Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yaşayan ve yaşamayan evler

Yaşayan ve yaşamayan evler
 

yaşamayan, ruhsuz ev


Ben evleri ikiye ayırırım. Yaşayan evler ve yaşamayan evler.

Yaşamayan evlerden nefret ederim. Bu evlerde eşyalar ister eski olsun, ister yeni olsun fark etmez. Eşyaları otuz yıllık da olsa, bugün alınmış gibi yepyenidir. Malları bir değerlidir, bir değerlidir. Fakat onlar o eşyaları, onlara hizmet etsin diye değil, o kişiler, eşyaya hizmet etsin diye almışlardır. O eşyaları korumak için ellerinden gelen çabayı gösterirler. Sehpaların üstüne çizilmesin diye, havlu örtenleri mi istersiniz, yoksa halıların püsküllerini muntazaman tarayanları mı? Çaydanlıkları, tepsileri, buzdolapları sanki dün alınmış gibidir. Nasıl korurlar, anlamadım gitti. Fakat böyle yapa yapa evin ruhu kalmamıştır. Ev karakteristik bir özelliğe sahip olmaktan çıkıp bir mobilyacının vitrinine benzer. Eşyaları ister çok pahalı olsun, isterse piyasa işi, hiç fark etmez. Evin kokusu dahi bir tuhaftır. Sanki size bağırır, “ben yaşamıyorummmm, beni diri diri mezara gömdü. Ah beni bir kullansınlar. Oysaki beni üreten işçiler, kimbilir demişlerdir; “şimdi bu eşyada kim oturacak, hangi çocuk koltuğun üzerinde zıp zıp zıplayacak? Hangi teyze üzerine çay dökecek?” Yok olmaz, olamaz. Ay yüzeyinde yürürlermiş gibi, yumuşak adımlarla incitmeden kırıp dökmeden yürürler, otururlar.

Bu evleri botokslu insanlara benzetiyorum. Yaşlanmış fakat, yüzünün hiçbir noktasında yaşamın izi, bir çizgi, bir kaz ayağı olmayan ifadesiz suratlar. Yüz gerilmekten, gözler sabitleşmiş, anlamsızlaşmış… Kaşlar alın hizasında Mr. Spack modeli. Onlar botoksları yaptırınca, biz diyoruz ki, “ay ne kadar gençleşmişsin böyle, adeta yirmi yaşındaki haline dönmüşsün!”

Yaşlısın işte, hem de anlamsız, sanki bir buz kalıbının içinde senelerini geçirip bu güne gelmiş gibidir, halin. Yüzünde hiçbir yaşanmışlıktan iz yoktur.

Bu evlerde aynı botokslu insanlar gibi, anlamsız, ruhsuz, yaşamın izi olmayan evler.

Oysa bir koltuk oturula oturula, minderi kırışmalı, halının tüyleri dökülmeli, fayanslarda çatlak olmalıdır. Yoksa diğeri eşyanın tabiatına aykırıdır. Seramiklerde aşınmışlık olmalıdır. Ev o zaman yuva olur, sıcaklığını yansıtır. Diğerinde ise “kuru bir evdir.”

Ben tarihi bir binaya girip de; o binanın mermer merdivenlerinden çıkarken, oluşan aşınmışlığa bakmak çok hoşuma gider. Kimbilir buradan kimler kimler, niçin geçtiler, diye düşünürüm. Hangi ayak izleri burayı bu hale getirdi. Buralardan mutlu mu geçtiler, mutsuz mu, telaşlı mı, yoksa kin dolu mu? Kimbilir? Ama ayakları o adımları atarken atarken taş aşınmaya başlar. Ve eşya da yaşamaya başlar. Eğer ki merdivenden hiç kimse çıkmasaydı, yapıldığı haliyle kalacak, geriye hiçbir iz bırakmayacaktı. Kim der di o zaman 1892 yılında yapılmış bir bina diye. Sadece mimari özelliklerini yansıtır fakat nefes almadığını belli ederdi, bir şekilde.

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..