- Kategori
- Futbol
Yazıklar olsun milli takıma!
Çarşamba akşamı işten çıkıp yarı final maçı heyecanıyla eve giderken yolda kırmızı beyaz formalı insanları, forması olmayan insanların bir şekilde üstlerinde kırmızı ve beyazı biraraya getirme çabasını, tribün gibi süslenen eğlence yerlerini izliyordum. Eve gelip televizyonu açtığımda Türkiye'de ve Avrupa'da çeşitli kalabalıkların oluştuğu yerlerde TV spikerleri çığlık çığlığa insanlarla röportaj yapıyorlardı. Heyecan zirvedeydi. Kolay değil, milli takım milli takım olalı hayatında ilk defa böyle bir turnuvada yarı final oynayacaktı. Aslında sadece bu seviye bile milli takımın dünya 3. lüğünü küçümseyenlere (çünkü hiç Avrupa takımıyla oynamamıştık) de bir cevap niteliği taşıyordu.
Yarı final bu inanılmaz bir başarı... Yada ben öyle zannediyordum.
Maç bittiğinde de skor ne olursa olsun (sonuç: en iyi 4 takımdan bir olmak) bu gelin gibi süslenen yerlerin çılgına döneceğini sokaklarda karnaval olacağını düşünüyordum. Oysa herkes ağlamaklı ve ortalıkta ölüm sessizliği. Sebep? Türkiye mükemmel bir oyundan sonra yarı finalde yenilmiş ve finale çıkmamış. Üzüntümüz bu. Final oynayamamak.
Ertesi gün işyerinde kimsenin ağzını bıçak açmıyor. İnsanlara şaşkın şaşkın bakıyorum. Böyle bir keyfi nasıl ziyan ettiklerini hayretle izliyorum.
Gelin bir analiz yapalım ve kendimize bazı sorular soralım.
İlk soru, Finale çıkamadığı için üzülen takımlar var mıdır? Kesinlikle evet.
Kimdir bu takımlar? Portekiz, İtalya, Hollanda, Fransa, İspanya, Almanya.
Peki bu takımlar turnuva başladığında neyi hedefliyordu? Final oynayıp kupayı kazanmayı hedefliyordu.
Kendine Kupa hedefi koyan takımların bir ekolleri olduğunu söyleyebilirmiyiz? Kesinlikle evet. Hepsinin ödün vermeden onyıllarca edindikleri bir oyun tarzları ve karakterleri var. Ekolü olmayan takımların başarıları ise tekrarlanabilir olmuyor.
Turnuva başladığında Türkiye'nin hedefi neydi? KENDİNİ HATIRLATMAK! Bugün Türkiye başlangıçta kendine koyduğu hedefin çok üstünde bir performans göstermiştir.
Şimdi büyük bir çoğunluğa edebiyat gibi gelen ama insanların kişisel yaşamlarında veya kar amacı güden veya gütmeyen her türlü kuruluşun hayatında net çizgilerle belirlemesi gereken Vizyon, Misyon ve Hedefler gibi konuların ne işe yaradığını anlamış oluyoruz.
Bu kavramlardan habersiz olanlar cümle arasında belirtilen bu kavramlara dikkat etmedikleri gibi başarıyı ölçmede ve değerlendirmede büyük yanlışlar yapıyorlar. Çok büyük bir başarı yakaladıklarının farkında olmayanlar bu fırsatı ziyan ettikleri yetmiyormuş gibi bu başarıyı yakalayanları da olumsuz etkiliyorlar.
İşte size bir yönetim dersi daha. Çalışanların büyük çoğunluğu, amirlerinden, müdürlerinden, patronlarından nefret ederler. Neden? Onlara hiçbir şey beğendirememekten yakınırlar, onların ne kadar doyumsuz olduklarını, takdir etmeyi bilmediklerini söylerler. Vizyon, Misyon ve Hedefler kavramlarını bilmeyen ve/veya bunları doğru bir şekilde belirleyemeyen üstünüz varsa haklısınız çünkü bu tip kişiler performans değerlemekten acizdir ve gün gelir çalıştıkları insanları veya ekipleri ya kaçırırlar yada çatlatırlar. Peki ya siz, bir çalışan olarak bunların farkındamısınız? Çalıştığı şirketin misyonunun ne olduğunu bilen ve buna uygun davranan kaç kişi vardır acaba?
Futbol bize farkında olmadan ne çok şey öğretiyor:
1- Herkesin bir Vizyonu( Kendine biçtiği değer), Misyonu ( Kendine biçtiği görev) ve Hedefleri ( Vizyona giderken durup dinlenilecek istasyonlar) olmalı.
2- Herkesin kendine özgü bir tarzı, karakteri olmalı. Herkes orijinal olmalı, kendi olmalı. Başkasını kopya etmemeli. Ya kendinizi bilerek Alman Futbol Takımı olursunuz ya da herşeyden biraz kopyalayıp Avusturya Futbol Takımı gibi kaybolursunuz.
3-Empati yani kendini başkasının yerine koyabilme çok önemlidir. Bu çocukları bu kadar eleştirenler acaba hayatlarında kaç madalya alabilmişlerdir? Bırakın madalya almayı bir sportif yarışmaya katılabilme cesareti gösterebilmişler midir? İnsaflı olmalıyız.
4- Futbolcularımız maçtan sonra ağlayabilirler. Çünkü turnuva boyunca acımasız antrenmanlara katıldılar ve kupaya bir adım kalmıştı. Ama seyircilerin ağlamaya hiç hakkı yoktu. Eğlenme ve takdir etme haklarınıda kaybettiler.