan geçen tanımadığı insanlara, çok özleyip, çok istedikleri, görünce hayret edip sevinçten havaya uçacakları bir şeyleri, ellerine bırakıp kaçmak isterdi.