- Kategori
- Anılar
Yaşanmışlıklarım - 5 : Uyuşturucu ile tanıştığımda 8-9 yaşlarımdaydım...
İçe çekilen duman "içeni", dışarı üflenen duman da "başkasını" zehirler...
UYUŞTURUCU MADDEYİ GÖRDÜM... TAŞIDIM DA... AMA NE OLDUĞUNU BİLMEDEN...
Kahveci çırağı olarak çalıştığım sırada karşılaştım uyuşturucu madde ile...8-9 yaşlarındaydım. İlkokul bir ya da ikinci sınıf tatilinde idi... İki numaralı ağabeyime yardım ediyordum, onun ocakçı olarak çalıştığı bir kahvehanede... Civardaki fabrikalara, dükkanlara ve diğer iş yerlerine çay, kahve ve gazoz servisi yapıyordum...
Kahvehanenin bir de sahibi vardı ; Yakup amca... Kahvehanenin ocağa, --yani çay ve kahvelerin hazırlandığı yere-- yakın bir köşedeki bir masada oturur, kahvehane içinde yapılan çay, kahve, gazoz ve limonata dağıtımın, kağıt (o zamanlarda gözde olan oyunlarından, pişpirik, kaptıkaçtı, 66 gibi..) ve tavla oyunlarının para hesabını tutardı. Bazı müşteriler paralarını nakit öderler bazıları da borç defterine yazdırırlardı.
Bu oyunların koordinesini ve takibini de Ramiz amca yapardı... Ramiz amca farklı bir insandı... Zaman zaman, yanıma yaklaşır, kahvehanede kağıt oynayan yaşlıları göstererek, (sizlere aktaramayacağım sözlerle) "ölmek ve öldürmekle" ilgili bazı şeyler
söylerdi..."60 yaşından yukarı olanların bu ülkeye hiçbir faydası yoktur ; bunların hepsini(...!?...) lazım" derdi...Ramiz amca, ara sıra da, özellikle genç ve orta yaşlı müşterilere de, çiklet gibi küçük paketler verirdi. Sorduğum zaman da, "boş ver oğlum!" derdi ve ne verdiğini söylemezdi...
x x x
Yakup amca, bazı günlerin öğleye yakın sıralarda beni evine gönderir ve "yengen sana bir şeyler verecek, onları getirirsin" derdi..."Verdiği şeyleri cebine koyarsın, öyle getirirsin" diye de tembihlerdi...
Zaman zaman, bazen 3-4 günde bir; bazen de bir ya da iki hafta aralıklarla Yakup amcanın verdiği bu görevi yaptım...Genelde öğle vakitleri gittiğim için karısı, önce beni güzelce doyurur ve arkasından da meyve verirdi... Sonra da, içinde bir şeyler olan küçük paketleri kısa pantolonumun iki cebine koyar gönderirdi...
Yakup amcanın evi, Ayvansaray ile Balat semti arasında bir yerde idi... Tam karşısında da bir Rum ilkokulu vardı. O sırlarda ülkemizdeki azınlıklara karşı olan tavrımız hiç de hoş değildi. "Türkçe konuş vatandaş!" sloganı çok kullanılırdı... Bu kadarla da kalmazdı. Daha sonraki yıllarda, yani biraz büyüyünce, mahalledeki arkadaşlar toplanır, yalnızca "Rum çocuğu dövmek" için o okulun önüne giderdik... Bunun ne utanç verici bir eylem olduğunu sonraki yıllarda anladım...
Neyse...
Bir gün, şeytan dürttü ve yolda yürürken cebimdeki küçük paketlerden birini açtım. İçinde, dört köşe yeşil -- yeşil sabun renginde -- ince bir şey çıktı... Ne olduğunu anlamadım. Ama, bir ara terzi çıraklığı da yaptığım için paketten çıkan şeyi, ustamın, kumaş üzerine patron çizerken kullandığı sabuna benzetmiştim. Paketi tekrar sardım ve kahvehaneye gittim... Ağabeyime, getirdiğimin ne olduğunu sordum..."Yoksa baktın mı?" diye o da bana sordu... Baktığımı söyledim...O da, daha önce Ramiz amcaya sorduğumda verdiği cevabın aynısını verdi; "Boş ver oğlum!" dedi...
Ben de boş verdim... Ama bir gün o getirdiğim şeyin ne olduğu konusunda bir şeyler anlar gibi oldum. Daha, önceki bir anımda, evimizin bir Bizans Sarnıcına bitişik olduğunu, önünde koca bir Çınar Ağacı'nın bulunduğunu, sarnıca dayalı da bir çeşmenin mahallenin su ihtiyacını karşıladığını yazmıştım.
Bir Pazar günü, akşam üzeri, evimizin balkonundan etrafa bakıyordum. Bu sırada, çınar ağacının kalın gövdesine sırtını dayamış bir adam gördüm. Adam, cebinden, tütün sigarası sarmak için kullanılan küçük bir kağıt parçası, sonra diğer bir cebinden de bir kutu -- büyüklerimin 'tütün tabakası' dedikleri türden -- çıkardı. Aynen dedemin yaptığı gibi, kutudan bir tutam tütün aldı ve tütün kağıdına koydu...Ama sonra dedemin yaptığından farklı bir şey yaptı. Cebinden, terzilerin, kumaş üzerine elbise patronu çizmek için kullandığı yeşil sabuna benzer bir şey çıkardı ve dişi ile küçük küçük parçalar kopararak tütünün üzerine koydu, sonra tütünü beyaz kağıda sardı ve kalın bir sigara yaptı. Cebinde kibrit çıkardı ve kalın sigarayı yaktı...Bir şeyler anlamaya başlamıştım.
Hemen içeri koştum ve gördüklerimi babama anlattım. Babam geldi ve adama bağırdı. Adam, söylene söylene oradan ayrıldı.
Babama da, adamın tütüne karıştırdığı şeyin ne olduğunu sordum...Babam, "kötü bir şey o, sigaranın içine onu karıştırınca sarhoş oluyorlar" dedi...Ama, babam da tütün içine konan o maddenin ismini söylemedi. Ben de söylemeyeceğim; ama hazırlanış şeklinden onun ne olduğu sanırım anlaşılmıştır.
NOT : Şimdi, belki dersiniz ki, bir evin önünde öyle sigara içilir mi? Esasında içilmez; ama evimizin bulunduğu cadde Ayvansaray-Esnaf Lonca Caddesi'nin başında idi. Bu cadde iki mahalleyi birbirinden ayırırdı. Caddenin üst tarafı, o zamanlar bizimi dediğimiz gibi "Çingene Mahallesi" idi...Bu mahallenin çalışanları çoğunlukla, eskiciler, şişelere mandal verenler, çalgıcılar ve çengilerdi... Caddenin alt tarafı ise, yukarı mahalleden çok farklı idi...O zamanlar kullanılan tabirle "düzgün insanlar" burada otururdu... Yani bizler, onlara göre "düzgün insanlardık"(!?) Ama, "Lonca" denince bizim taraf değil de onların tarafı akla gelirdi. Tüm İstanbul tarafından bilinirdi... Bu mahallede her şey vardı ve her şey yapılırdı...İstanbul'un pek çok gazinosunda ve o dönemde çevrilen siyah-beyaz yerli filmlerinde, muhakkak bu mahalleden çalgıcılar olurdu...
Çok küçük yaşta bu tecrübeyi yaşamam, benim yolumu çizen önemli bir kazanç oldu... Okumanın ve adam olmanın, değişik bir deyişle,"bir baltaya iyi bir sap olmanın" gerektiğini düşündüm... Okumaya merakım, benim bu yolda "itici gücüm" oldu...
cdenizkent