Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Mayıs '13

 
Kategori
Deneme
 

Yazmak mı, yapmak mı?!

Yazmak mı, yapmak mı?!
 

"Yaparsan" ancak, yazdığının da dediğinin de bir kıymeti olur... yoksa, boşa yazılmış olur!


Yazsana diyorlar, yaz! “Yazmanın tam zamanı, şimdi yazmayacaksın da ne zaman yazacaksın, bak gidiyor ülke elden; hele de insanlık ki o zaten hepten gitmiş sîretten.” Diyorlar ki: “Sen de yaz, anlat doğruları-gerçekleri ki, insanlar anlasın-bilsin bunları. Hani ya olur a, ki mutlaka vardır halâ birileri, belki düşünür, belki farkeder onlar da gerçekleri;  hiç olmazsa bir kısmı insanların ya da beşi-onu daha, hatta biri-ikisi bile olsa, ola ki ayılır, uyanır doğrulara.”

Ben de hep bunu savunurum zaten ama,
A be cancağızım, çok yazdık, hep yazdık zaten ZAMANINDA!  O kadar çok söyledik ki, HEP SÖYLEDİK… ama sen de şimdi söyler misin bana, peki kim anladı, kim dinledi?!

Yazdık da yaradı mı, yarıyor mu bir işe, yazdık da kim bundan bir fayda gördü? Birşeyleri-birilerini yanlıştan döndürebiliyor muyuz, geçiyor mu bir şey elimize veya doğru bir şeyler, hayırlı bir şeyler geçti mi, geçmiş midir hiç birilerinin bilinç haznesine?

Onun için şimdi halâ daha yazsak, yine desek, artık ne çare… yaz, yaz da nereye kadar, sadece lâfla yürüyeydi keşke gemiler!

Çünkü, yalnızca “demekle” bir yere varılmıyor; yalnızca söylemek,  tek başına-kendi başına bir şey  ifade etmiyor… asıl o denilenleri yapmak da gerekiyor! Denilenler yapılırsa da eğer, dinlenirse eğer, bir anlam, bir değer taşıyor, o zaman ancak bir fayda getiriyor. YAPMAK lâzımdır. Biz yapıyoruz tamam… ya da yapan da yapıyor yapacağını, ama birilerinin de işte, birşeyler yapması lâzımdır! Yalnızca sen, ben, o değil, HERKESİN  yapması lâzımdır. Neyi? Doğruları tabii ki, sen de söylüyorsun ya işte, tabii ki DOĞRULARI!!

E yapılmayınca da doğrular, yapılmıyorsa eğer, böyle olunca da tabii, haliyle tükeniyor da artık sözler, hattâ yürekler… geçti çünkü söz ZAMANI… Herşey “zamanında” YAPILMALI!!

Zamanında o  söylediklerimizi, evet, gerçekten söyle bana, bak halâ bile daha var mı hiç bir dinleyen, var mı bir anlayan, var mı bir şeyler YAPAN ki daha nesini söyleyeyim, ne anlatayım, ne diyeyim? Bir şeyler kaybetmiş durumda zaten artık milletim-ülkem-insanlık… vefa-sadakât-hak-hukuk… ruh, duygu, duyarlılık, akıl… var mı dahası?! Daha ne yazayım,  bütün olan bitenler karşısında gönlümün yüklendiği haykırışı, acıyı, insan adına, insanlık adına, ülkem adına, milletim, toplumum adına yazıklanmalarımı, esef duyuşlarımı, acıklanmalarımı mı yazayım? Kimin işine yarayacak, yarayacak mı sanırsın artık halâ bir şeyleri kurtarmaya, bir şeyleri kaybetmemeye? Pek çok şey, hâl-i hazırda kaybedilmiş durumda zaten! Bak şöyle bir dünyaya, bak şöyle bir insanlığa… HAK yerli yerinde mi, HUKUK – ADALET olması gerektiği gibi mi, olması gerektiği yerde mi?!

Biz, testi kırılmadan ÖNCE çok söyledik… söyleriz, söyleyeceğiz, söylüyoruz;  ama testi kırıldıktan sonra, geçmiş ola!!
Kulak sağır, göz kör, zihin dumursa, insanoğlu tek kendiyle ve kendi erkiyle-gücüyle haşır neşir, tek günü kurtarmanın ve kendini korumanın, kendini öne ve üste, hattâ masum çıkarmanın peşinde, tek kendi aklını beğenir, tek kendini doğru, kendini ve kendi gibileri yalnızca haklı-iyi sanıyor oldukça, sen ne dersen de… desen de, yazsan da ne fayda?

Hatırla!
Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye derler… ve yine hatırla, geçmişe mazi, geleceğe gazi de derler!
Ha bir de, “giden gider, kalan sağlar bizimdir” de derler… Ne hikmetse gidenler değil, sağlar bizim-miş… bak sen!! Peki ya şehidim?? Ya gazim..?

Şehidim-gazim bizim değil mi idi??!  Vah ki vah şehidime, vah ki vah gidene! Giden şehitleri, mazlumları, masumları varken bu ülkenin, sapasağlam dimdik, onurlu vakur ağaçlarından eksilirken, koparken dipdiri, ter-ü taze dalları, fidanları, kolu-bacağı bu yurdun, bu insanlarımın, nasıl kardeş görür ki yine “insan olan, akil olan, er kişi”  o gazisine, yavrusuna, ocağına, toprağına kastedeni, o şehidinin katilini-katillerini?! Nasıl bakar ki gönül-akıl huzurla, güvenle, umutla barış-kardeşlik diyerek hem birbirinin yüzüne içtenlikle ve mertçe, hem de ileriye... eminlik ve güvençle?!! Onun için allasen, ne barışı, hangi barış, hangi kardeşlik, neyin-kimin kardeşliği, barışı??  Neyin hoşgörüsüdür, neye hoşgörüdür bu, doğruya mı yanlışa mı, hakka mı haksızlığa mı!? Nesini yazayım ben daha artık bunun?

Hele de, o şehidimin katili veya kahramanıma-kardeşime zulmeden, kasteden, sırf kendi bencil çıkarları, salt kendi erki-hakimiyeti-sultası-baskınlığı-menfaati için, sırf ben merkezci, ayrılıkçı, ayrımcı şımarık bir başkaldırı ya da tahakküm, aykırılık veya intikam, nefret, hırs ve kin ile kendine hak olanı değil de... İNSANLARIN TÜMÜNE HAK OLANI DEĞİL DE, tam aksine hiç de kendine hak olmayıp başkalarına haksızlık ve eşitsizlik olacak şekilde kendine bir ayrıcalık-iltimas talepkârlığı gibi bir haksızlık, densizlik, kibir, hak bilmezlik, kendin bilmezlik, had bilmez bir yüzsüzlük, pişkinlik, zorbalık içindeyse, aldanış ve aldatma içindeyse, hani bunun neresinde kalır adalet, neresine sığar bunun barış, iyi niyet… nerededir-neresindedir, eşitlik, hak, kardeşlik ve “BİZ” diyebilmek?!  Bunların olmadığı yerde, adaletin olmadığı bir benlik ile, böyle bir ruh, böyle bir zihniyet ile bir barıştan, bir iyilikten, bir olumluluktan, BİR BÜTÜNLÜKTEN  söz edebilir mi ki hiç yürek? Onlar kendini senden ayırmıştır, kendini ayrı tutmaktadır zaten senden!! Böyle birilerine değil kardeş-dost diyebilmek, değil barış, değil hoşgörü, olumluluk, anlayış  veya itaat ya da birşeyleri kabul etmek/kabullenmek… bil ki öyleleriyle yüz yüze bakabilmek için bile onursuzluk, yüzsüzlük, duygusuzluk... duyarsızlık, arsızlık; akılsızlık gerek.

Daha halâ ne yazayım ki ben artık, ne diyeyim,  NE?!!
Söylenecek herşeyi zaten öteden beri hep söylemiş durumdayım, yapılması gerekenleri yapmış durumdayım ve halâ da zaten yapmaktayım, onun için “yapmaktan gayrı” daha halâ “denecek” ne kaldı ki geriye!?

Kaldı mı ki bir şey?
Heeee, evet, kaldı işte…
Hem de hanidir,  geldi geçiyor bile, ARTIK lâf üretmek değil, amel zamanıdır amel, amel zamanı!
Hareket zamanı, HAK zamanı;
İŞ zamanı… edim zamanı, YAPMAK zamanı!!






Filiz Alev
24.05.2013

 

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..