- Kategori
- Kişisel Gelişim
Yazmak Zorunda Değilsin, Saygıyla Alıntıla
Kendi ifade tarzına güvenmediği için kaynak belirtmeden yazıları kullanan arkadaş, bu yazım senin için. Üretemiyorsan yazmak zorunda değilsin, kendini kabullen.
Eğer farkına varmayı seçersek, mükemmellik her yerdedir (Okakura Kakuzo)
Sana sunulan bir şeyi, almadığın sürece senin olamaz. Bir hediye, bir ihtiyaç, bir öğüt, bir duygu, bir fikir…
Reddettiğin her ne ise, onu kullanabilmen onu kabul etmekten geçiyor.
Ve ben şimdi sana “ömürlük bir tavsiye” sunuyorum. Reddetmeden önce kendine süre tanı, derin nefesler al ve sakinleş.
Ben lafı dolandırmanın özünü perdelediğini düşünürüm ancak her zaman “söylemenin” usturuplu yolunu tercih ederim.
Başkasına ait bir şeyi alıp da zorda kalmadıkça “evet aldım” ya da “evet çaldım” diyene rastladın mı? Bunu itirafa mecbur kalsa bile bahanelerin ardı arkası kesilmeyecektir.
Son yıllarda bulaşıcı hastalık gibi yayılan birkaç olumsuz davranıştan biri, dilimizin en dikkat edilesi kurallarını hiçe sayarak konuşmak ve yazmak, diğeri de başkasının ürettiği ya da anonim olan öyküleri, fikirleri, eserleri “nasılsa bunu okuyan olmamıştır” mantığıyla kendininmiş gibi sunmak…
Evet, bir hırsızlığı hiç kimse görmemişse muhtemelen cezasız kalacaktır ama bu hırsızlığın yapıldığı acı gerçeğini ortadan kaldırmaz. En kötüsü nedir biliyor musun; bu emek hırsızlığını yapanın rahatlığı… Yaptığı hırsızlığı kendine savunabilmesi kadar insanı kendisi karşısında küçülten çok az şey vardır.
Başkasının beyninin ve yeteneğinin ürünü olan şey her ne ise, kendininmiş gibi sunmaktan övünenlere rastlamam tam anlamıyla bir şoktu. Bunu kavramak için erdemlilik söylemlerine ihtiyacımız yok. Bir şeyi çalıyorsun ve kazara anlaşılırsa “bilgi evrenseldir” demagojisiyle hırsızlığı yüceltmeye kalkmakta mahsur görmüyorsun. Evrensel bir bilgiyi, kendi akıl süzgecinden geçirip yoğurarak sunmuş kişiyi yansıtan ürünü sana aitmiş gibi kullanmak, o bilginin evrenselliğinden kaynaklanmıyor; üretmeye üşenen, çalmayı meşru gören kişiliğin ruhunu yansıtıyor.
Elbette bu olumsuz davranışların bulaşıcılığının da derin nedenleri var. İlgi görmek ihtiyacı, gerçek sevgi yerine ezberletilen şablon sevgiyle yetiştirilen kişilerin ömür boyu yakasını bırakmıyor. “Öyle bir şey yapayım ki gözler bana dönsün, beni övsünler, beni sevsinler…”
Elbette en azılı suçları dahi işleyenlerin ruhsal nedenleri var, hiçbir şey durup dururken olmuyor. Ancak bu sebeplerin varlığı suçu ya da olumsuz davranışı meşrulaştırmıyor.
Başkalarının onayına muhtaç hissettiğin sürece, onların hoşuna gidecek adımlar atma peşinde koşacaksın. Halbuki önce kendin kendini sevmelisin. Önce kendin “yeterince okşanmamış” beş yaşındaki senin başını okşayacaksın. Eğitim almamış olabilirsin, inan bana bu bir sebep değil kendini hırpalaman için. İçine dön ve seni mutlu eden şeyleri düşün. Belki de tahta oymacılığı sana haz verecektir ama kimse bunu takdir etmez diyerek bu mutluluğu kendine çok görürsen, gözün hep başkalarına ait olana kayar.
Yazma sanatına heves etmekte zarar yok, yeteneği olmasa da her insan yazma isteğini tatmin edebilir. Bir günlük edinmekle başlanabilir, içinden geldiği gibi yazılabilir. Başkası okursa beğenmez ve eleştirir diyerek kendi kaleminden çıkmamış yazılara imzanı koymak ya da sahibini belirtmeden kullanmak eleştirilmekten daha mı az kötüdür?
Kendi içine dönerek mükemmel yönünü görmek sana yolunu çizecektir, yeter ki farkında olarak bak. “Ama kimse benim hoşuma giden şeyle ilgilenmez ki” der ve seni mutlu edecek yönüne eğilmezsen, yaşam boyu “başın okşansın diye ve en kolayı bu diye” çalmakta mahsur görmezsin.
İnan bana, senin kalbini ve düşüncelerini yansıtan birkaç cümle, senin başyapıtın olacaktır. Ama önce şu “ille de takdir etsinler” hastalığından kurtulmalısın.
Sevgiler…