- Kategori
- Anılar
Yaşamla ölüm arasında

Fotoğraf Tuna Akçay
O sabah karnımda müthiş bir sancıyla uyandım. Saat 7 sularında. Mide bulantısı kalp atışlarımı hızlandırmış ellerim ayaklarım hatta beynim uyuşmuştu. Kalbim normalin on misli kan pompalıyordu bedenime. Parmak uçlarıma iğneler batıyordu. Gözlerimin önünde asılı perdelerden görebildiğim tek şey gri bir ışık huzmesiydi. Sırtımdan boynuma doğru bir sancı daha hissettim, başım bedenimden ayrılıyormuşçasına şiddetli bir ağrı. Ne nefes alabiliyordum ne de gözlerimi açabiliyordum. Bulanık bir nehrin içinde kaybolmuşçasına oradan oraya savruluyordum. Damarlarımın daraldığını artık vücudumda kan bile dolaşmadığını fark ettim. Boynumdan aşağısını hissetmiyordum. Gözlerimin önündeki perde bir an aralandı, boğuk, titrek ve sanki kilometrelerce uzaktan geliyormuşçasına kısık sesler işitmeye başladım. Sanki birileri beni uyandırmaya, bedenimin kaybettiğim parçalarını birleştirmeye çalışıyordu…
Bir an ciğerlerimde şiddetli bir yanma hissettim, içimde tuttuğum hava kurşundan bile ağır, gözlerimi kamaştıran ışık güneşten bile yakıcıydı. Sonra bir anda film koptu ve içimden gelen tok bir ses duydum. Kalbim… Durmuştu… Avuçlarım yanaklarım ve ayaklarım mosmor öylece uzanıyordum beyaz çarşafların üzerinde… Uzaktan gelen sesler kesildi, ışık yerini kapkaranlık bir sonsuzluğa bıraktı, bedenim bana hiç bu kadar hafif gelmemişti. Her şey birkaç saniye sürdü ve bir an kalbimin üzerinde hissettiğim ağır bir metal parçasıyla kendime geldim. Tenimi, dokunduğu anda alev gibi yakan soğuk bir cisim… Sonra yeniden sesler duymaya başladım, perde aralandı ve gözlerimi yakan ışık içeri süzüldü yeniden. Bu sefer konuşmalar daha netti ve kaybolan ellerim ayaklarım gövdem yerine yerleştirilmişti. Nasıl oldu kim nasıl yaptı bilemiyorum ama vücudumun artık bir bütün olduğunu hissedebiliyordum. Ciğerlerimdeki yanma henüz geçmemişti ki bir an kalçamda ağır bir darbe hissettim ve o an hiç unutamayacağım bir şey oldu. Dudaklarımın arasından bana ait ama benim iradem dışında üç beş sözcük kayıp gidiverdi…
Saat 10:42yi gösteriyordu… Ben bunca acı çekerken etrafımdakilerin bağrışları aklımdan çıkmıyor... Bir insanın acısı nasıl bir başkasının mutluluğu olabilir ki… Bir an kafamı çevirdiğimde yanıma koşar adım yakalaşan biri bağırmaya başladı. İşte film yine kopuyor. Hatırladığım tek şey havanın çok sıcak olduğuydu...
Başucumda birinin bağrışıyla uyanıyorum yeniden, kulaklarım uğul uğul: ‘Tebrikler, nur topu gibi bir kızınız oldu…’ İşte bin dokuz yüz seksen altı yılının Temmuz ayının on beşi benim hayatımın dönüm noktasıdır aslında. Yaşamla ölüm arasındaki o incecik yoldan ben çoktan yürüdüm... O perdenin kapanıp yeniden aralanması yalnızca 3 saniye sürdü ve o 3 saniye annemin babamın ve şu an beni tanıyan herkesin hayatında çok şey değiştirdi… Yani ben öyle düşünüyorum J Yanılıyor muyum? Kim bilir… O perde yeniden tamamen ama sonsuza dek kapanmadan, hayatlarına bir çizik attığım herkesi yeniden kucaklıyorum…