- Kategori
- Dünya
Yaşar Kemal'in AB'ni istemiyor oluşunun ardında yatan sıkıntı...

Yaşar Kemal’in AB karşıtı söylemi Türkiye’de oldukça güçlü bir yankı buldu. Yaşar Kemal gibi büyük bir kalemin daha birkaç yıla kadar AB yanlısı oluşunu itiraf etmesine takıldım bu söylemde. Türkiye’de birçok kişinin içine düştüğü yanlışlardan bir tanesidir AB.
Kendisini solun içinde tanımlayanların bunu itiraf etmekte zorlandıkları için; <ı>esas meselenin AB değil, AB’nin standartları ve demokrasisi olduğu yönündeki vurgunun da siyasi olarak güçlü ancak altyapısal anlamda desteksiz olduğunu farklı yazılarımın içinde ifade etmeye gayret ediyorum.
Sol nedir ya da neden demokrasi ihtiyacı duyuyoruz? Bunu tam olarak idrak ettik mi?
Eşitliği olmayan bir dünyada yaşıyoruz. Eşitlik sorunu öncelikle gelir dağılımından kaynaklanır. Gelirin hakça bölüşülmediği bir düzende ezilenlerin eşitlik ve demokrasi talebi olacaktır. Ülkeler zenginleştikçe, gelir dağılımında belli bir denge kurulur. Bu o ülke içindeki demokrasinin tabana yayılmasını sağlayan katalizör şeklinde çalışır. Kuşkusuz demokrasinin teminini sağlayacak aktörlere de ihtiyaç duyulur.
Burjuva demokrasisinde güçlü bir burjuvaya ihtiyaç duyulur. Burjuvazinin güçlü olmadığı devletler totaliter – devlet kontrolünde olmaya mahkûm olurlar. Burada devlet niye müdahaleci, devletin kontrolünün asgariye indirmek lazımdır demek yerine o görevi yapacakların nerede olduğunu sormak çok daha anlamlıdır. Türkiye’de güçlü bir burjuvazi olmadığı için yabancı sermayenin onun yerini alması bekleniyor. Özelleştirmelerden çıkan sonuç da budur.
Demokrasi mücadelesi eninde sonunda sivil toplum örgütlerinin de güçlü olmasını gerektirir. Bugün kalkıp “<ı>demokrasimiz AB standartlarında olmalıdır” diyen bir aydının/entelektüelin kendinden biraz utanması gerekir. Çünkü bu da bir çeşit güçsüzlük, kendi işini başkasına yüklemek demektir.
AB, yukarıda saydığımız etkenleri içinde barındıran güçlü ve zengin birlikteliktir. Zenginliğinin kaynağını defalarca ifade ettiğim için tekrarlamıyorum. Süreci tersine çevirdiğiniz anda, o zenginlik biraz riske girdiğinde, kriz zamanlarında standartların daraltıldığına da şahit oluyoruz.
İngiltere’nin sorgulamalarda gözaltı süresini 42 güne çıkarma teşebbüsü fiili bir gerçekliktir. Fransa'da İnsan Hakları İhlali uluslararası örgütlerle kayıt altına alınmıştır. Almanya’da, Avusturya’da, Hollanda’da yapılan ayrımcılık ve ırkçılık artık siyasi örgütlenmeler şeklini almıştır. AB müdahaleci ya da darbeci değilse, Soykırımcılıkta Batı'nın rolü: Fransa Ruanda'da ne yaptı? sorusunu biz neden sorduk?
Yaşar Kemal yaptığı açıklamalarda AB’ye karşıt olma durumuna gelişle, Türkiye’de ulusalcı olarak anılan ya da kendilerine bu ismi veren milliyetçilerle farklı çizgide oluşunu da özellikle belirtmek istercesine milliyetçilikten ne kadar rahatsız olduğunu söyleme gereği duyuyor.
Türkiye’de bu konu da maalesef bir paranoya halini almıştır. Ulusalcı olmak burjuva demokratik devrimlerinin ürünüdür. Kimliğinizi unuttuğunuz anda varlık nedeniniz ortadan kalkar. AB tamamen pragmatist bir örgütlenmedir. AB’ni oluşturan devletler tek başlarına güç olamadıklarından birlik olmak zorundadırlar. Ancak bu birliğin de kriz anında nasıl atomize davrandıklarına şahit olduk. O birlikte Fransa’nın Fransa olarak, İngiltere’nin İngiltere olarak, Almanya’nın Almanya olarak bir duruşu vardır. O duruşu kazandıran da gücüdür. O güç nereden gelir, açın tarih kitaplarını okuyun. Türkiye, Türkiye olarak duramadığı, aydını aydın, burjuvazisi burjuva, sivil toplum örgütü olmadığı sürece o birlik bizim için de başkaları içinde bir anlam ifade edemez.
Yaşar Kemal’in yaptığı bu açıklama benim için bu anlama geliyor. Türkiye’nin en güçlü kalemi bu kadar dalgalanıyorsa vay bizim halimize demekten başka bir şey de gelmiyor elimizden.
Uzay Gökerman