- Kategori
- Siyaset
Yeni bir partinin arifesinde…
Bunca iniş-çıkışın içinde yeni bir parti oluşumunun haberleri sardı memleketi. Gündeme, özlenen bir partiyi kurabilecek potansiyele ve düşünceye sahip olduklarını söyleyen birkaç hareketin çalışmaları yansıyor bir süredir. Şimdilik öne çıkanlar Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP)’nin çalışmaları, 10 Aralık Hareketi, ÖDP’den kopan Özgürlükçü Sosyalist Hareket (ÖSH)’in çabaları ve Ali Balkız ve arkadaşlarının sözcülüğünü yaptığı girişim…
Bugüne kadar defalarca bu amaçla çalışmalar olmasına rağmen iktidar alternatifi olabilecek geniş tabanlı demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir partinin kurulamaması umudu azaltsa da, bir çok insan nicedir bu niteliklere sahip bir partinin olmasına canı gönülden inanıyor. Malum bundan önceki parti kurma çabaları, partiler ya kurulamadan ya da kurulduktan kısa bir süre sonra Ölü Partiler Mezarlığı’nda sonlandı hep. Büyük iddialarla ortaya çıkan onlarca parti girişimi varlık nedeni olan halk(lar)a ulaşamadan tarihe mal olup gittiler.
Kuşkusuz parti kuramama basiretsizliğinin nedenleri konusunda söylenecek çok şey var. Öyle çok derinlere inip, sonra da hep olduğu gibi o derinliklerde kaybolmaya gerek de yok o nedenleri saymak için… Bizde yapmak istenilenler basit ve kolay anlaşılabilir bir forma sokulamadığı için nedenleri analiz ederken de basitleştirme (kolaylaştırma) tekniğini kullanamıyoruz. Yoksa gerçekten nedenlerin birçoğu herkesin fikir yürütebileceği kadar basit aslında. Daha önceki partiler ölü doğdu ya da kısa sürede öldüler çünkü onları kuran/kurmaya çalışanlar hep şikâyet ettiğimiz klasik siyasetçiler gibi davranmaktan kendilerini alamadılar. Anlayacağınız biz sıradan insanları kurtarmak için yola çıkanlar ait oldukları grupların küçük hesaplarını her defasında toplumun büyük çıkarlarına tercih ettiler. Her yeni parti girişimini kolayca heder edenlerin içinde ‘pişmanlık’ ne kadar kaldı bilinmez ama sol, demokrasi, kardeşlik, barış adına yapılan her girişiminin sudan sebeplerle başarısız olmasından dolayı insanlarda bu kavramlara karşı bir güvensizlik oluştuğu gerçek. Milyonların anlamsızca harcanan her girişimden sonra tekrarladığı ‘demek ki dillere pelesenk edilen o güzel sözler sadece laf-ı güzar’ sitemi aslında gelişen o güvensizliğin dışa vurumu. ‘İstenildiği kadar şöyle demokrat, böyle devrimci, öyle eşitlikçi olunduğu söylensin, insana dair hasetlikler nerede olursa olsun su yüzüne vurabiliyor` düşüncesini akıllara düşürenler, umutları ucuz grup ya da şahsi çekişmelere kurban edenler oldu.
Her grup halkı en iyi tanıyanın kendileri olduğuna inanıp, sanki seçimi kazanmış ve halkın çoğunluğunun oyunu almış gibi hemen koltuk sayısı ya da kontenjanı derdine düştü. ‘Önce emek’ diyenler, ortak girişimler adına çok fazla emek harcamadan aceleyle kendilerini kurtarıcılığa ve bir kurtarıcının olması gereken büyük kontenjanlarına kaptırdılar. Parti girişiminin ete kemiğe bürünmesiyle birlikte nedense kimse geçmişin hastalıklarından kurtulmayı ve yaşanan olumsuz örneklerden ders almayı aklına getirmedi. O ana kadar söylenmiş birçok eşitlikçi söz de, gösterilmiş özgürlükçü yaklaşımlar da parti kurma havasına girildiğinde çabucak unutuldu. E ‘Ne, Neden, Kim için’ sorularına yanıtları her grup bencilce sadece kendisi için arar ve ortaya çıkan başarısızlığı da ‘küçük olsun benim olsun’ sığlığıyla pişkince sineye çekerse olacağı budur elbet. Her yeni parti kurma heyecanının başında eski hastalıklara ait virüslerin bedenlerde yaşamaya devam ediyor olabileceğini akla getirmemek de bir başka sorun. Oysa bilimsel bir gerçektir, her virüs tamamen vücuttan atılmadığı sürece hastalığın yeniden nüksetmesi mümkün. O yüzden bir partiyi iktidara taşımadan önce eski hastalıkların tedavi edilmesinin gerekliliği ve bu tedavinin uzun sayılabilecek bir süreci de kapsayacağını bilmek gerekiyor.
Tedavi sürecinin aynı zamanda herkesi kucaklaması istenen bir partinin nefes alabileceği ortamın, yani demokrasinin gelişip, serpilmesi için gerekli olduğu gerçeği de gözden kaçıyor tabii ki. Bir diğer problem, çoğu taraf yaptıklarının profesyonel bir girişim olduğunu ve o girişimi etkinleştirmek için kurumsallaşmacı bir yolun izlenmesi gerektiğini bilmiyor. İster hoşumuza gitsin ister gitmesin parti kurmanın da bir ürün-pazar ilişkisine sahip olduğunu algılayamamak ya da kabul etmemek parti girişimlerinde başarısızlığı getiren bir olgu aslında. Oysa profesyonel bir yaklaşım pazarın (siyasi hayatın), müşterinin (oy verenlerin) ve rakiplerin (diğer siyasi parti/lerin) iyi araştırılması, onların istek ve beklentilerinin iyi analiz edilmesi ve sonrasında doğru ve uygun plan ve projelerin hazırlanmasını gerektiriyor -ki bunların sağlıklı bir parti oluşumuna her zaman olumlu katkıları olabilir. Belki de en önemlisi, ‘eğri oturup doğru konuşmak’ gerekirse parti oluşumları içinde yer alan tarafların pek demokrasiden nasiplenmedikleri.
Evet, kendimizi kandırmayalım. Zaten bu, her paylaşım savaşının başlamasıyla birlikte ortaya çıkan acı gerçek. Oysa belki de parti kurup, iktidarı elde etmekten önce ‘demokratik bir bilinç’ oluşturma seferberliğine girişmeli parti işi konusunda ciddi olanlar. Çünkü demokrat olmadan demokrasi kurmak, demokrasiyi kuramadan da özgürlükçü, eşitlikçi bir parti yaratmak asla mümkün değil. Üstelik sağlam, etkin, kaliteli bir parti kurmanın amacı, o partiyi yaklaşan ilk seçime yetiştirmekten çok daha uzun soluklu bir dönüşümün temeli yapmak olmalı. Ama bizimkiler söylediklerinin aksine pek demokrat olmadıkları için parti kurma sürecinde her gruba ‘önce iktidar’ sonra ‘demokrasi’ gibi bir Şark kurnazlığı veya fırsatçılığı daha cazip geliyor. Bu ‘önce tohumu atalım sonra toprağı işleriz’ demekten başka bir anlam ifade etmiyor aslında. İşin özeti, bundan önceki bütün parti girişimlerinde öncü kişiler, gruplar, örgütler, partiler kendi aralarında ‘demokrasi bilincinin geliştirilmesini’ atılacak ilk adım olarak gündemlerine almadıkları; parti kurmanın uzun soluklu bir süreç olduğunu unuttukları; parti oluşumuna kendi grupları adına hesaplı ve dar bir mantıkla yaklaştıkları; parti kurmayı, yönetmeyi ve etkinleştirmeyi profesyonel bir işletmecilik gibi algılamadıkları için maalesef başarısız oluyorlar.
Bugün farklı kesimlerde yeni parti yaratma çalışmaları var. Sıradan insanlar eskinin olumsuz deneyimlerinin yarattığı bıkkınlık ile yeni bir parti kuruluşunun heyecanı arasında bir yerlerden bakıyor yapılan çalışmalara. Bahsedilen hataların artık olmaması gerektiğini söyleyenlerin çoğunlukta olması, daha umut verici bir gelişme. Eski parti çalışmalarından farklı olarak bu seferki girişimin bir gruplar anlaşması ya da kendine ‘akil adam’ payesi verenlerin koalisyonu olmayacağının telaffuz edilmesi önemli bir değişim. Aksine her bireyin kendini özgürce ifade edebileceği, onların katılımlarının ve bireysel hukuklarının dikkate alınacağı bir yaklaşımın daha kabul gördüğü ifade ediliyor. Yani sonu ucuz hesaplaşmalara gebe bir grup ya da koalisyonlar hareketi değil de, düşünceleri kaale alınan bireylerin özgür iradeleriyle güçlenerek kitlesel bir partiye dönüşmeyi planlayan hareketler olduklarını söylemeleri önemli. İlkeleri arasında ‘Eşitlikçilik’ olan girişimlerin ilk yapması gerekende, daha işin başında hiçbir fark gözetmeden her düzeyde eşit bir ilişkiler düzlemi oluşturmak olmalı zaten. Herkese, yani bu ülkede yaşayan ve oylarıyla bir partiye hükümet etme yetkisi veren bütün insanlara “bir kurtuluş reçetesi” götürmek derdiyle (gereksiz) gerilmek değil artık önemli olan. Aydın Engin’in deyişiyle kimsenin kendisini şef, şeyh, ağır abi, kerameti kendinden menkul önder ilan edip ortaya çıkmasına gerek yok. Olması gereken, bütün insanların güçlerinin yettiğince ama çabalayarak demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyasal hareketi hep birlikte oluşturmasına imkân vermek... İnsanlara bunu yapabileceklerinin güveni aşılanmalı... Kendi ayakları üzerinde durarak, kendi elleriyle istedikleri gibi bir partiyi kurmalarının fırsatı tanınmalı artık. Bu yüzden de bugüne kadar ortaya çıkıp, bir parti kurmayı beceremeyenlerin atması gereken adım bu noktada öne değil geriye olsa daha hayırlı olabilir.
Evet, onlar geriye adım atmalı ki sıradan vatandaş ileri de kalsın ya da güvenle ileri adım atabilsin ve yapılanların kendisi için olduğundan emin, omuz vermeyi öğrenebilsin. Oluşturulmasının önemini ısrarla vurguladığımız ‘demokrat olmak’ olgusu da böyle bir alçakgönüllülüğü ve herkesin bireysel desteklenmesi ve özendirilmesini gerektiriyor zaten. Bunca zaman eksik kalan, atlanan, yapılmayan adım bu. Elbet kendini bilen akil adamlarının birikim ve deneyimlerine saygıda kusur etmek anlamına gelmiyor bu öneri. Aksine etkin olmaları istenen insanlara onların kendi deneyim ve birikimleriyle yol göstermeleri, danışmanlık yapmaları bireysel çabaların değer gördüğü ve özendirildiği eşit ve özgür ortamların yaratılması açısından daha sağlıklı bir dönüşümü başlatabilir. Ayrıca birikimine, deneyimine, etkinliğine verdiğimiz değerlerle bizim için parti kurmak isteyenlerin bir süre sonra parti oluşumunu kendileri ya da grupları adına yüzde hesapları yaptıkları ortamlara çevirmeleri de ancak bu şekilde önlenebilir. Lider sultası ya da parti hiyerarşisi içinde boğulduklarını söyleyip, eleştirdiğimiz sistem partilerinden farklı davranmadan; demokrat olmayı öğrenemeden; kendimizi kurtarıcı olarak görme kompleksinden vazgeçmeden; kim yapıyorsa yapsın demokrasi adına yapılan her adımı destekleme olgunluğu göstermeden; halk adına halkı sürece katmadan karar alma huyunu terk etmeden; grup egolarını törpülemeden eşitlikçi ve özgürlükçü bir parti kurmak mümkün değil. Şimdiki oluşumların içinde bu konulara dair ciddi bir ortak görüşün oluşması ve destek görmesi sağlıklı bir parti kurma adına kuşkusuz sıradan insanlara daha çok umut verebilir. Ama parti kuracak olanların ‘ne kadar demokrasi o kadar destek’ gerçeğini unutmadan çalışmaları şart.
Bugüne kadar defalarca bu amaçla çalışmalar olmasına rağmen iktidar alternatifi olabilecek geniş tabanlı demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir partinin kurulamaması umudu azaltsa da, bir çok insan nicedir bu niteliklere sahip bir partinin olmasına canı gönülden inanıyor. Malum bundan önceki parti kurma çabaları, partiler ya kurulamadan ya da kurulduktan kısa bir süre sonra Ölü Partiler Mezarlığı’nda sonlandı hep. Büyük iddialarla ortaya çıkan onlarca parti girişimi varlık nedeni olan halk(lar)a ulaşamadan tarihe mal olup gittiler.
Kuşkusuz parti kuramama basiretsizliğinin nedenleri konusunda söylenecek çok şey var. Öyle çok derinlere inip, sonra da hep olduğu gibi o derinliklerde kaybolmaya gerek de yok o nedenleri saymak için… Bizde yapmak istenilenler basit ve kolay anlaşılabilir bir forma sokulamadığı için nedenleri analiz ederken de basitleştirme (kolaylaştırma) tekniğini kullanamıyoruz. Yoksa gerçekten nedenlerin birçoğu herkesin fikir yürütebileceği kadar basit aslında. Daha önceki partiler ölü doğdu ya da kısa sürede öldüler çünkü onları kuran/kurmaya çalışanlar hep şikâyet ettiğimiz klasik siyasetçiler gibi davranmaktan kendilerini alamadılar. Anlayacağınız biz sıradan insanları kurtarmak için yola çıkanlar ait oldukları grupların küçük hesaplarını her defasında toplumun büyük çıkarlarına tercih ettiler. Her yeni parti girişimini kolayca heder edenlerin içinde ‘pişmanlık’ ne kadar kaldı bilinmez ama sol, demokrasi, kardeşlik, barış adına yapılan her girişiminin sudan sebeplerle başarısız olmasından dolayı insanlarda bu kavramlara karşı bir güvensizlik oluştuğu gerçek. Milyonların anlamsızca harcanan her girişimden sonra tekrarladığı ‘demek ki dillere pelesenk edilen o güzel sözler sadece laf-ı güzar’ sitemi aslında gelişen o güvensizliğin dışa vurumu. ‘İstenildiği kadar şöyle demokrat, böyle devrimci, öyle eşitlikçi olunduğu söylensin, insana dair hasetlikler nerede olursa olsun su yüzüne vurabiliyor` düşüncesini akıllara düşürenler, umutları ucuz grup ya da şahsi çekişmelere kurban edenler oldu.
Her grup halkı en iyi tanıyanın kendileri olduğuna inanıp, sanki seçimi kazanmış ve halkın çoğunluğunun oyunu almış gibi hemen koltuk sayısı ya da kontenjanı derdine düştü. ‘Önce emek’ diyenler, ortak girişimler adına çok fazla emek harcamadan aceleyle kendilerini kurtarıcılığa ve bir kurtarıcının olması gereken büyük kontenjanlarına kaptırdılar. Parti girişiminin ete kemiğe bürünmesiyle birlikte nedense kimse geçmişin hastalıklarından kurtulmayı ve yaşanan olumsuz örneklerden ders almayı aklına getirmedi. O ana kadar söylenmiş birçok eşitlikçi söz de, gösterilmiş özgürlükçü yaklaşımlar da parti kurma havasına girildiğinde çabucak unutuldu. E ‘Ne, Neden, Kim için’ sorularına yanıtları her grup bencilce sadece kendisi için arar ve ortaya çıkan başarısızlığı da ‘küçük olsun benim olsun’ sığlığıyla pişkince sineye çekerse olacağı budur elbet. Her yeni parti kurma heyecanının başında eski hastalıklara ait virüslerin bedenlerde yaşamaya devam ediyor olabileceğini akla getirmemek de bir başka sorun. Oysa bilimsel bir gerçektir, her virüs tamamen vücuttan atılmadığı sürece hastalığın yeniden nüksetmesi mümkün. O yüzden bir partiyi iktidara taşımadan önce eski hastalıkların tedavi edilmesinin gerekliliği ve bu tedavinin uzun sayılabilecek bir süreci de kapsayacağını bilmek gerekiyor.
Tedavi sürecinin aynı zamanda herkesi kucaklaması istenen bir partinin nefes alabileceği ortamın, yani demokrasinin gelişip, serpilmesi için gerekli olduğu gerçeği de gözden kaçıyor tabii ki. Bir diğer problem, çoğu taraf yaptıklarının profesyonel bir girişim olduğunu ve o girişimi etkinleştirmek için kurumsallaşmacı bir yolun izlenmesi gerektiğini bilmiyor. İster hoşumuza gitsin ister gitmesin parti kurmanın da bir ürün-pazar ilişkisine sahip olduğunu algılayamamak ya da kabul etmemek parti girişimlerinde başarısızlığı getiren bir olgu aslında. Oysa profesyonel bir yaklaşım pazarın (siyasi hayatın), müşterinin (oy verenlerin) ve rakiplerin (diğer siyasi parti/lerin) iyi araştırılması, onların istek ve beklentilerinin iyi analiz edilmesi ve sonrasında doğru ve uygun plan ve projelerin hazırlanmasını gerektiriyor -ki bunların sağlıklı bir parti oluşumuna her zaman olumlu katkıları olabilir. Belki de en önemlisi, ‘eğri oturup doğru konuşmak’ gerekirse parti oluşumları içinde yer alan tarafların pek demokrasiden nasiplenmedikleri.
Evet, kendimizi kandırmayalım. Zaten bu, her paylaşım savaşının başlamasıyla birlikte ortaya çıkan acı gerçek. Oysa belki de parti kurup, iktidarı elde etmekten önce ‘demokratik bir bilinç’ oluşturma seferberliğine girişmeli parti işi konusunda ciddi olanlar. Çünkü demokrat olmadan demokrasi kurmak, demokrasiyi kuramadan da özgürlükçü, eşitlikçi bir parti yaratmak asla mümkün değil. Üstelik sağlam, etkin, kaliteli bir parti kurmanın amacı, o partiyi yaklaşan ilk seçime yetiştirmekten çok daha uzun soluklu bir dönüşümün temeli yapmak olmalı. Ama bizimkiler söylediklerinin aksine pek demokrat olmadıkları için parti kurma sürecinde her gruba ‘önce iktidar’ sonra ‘demokrasi’ gibi bir Şark kurnazlığı veya fırsatçılığı daha cazip geliyor. Bu ‘önce tohumu atalım sonra toprağı işleriz’ demekten başka bir anlam ifade etmiyor aslında. İşin özeti, bundan önceki bütün parti girişimlerinde öncü kişiler, gruplar, örgütler, partiler kendi aralarında ‘demokrasi bilincinin geliştirilmesini’ atılacak ilk adım olarak gündemlerine almadıkları; parti kurmanın uzun soluklu bir süreç olduğunu unuttukları; parti oluşumuna kendi grupları adına hesaplı ve dar bir mantıkla yaklaştıkları; parti kurmayı, yönetmeyi ve etkinleştirmeyi profesyonel bir işletmecilik gibi algılamadıkları için maalesef başarısız oluyorlar.
Bugün farklı kesimlerde yeni parti yaratma çalışmaları var. Sıradan insanlar eskinin olumsuz deneyimlerinin yarattığı bıkkınlık ile yeni bir parti kuruluşunun heyecanı arasında bir yerlerden bakıyor yapılan çalışmalara. Bahsedilen hataların artık olmaması gerektiğini söyleyenlerin çoğunlukta olması, daha umut verici bir gelişme. Eski parti çalışmalarından farklı olarak bu seferki girişimin bir gruplar anlaşması ya da kendine ‘akil adam’ payesi verenlerin koalisyonu olmayacağının telaffuz edilmesi önemli bir değişim. Aksine her bireyin kendini özgürce ifade edebileceği, onların katılımlarının ve bireysel hukuklarının dikkate alınacağı bir yaklaşımın daha kabul gördüğü ifade ediliyor. Yani sonu ucuz hesaplaşmalara gebe bir grup ya da koalisyonlar hareketi değil de, düşünceleri kaale alınan bireylerin özgür iradeleriyle güçlenerek kitlesel bir partiye dönüşmeyi planlayan hareketler olduklarını söylemeleri önemli. İlkeleri arasında ‘Eşitlikçilik’ olan girişimlerin ilk yapması gerekende, daha işin başında hiçbir fark gözetmeden her düzeyde eşit bir ilişkiler düzlemi oluşturmak olmalı zaten. Herkese, yani bu ülkede yaşayan ve oylarıyla bir partiye hükümet etme yetkisi veren bütün insanlara “bir kurtuluş reçetesi” götürmek derdiyle (gereksiz) gerilmek değil artık önemli olan. Aydın Engin’in deyişiyle kimsenin kendisini şef, şeyh, ağır abi, kerameti kendinden menkul önder ilan edip ortaya çıkmasına gerek yok. Olması gereken, bütün insanların güçlerinin yettiğince ama çabalayarak demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir siyasal hareketi hep birlikte oluşturmasına imkân vermek... İnsanlara bunu yapabileceklerinin güveni aşılanmalı... Kendi ayakları üzerinde durarak, kendi elleriyle istedikleri gibi bir partiyi kurmalarının fırsatı tanınmalı artık. Bu yüzden de bugüne kadar ortaya çıkıp, bir parti kurmayı beceremeyenlerin atması gereken adım bu noktada öne değil geriye olsa daha hayırlı olabilir.
Evet, onlar geriye adım atmalı ki sıradan vatandaş ileri de kalsın ya da güvenle ileri adım atabilsin ve yapılanların kendisi için olduğundan emin, omuz vermeyi öğrenebilsin. Oluşturulmasının önemini ısrarla vurguladığımız ‘demokrat olmak’ olgusu da böyle bir alçakgönüllülüğü ve herkesin bireysel desteklenmesi ve özendirilmesini gerektiriyor zaten. Bunca zaman eksik kalan, atlanan, yapılmayan adım bu. Elbet kendini bilen akil adamlarının birikim ve deneyimlerine saygıda kusur etmek anlamına gelmiyor bu öneri. Aksine etkin olmaları istenen insanlara onların kendi deneyim ve birikimleriyle yol göstermeleri, danışmanlık yapmaları bireysel çabaların değer gördüğü ve özendirildiği eşit ve özgür ortamların yaratılması açısından daha sağlıklı bir dönüşümü başlatabilir. Ayrıca birikimine, deneyimine, etkinliğine verdiğimiz değerlerle bizim için parti kurmak isteyenlerin bir süre sonra parti oluşumunu kendileri ya da grupları adına yüzde hesapları yaptıkları ortamlara çevirmeleri de ancak bu şekilde önlenebilir. Lider sultası ya da parti hiyerarşisi içinde boğulduklarını söyleyip, eleştirdiğimiz sistem partilerinden farklı davranmadan; demokrat olmayı öğrenemeden; kendimizi kurtarıcı olarak görme kompleksinden vazgeçmeden; kim yapıyorsa yapsın demokrasi adına yapılan her adımı destekleme olgunluğu göstermeden; halk adına halkı sürece katmadan karar alma huyunu terk etmeden; grup egolarını törpülemeden eşitlikçi ve özgürlükçü bir parti kurmak mümkün değil. Şimdiki oluşumların içinde bu konulara dair ciddi bir ortak görüşün oluşması ve destek görmesi sağlıklı bir parti kurma adına kuşkusuz sıradan insanlara daha çok umut verebilir. Ama parti kuracak olanların ‘ne kadar demokrasi o kadar destek’ gerçeğini unutmadan çalışmaları şart.