Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '09

 
Kategori
Felsefe
 

Yaşamı ateşe verenler

Yaşamı ateşe verenler
 


Gerçeği yalnızlığınızda aramaya başlamışsanız eğer, gerçeği aldatmacalara sürükleyen kişilerin arasında kalmışsınız demektir. Böyle anlarda, ya uyumlu olmayı seçer insan, ya da isyan etmeyi! Dünya dağılmaya başlamıştır gözünüzde. Kendinize şaşmakla başlarsınız ilkin.. Sonra dilinizi yutarsınız.

Ülkedeki bir azınlık ulusa kendi dilinde konuşmayı yasaklayan zihniyet, size de yasaklamıştır ana dilinizle konuşmanızı. Ana dilinizde küfredildiğini işitmeniz, hele o yılışık küfürbazlardan çok daha iyi bilip konuşuyorsanız dilinizi, size daha da ağır gelir. Öfke, giderek yerini acıma duygusuna bırakır.

Soytarılar bayramına dönüşmüştür ortaklaşa sevinçler... Zaman zaman aşk masalları, yurt masalları dolanır ortalıkta. Hiç de inandırıcı gelmez size..

Düşmansız yaşamanın bir yolu yok mudur? Nasıl yaşanır düşmansız? Düşmanın olmadığı bir yer söyleyin bana!

Kalabalığa karışmak, yalnız kalmakla aynı şey. İskelede vapur bekleyenlerin, peronda metrobüs bekleyenlerin kalabalığında yapayalnızız.

Ya yalnız kaldığınızda?.. Kapalı ya da açık bir mekanda tek başınıza kaldığınızda neler geçer aklınızdan? Bütün olaylar beyninizin menzili dışında; ama orada.. oldukları yerdedir. Beyniniz sinyal alıp sinyal verirken bir de bakarsınız, kalabalıklaşıvermişsiniz birden bire..

Bu yüzden mi arkadaşları çoğaltır kendine yetemeyen insan? Önce kalabalıklaşıp, sonra yalnız kalmak mıdır meramı kalabalıklar içinde?

Bir de potansiyel suçlusunuz! Yaşamı savunmaya katılmaktan hüküm giymişsinizdir. İşsizlikten, sokak çocuklarından, insan ve hayvan haklarından söz etmek demode ve gereksiz gevezelikler olarak algılanır çok bilmişlerin çevresinde. Yaşamı savunmak da ne demek? Hem size mi kaldı büyük büyük adamlar eli kolu bomboş otururken! Onlar sırf can sıkıntısından yaşamı ateşe verirlerken!

***

Bir süredir düşünüyorum. Tolstoy, “toprak, her kim toprağı işliyorsa, onundur.”a benzeyen bir laf etmiş, ben de bunu yıllar önce beynimin bir kıyısına kazımışım. Bazen hatırlar, “hiç de öyle olmuyor!” derim kendi kendime.. Böyle derim de ne olur? Hiç, tabii. Kendi kendine konuştuğunuz lafın bir tiyatro repliği ezberlemekten ne farkı var? Neyse...Şimdi bu sözü bizim emekçiler için uygularsak ne oluyor, bakalım. İşi kim yapıyorsa, iş onundur. Bu durumda işveren diye bir şey olmadığı açığa çıkıyor. Ne demek işveren? İş henüz yapılmamış, “işveren” sizi işe alıyor. İş yok ki ortada! İş henüz yapılmadı! Henüz yapılmamış işi nasıl verecek size? “İş, her kim işi üretiyorsa onundur.”a gelelim, uzatmadan! İşi de emekçi ürettiğine göre, “işi”ni üreten işçinin ta kendisi, işveren denilen de boş gezenin boş kalfası oluyor!

Yalnızlık...Düşmansız bir sığınak.. Faşizmin giremediği tek kale! Bu avuntuyla saklanırız yalnızlığımıza. Ancak, çok ciddi bir çelişki de var burada. Yaşamı bireyler olarak savunamayacağımızı, her adımda biraz daha çoğalmamız gerektiğini, kısaca örgütlenmek gerektiğini söyleyip dururken bir de bakmışız, çoğaldıkça sürü psikolojisi içine girmeye başlamışız. İşte tam bu noktada süreç, tersine işlemeye başlar ve yavaş yavaş çözülür, son ilmek de sökülünce, kendimizi yalnızlığın limanında tek başımıza buluveririz.

Yılışık küfürbazlar, sahne almakta gecikmez, sizin herkesi çevrenizden kaçırdığınızı düşünüp, sevinirler. Öyle ki kendilerine bir gün önce küfredenle bile hemen barış imzalayıp, size nispet yapma yarışına girişirler. Siz ise tek başınıza, pencerenizden güneşin ufuktaki doğuşunu izlersiniz. Önce çan sesleri işitirsiniz. Sonra birkaç çobanlı büyük bir SÜRÜnün tepenin yamacında OTlandığını! Bu durum günlerce, aylarca sürüp gider. Sonra bir bakarsınız ki OTlar sararmış, SÜRÜ uzaklaştırılmış, otlaktaki kuru otlar ateşe verilmiş. Yeni sürüler için, yeni otlar ekmek için.

Uzaklarda, yaşamı ateşe verenlerin zafer çığlıklarına karışmış kahkahaları! Bir sevinç çığlığı, çift nokta parantez... Bir kahkaha, çift nokta parantez...

Yaşam, parantez arası değilse de... kaşla göz arası, ateşe verilmekte.


İnsanlığın kaldırma kuvveti yer çekimini yendiği için ateşe verildi yaşam! Sırf eğlence olsun diye insan insanı aslanlara yedirdi, insanlık bunu kaldırdı. Savaşlarda, soykırımlarda her türlü katliam, iğrençlik yapıldı, insanlık bunu kaldırdı. Sırf dünya görüşü kendine uymuyor diye insan kurtlar sofrasında paramparça edildi, insanlık bunu kaldırdı! Üstelik de insanlık, en vahşi kurtların sırtını sıvazlamaktan hiç geri kalmadı! Ayrı bir blog yazmayı düşünmüştüm, bu konuda, vazgeçtim. Usta Nazım'ın affına sığınarak BLOG YERİNE BİR YORUM, bir son söz yazıyorum bu yazıya!

“Yazın üç sütun üstüne kapkara puntolarla / Zelin, YERYÜZÜ’nde kalmaya devam ediyor hâlâ!”


Zelin Artug, Kasım 2009, Yeryüzü

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..