- Kategori
- Gündelik Yaşam
Yat limanı manzaraları 2
1)Cemal Dede, Arap Yakup’la, Necip’i karşısına aldı, tam lafa başlayacaktı ki Necip, Dede’den sigara istedi.
Dede “pis otlakçı, şurada menfaatinize iki laf edeceğiz, dinlemesini öğren önce” diye tersledi. Necip bu seferde Arap’tan sigara istedi, Arap eliyle sus işareti yaptı.
Dede sinirlenip cebindeki buruşuk sigara paketini ortaya attı, kirli kısa Samsun’un dağılmış tütünlerini içine ittirerek yaktılar birer tane.
Cemal Dede; “Bu alemde çok hakkımız yendi oğlum, uyanın artık mevzua” dedi. Dede hiçbir şey demiyormuş gibi Arap’la Necip teknenin kıçında boş bir tarlada oturmuşçasına gailesizce suyun dibine bakıyorlardı. Dede; “Kullandırmayın oğlum kendinizi bunlara, akıllı olun, şimdi taşı sıksanız ekmek olur size ama kıymetini bilirseniz, bilmezseniz benim yaşıma geldiğinizde elde yok avuçta yok böyle tekne köşelerinde aval aval oturur kalırsınız sonra”.
Necip sigarasından derin bir nefes çekti, kordonun üzerinde gezinen turistlere bakıyordu, Dede; Necip’e “Bakma boşuna, bir daha nah! düşürürler çanta manta” dedi.
Bir keresinde kordonun altındaki yapay kayalıklara turistlerden birisi çantasını düşürmüştü. Necip çantayı bulmak için toplanan kalabalığa güya yardım etmek için kayalıkların dibine inmiş, sıçan deliğinden çıkardığı çantayı kendisinden başka kimsenin bulamayacağı başka bir deliğe saklamıştı. Sonra da yukarı eli boş çıkıp “No çanta, no çanta” diye atlatmıştı turistleri. Çantayı aramaya kim indiyse hepsi eli boş çıkmıştı o gün su üstüne, ortalık sakinleşince Necip çantayı eliyle koyduğu delikten tereyağından kıl çeker gibi çekip çıkartmıştı. Ne var ki çantanın içinden; kağıt mendil, ruj, bir sürü tatil fotoğrafı, birkaç tane de madeni paradan başka bir şey çıkmamıştı.
2)
Ayşe Antalya’ya gelin geleceğini babasından öğrenmişti. Mutluluğundan haftalarca her gece pencere pervazlarına yaslanıp şehir yerinde geçecek yeni hayatının düşlerini kurmuştu.
Elleri toprak gibi kat kat çizgilerden kurtulacak, akşamları kalabalık ve renkli sokaklarda kocasıyla gezecek ve her gün başka bir bayrammış gibi ışıl ışıl etekler, kazaklar, mantolar giyinecekti. Evine onlarca insanın geleceği kabul günleri düzenleyecek, yüksek apartman katlarında oturacak ve artık ömrü ineklerin altında süt sağmakla geçmeyecekti Ayşe’nin.
Ayşe şehir yerine gelin geldi gelmesine ama ne lüks apartmanlarda oturabildi, ne de kabul günleri düzenleyip köydekileri kıskandırabildi.
Evlendiğinin haftası dolmadan ‘gaynatası’ onu turist gezdirdikleri tekneye gözleme yapması için getiriverdi bir gün. O gün bugündür hayatının önceki günlerinde iki varil suyu bile bir arada görmeyen Ayşe hiç bilmediği iklimin, tanımadığı denizlerinde kara toprağın yüzünü görmeden esaretinin çilesini çekiyor; hiç çıkaramadığı fistanıyla yufka açıyor, oklava sallıyor ve günden güne yağ bağlayıp çirkinleşen yüzünde süzülen yaşları kimselere göstermeden genç kızlığında kurtulmak istediği yaşmağına siliyordu.
3)
Dede “Bende iki milyon var” deyince, Necip’le Arap heyecanlandılar, “İkişer de siz koyun alalım şarapları, bugünü de böyle kurtaralım gitsin” diye ekledi. Necip “Bende para yok ama Arab’ın beş milyon borcu var bana, ikimizin hakkına o beş milyonu versin ödeşelim” dedi.
Arap’la Necip’in arasında ‘onbirli muhabbeti’ vardı. Arap, Necip’e ana avrat söverek başladı lafa “Ulan şerefsiz geçen gün şarapları kim aldı, yok benim sana borcum” dedi.
Dede bu ‘onbirli muhabbetine’ çok kızdı “Benim yanımda birbirinizin anasına sövmeyin demedim mi lan size? Defolun tekneden uğursuz herifler” diye bağırdı.
Avucunun içinde sıkı sıkı tuttuğu parayı da Arap’la Necip’in hayret dolu bakışları altında denize fırlattıktan sonra teknede önüne gelen her şeye tekme atmaya başladı, ‘onbirliler’ tekneden kaçtı. Dede çevredekilerin kendisine baktığını görünce büsbütün bağırmaya başladı, tekneye herhangi birisi bir şişe köpeköldürenle gelmezse Cemal Dede sabaha kadar gösterisine devam edebilirdi.
4)
Kordonun üzerinde oturan genç adam ise bu akşam her zamankinden daha düşünceliydi. Elbette akşamın en güzel saatinde bu ıssız ve sapa mekanda, denizi karşısına alıp tek başına saatlerce oturmak istemesinin sebebi Dünya’ya geliş gününü kutlamak olamazdı. Cebinden kırık bir kurşun kalem ve bir iki kağıt parçası çıkardı, kağıdı dizinin üstüne koyup şu satırları karalamaya başladı.
Hoşça sev
Hiç çalınmamış, söylenmemiş notalarda sakladım seni
ama koruyamadım zamandan.
Önce sen gittin
sonra gömleğimdeki kokun,
sonra su içtiğin bardak,
sonra ayak bastığın halı,
ve öyle bir sabaha uyandım ki bugün
unutmuştum yüzünü.
Sen bugün gittin benden.
Acının mesaisi benimle şimdi.
Hoşça kal, Hoşça sev başkalarını...
...
Şiirin karalandığı kağıt parçası da genç adamın kalbi gibi delik deşik mi olmuştu.
Basit cümlelerdi bunlar. Aşklar basitti, giden gelmiyordu.
Tütünler acı, şaraplar ekşi, havalar bi tuhaftı.
Küçük bir rüzgar şiiri kordonun altındaki kayalıklara ittiriverdi sonra. İleri atılan ürkek elleriyle rüzgarda uçan sayfayı tutmayı beceremedi.
5)
Lodosun gülen yüzü artık asılmıştı, hava soğudu önce, sonra can acıtacak kadar bir sağanak yağmur başladı, genç adam toparlanacağı zaman karanlık denizin içinde birbirlerine bağırarak yüzen iki adam görecekti. Hayretle suya doğru eğildi;
“Oğlum arap manyak mısınız ne yapıyorsunuz bu saatte denizde?”
“O... çocuğunun birisi suya iki tane bir milyon attı, birini bulduk diğerini arıyoruz”
Güldü acemi şair. Ortak sayılırdı dertleri.
“bak şu kayanın üzerindeki beyaz kağıdı bana getirirsen ben sana... -cüzdanını çıkarıp ne kadar parası olduğuna bakarak- üç milyon veririm”
“Beş isterim”
“İnanmazsan üstümü ara, bütün param üç milyon”
Genç adam fenerin merdivenlerinden inip son günlerini yaşayan iskelenin üzerine çıktı, tamamı ıslanmış kağıt parçasını alıp okuyabildiği kelimeleri evde temize çekmek üzere; üç milyonu şiiri getiren ve isimleri Necip’le, Yakup olan gençlere verdi.
‘Ne tuhaf bir alış veriş oldu bu’ diye düşünüp gülümsedi sonra.
Sürekli kaybetmesinin dışında iyi bir çocuktu.
Hayatında bir çuval yarışmasını bile kazanamamıştı ama gazeteye en erken o gelir öğlene kadar 5 tane haber yapıp editörünü rahatlatır sonra da bütün o uzun öğleden sonraları sözcüklerin peşinde geçirirdi.
Yeniden müziğe dönmek vardı kafasında. Yeni çuval yarışlarını kaybetmek üzere ailesinin kendisiyle paylaştığı eve doğru ıslanarak yürüdü.
‘Kuşandık genç öfkeni, taşların kucaklarımızda
Bizlere öğrettiğin kavga, kavgamız büyüyor omuzlarımızda’
İyi akşamlar.
Okan Ünver