Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '16

 
Kategori
Edebiyat
 

Yazmam daha aşk şiiri!

Yazmam daha aşk şiiri!
 

Bu çarpıcı dizeyi Cemal Süreya'nın Üvercinka isimli ilk kitabından alıntıladım. Söylenen bir dize ya da cümle kullanıldığı bağlama göre anlam kazanırmış. Yıllar, yıllar önceydi; bir su ülkesinde [Edirne'de] yaşayan bir yazar adayı vardı. Bileceksiniz, ismi Beyaz Arif Akbaş; hiçbir şey düşünmezdi, yazmak ve okunmaktan başka..[Edgar Allan Poe'ya nazire..] Yazdığım bu metne ismini verdiğim dizeyi hangi anlamda kullanmayı amaçladığımı açıklamya çalışacağım.
 
İlk yazı deneyimlerime, sağ olsun arkadaşlarımızla çıkarmaya çalıştığımız Şahdamar Dergisi'nde başlamıştım. Bizim derginin o yıllarda kuruluş felsefesini açıklayan ve her sayısında yer alan bir manifesto niteliğinde cümlesi vardı: “Sudur, yıkar!”. Şahdamar ortamın ilgisizliğinden olacak anca iki yıl dayanabildi ve tarih oldu. Daha sonra Yediiklim, Dergah vb. dergilerde bir iki boy göstermemiz oldu fakat ne yalan söyleyeyim tutunamadım. O yıllardan geriye hatıra olarak iki şiir kitabım kaldı; ilki “Kayıp Ülke Hakasya” diğeri ise “Aysız Karanlık” onları da yayınevinde değil kendi imkanlarımla zor zahmet bastırabildiğimi hatırlıyorum. Beni bu ortam mahvetti. Sükut süikastı mahvetti..
 
Bir süre istikrarsızlıktan olacak şiirden uzak durdum. Çeşitli dergilerde ve gazetelerin kitap eklerinde eleştiri yazıları yazmaya başladım. Yazdığım tenkit yazıları yayımlandıkça çocukça mutlu oluyordum. Ve böyle günler günleri kovalarken yeni bahçelere girip farklı dünyalarda keşifler yapıyordum. Shaw'ında dediği gibi “Sorun çaresizlik değil, isteksizlik... İsteksiziz; çünkü çocuklukta bize uygulanan ilk şey içimizdeki isteği öldürmektir..” Eleştirmenliğimi biraz daha profesyonel boyuta taşımak için o günlerin ciddi kitap eleştiri dergisi Virgül'de yazmaya başlamıştım. Ancak iki sayı yazdım ve dergi kapandı. İronik bir şekilde de olsa iddia ediyorum ki dergiyi dergide yazanlar bile satın almıyordu.
 
Dergi macerama ara verdikten sonra Radikal Kitap, Yenişafak Kitap, Birgün Kitap, Star Kitap vb. gazetelerin eklerinde ücretsiz olarak en ufak bir karşılık beklemeden yazıyordum. Ne de olsa kültür ve irfan dünyamaza hizmet eden bir fikir işçisiydim. Bu cümle beni bir hayli güldürüyor. Sondan başlayayım; Star'da tek yazı yazdım ve editörle feminizm yüzünden tartıştık ve bir daha yazı yollamadım. Birgün Kitap ekinin sürekli editörü değişiyordu, iki yıl yazdıktan sonra terkettim. [Birazda düşüncelerim bu yapıya uymuyordu diyelim.] Radikal sipariş üsülü yazı yazdırdığı için bıraktım. Ve en son yanılmıyorsam o da ha kapandı ha kapanacak.
 
Kitap eklerinde öyle bir dünya var ki istediğiniz kitaplar hakkında tenkit yazamıyorsunuz. Diyelimki bir kitap çok kaliteli ve tanıtmak istiyorsunuz ama editörler eğer büyük iyi reklam ücreti ödeyen bir yayın evinden değilse pek şans tanımıyorlar. Geriye Doğan Yayınları'nın vb. gibi popüler üç beş yavan romanı anlatmak zorunda kalıyorsunu ki bu da bence eleştirmenlik değil Türkiye'deki popüler kitap endüstrisine hizmettir. Yeni Şafak'ın Kitap Ekinde beş altı yazı yazmıştım ben onları yoksa onlar mı beni terk etti inanın hala çözemedim. Böyle bir durum işte.
 
Böyle günler günleri kovalarken Kitap eklerinde yazmanın da ne kadar boş bir eğlence olduğunu gördüm. Oysa amacım gazetelerde tanınmaktan çok gerçekten hakkını vererek bu eleştirmenlik işini yapmaktı. Ne kadar safmışım meğer. Bir arkadaşım vardı sırf bu şişkin egolarla dolu dünyaya kızdığı için neredeyse şairliği bırakmıştı. Geçen Murat Çeşme'nin yine Dergah Dergisi'nde şiir yazmaya başladığını gördüm ve bir hayli sevindim. Yine eski günlerin heyecanıyla ve aynı şevkle yazıyordu. O'nun en sevdiğim kitapları; “Göğü Tutan Sütunlar” ve Yalnızlığa Doğru Eğiliyor Gül” idi. İbrahim Tenekeci'nin siyasetten çok şiirle ilgili olduğu günlerde bu konuda yazdığı bir tanıtım yazısını daha dün gibi hatırlıyorum.
 
Her neyse bir süre eleştirmen kimliğimi kaybetmiştim. Hükümsüzdür! Şansımı akademik dergilerde yazarak denemeye karar verdim. “Her düşünce atılan bir el zardır. Ve zarla dönmeyecek şans..” (Mallarme)misali. Birkaç dergide yazdığım bu sıkıcı ve bunaltıcı makalelerden sonra benim arayışımın bir karşılığının bu sahada olmadığını erkenden anladım ve yazmayı bıraktım. “Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç akademik makale?”(İsmet Özel'e nazire.) Kendimi bir türlü disipline edemiyorum galiba. Bundan olacak başarısızlığım ve kaybedişim. Bir ilkokul öğretmenimiz vardı; 'beni hocam Nazi disipliniyle yetiştirdi' derdi. 'Ben de sizi öyle adam edeceğim' diye devamı da vardı. Emeklerine yazık oldu hocamın, serbestiyete ve disiplinsizliğe alışmışım enfiye misali ne yapalım. Bu tarladan bu kadar kabak çıkıyor.. Velhasılı kelam akdemik dünyadan da Arkadya'dan kaçan keşişler gibi uzaklaştım.
 
En son iki yıl önce bizim camiada oldukça sevilen ve ilklerin dergisi olan “Gerçek Hayat”ta yazmaya başladım. En rahat yazdığım ve yazılarımın hiçbir şekilde sansürlenmediği neredeyse tek yer burasıydı. Gönlümün elverdiğince istediğim konularda bir kısıtlama olmadan, en sevdiğim metinlerimi bu dergi için kaleme aldım. Ancak burada da bir kaç kez editör değişikliği oldu. Her gelen yeni editörle bir şekilde işleri yürüttük. Onlar mutlu oldu mu bilemiyorum ama ben mutluydum. Duydum ki geçen ay dergi satılmış. Yeni sahiplerininde benden bir yazı talepleri olmadı. Her halde her yenilik yeni bir kadro gerektiriyor. Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı. Bizde galiba eskidik ve yaşlandık artık. Ama ne yalan söyleyeyim böyle elektrik prizinden fişi çeker gibi ilişkilerini kesmelerine de bozulmadım değil. Yeni editör İbrahim Karagül'ün ifadesiyle söylersem; “Türkiye'nin en yerli dergisi”nde yazarken “sanki üniversite yıllarında, bütün ideallerimizle İzmir’den İstanbul’a gelip, dergilerde gönüllü çalıştığım yılların [kırgınlığını ve hüznünü] yeniden yaşıyorum.” Yazmam daha aşk şiiri.. Biliyorum yazdıkça yalnız kalıyorsunuz. 
 
 
Toplam blog
: 36
: 615
Kayıt tarihi
: 07.12.12
 
 

Beyaz Arif Akbaş, (d.1979 İstanbul) Türk eleştirmen şair/yazar. 2005 yılında Ahmet Yesevi Ünivers..