Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Prof. Dr. İbrahim Ortaş

http://blog.milliyet.com.tr/ibrahimortas

18 Eylül '11

 
Kategori
Bilim
 

Yeni eğitim yılında, bilimsel kuruluşları özerk olmadan çağı yakalayamayız

Türkiye’nin Gündeminde Bilim YOK

Ülkemizin gündemi genelde siyaset ekseninde şekilleniyor, ne yazık ki olması gereken eğitim, üniversite ve bilim konularına pek sıra gelmiyor. Bu yaz ülkemizin Feza Gürsey Enstitüsü’nü BİLGEM’e (Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi) bağlanması ve TÜBA’nin kanun hükmünde kararname ile üyelerinin belirlenme yetkisinin elinde alınması ile başlayan tartışma yine iç ve dış siyasetin gölgesinde geçiştirildi.

Yeni Öğretim Yılına Sorunla Girilmektedir

Ortaöğretimde 2011 Eğitim ve Öğretim yılı ile Üniversitelerin yeni eğitim yılı birlikte başlıyor. Yaklaşık 22 milyon öğrencisi ile birkaç ülkenin nüfus büyüklüğündeki gençliğin bir tek hedefi var; geleceklerini kurmak üzere iyi bir iş umudu. Bu da adeta teste dayalı sınav sistemine bağlı. Bugün milyonlarca öğrencimiz eğitim, sanat, estetik, ruh sağlığını geliştirecek etkinliklerden ve yaratıcılıktan uzak günde 18 saat sınav ve test düşünmekten dünya ile adeta bağlarını koparmış durumdadır. Çok zeki ve pırıl pırıl bir gençliğe yapılacak en büyük kötülük onları doğadan ve öğrenme ortamından uzak tutarak sınava endekslenmektir.

İlköğretimden yükseköğretime kadar uygulana program ülke gerçeklerinden ve somut ihtiyaçlardan uzak, ezberletme-öğretme eksenli olup günden güne eğitim boyutu kaybolmuştur. Ülkenin nitelikli iş gücü sorunu çözülememiş, yetiştirdiğimiz sınırlı sayıdaki kişilerin çoğunluğuna gerekli önem ve yaşam koşulları sağlanamadığı için beyin göçüne vermişiz/veriyoruz. Üniversitelerin durumu gerek akademik yapı, gerek eğitim kalitesi bakımından ciddi anlamda sorunlu. Üniversitelerin toplumla bağlantısı sağlık hizmetleri dışında neredeyse kopuk durumdadır. Başta Tıp Fakültelerinde çalışan profesörler olmak üzere 3.700 TL aylık maaş ile Dünyanın örneği olmayan bir uygulama ile nitellikli bilim insanlarını üniversitelerde çalıştırmak artık imkânsız. Nihayet temlinde özlük hakları ve yetersiz alt yapı ve çalışma koşularından dolayı üniversitelerin sağlık hizmetleri dahil, bilim ve eğitimin kalitesini olumsuz yönde etkilediği yüksek sesle sık sık dile getirilmektedir.

İyi niyetle açılan onlarca yeni üniversite her yönü ile evrensel üniversite normlarından uzak durumdadır. Üniversiteye bu yıl kayıt yaptıran yaklaşık 400 bin öğrencinin kaç tanesi üniversite okuyacak kadar temel akademik bilgi ve genel kültüre sahip derseniz bu sorunun cevabı da açıktadır.

Ülkemizin çalışma disiplini yönünde en ciddi sorunu olan liyakate dayanmayan terfi ve atamalara eğitim ve bilimin doğasına uygun olmadığı için üniversitelere ve bilim kurumlarının işlevleri ve verimlilikleri olumsuz yönde etkilemektedir.

Türkiye’nin dünya ölçeğinde ciddi anlamda bırakınız ilk 100 ve 200 üniversitesine ilk 500 giren bir üniversitesi dahi yok (zaman zaman İstanbul ve Hacettepe 450 sıralardan sonra yer alabilmektedir) denilebilir.

Bu arada en kötüsü de, üniversitelerin kendi sorunlarını tartışmaktan çekindikleri, adeta üzerlerine ölü toprak örtülmüş gibi sesiz ve adeta bir kurtarıcı bekler havsındadırlar.

Üniversiteler, TÜBİTAK ve TÜBA gibi Bilim Kurumları Özerk Olmalıdır

Son olarak TÜBİTAK ve TÜBA’nin yeni bir yapılanma ile kurulan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına bağlanması ve arkasından TÜBİTAK yönetiminin değişimi ve TÜBA yöneticilerinin ve üyelerini kendi belirleme yetkisinin çoğunlukla Bakanlar Kurulu ve YÖK tarafından belirlenmesi ile başlayan tartışma ile ülkemizin bilim kültürünün ne denli zayıf olduğunu gözlemledim. Bir bütün olarak ilköğretimden üniversite ve Akademiye kadar yaşanan sorunun temelinde, bilimden yoksun bir toplum olduğumuzu ve bilim toplumun yaşamına yön vermediği için bilimi ne yazık ki içmeleştirememiş. Mevcut sistem her şeyi kendine yakın, kolay iletişim kurabileceği kişiler ile yöneterek sağlayacağını düşünüyor. Ancak temel bilim ve felsefeden yoksun bir anlayışın başarılı olma şansı eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bilimin temel felsefesi ve insanlığın sürülebilir geleceği anlaşılmadan, özerklik anlaşılmaz. Özerk kurumlar olmayınca da bilim olmaz. Özerkliğin ve bilimsel özgürlüğün yaratıcılık, yeni şey söylemek için olmaz ise olmaz olduğu hocalarımız tarafından her alanda işlenmelidir.

Ne yazık ki akademik dünyamızda her şeyi bir yönetim değişikliği olarak görülmekte, bazı meslektaşımızda çoğu zaman benimsememekle birlikte bir yerlere gelmeyi yaşamlarında bir anlamlılık kazandıracağını düşünerek adeta kendilerini her iktidar döneminde güçlüyle birlikte olmaya adamaktadırlar.

Bu anlamda üniversite hocaları bir makam mevki kapmak için üniversite özerkliği ve bilimin doğası olan eleştirel düşünce yapısından koparılmasının yanlışlığını belirtmelidirler.  

Ne yazık ki bugün bankalar, futbol federasyonları ve takımları ve diğer bazı kamu kurumları kendi içinde özerk, üst yönetimlerini de belirleyebiliyor, ancak bilim kişileri kendi üst yönetimlerini belirleyemiyor. Bilim, bilgi, erk sahibi kişiler kendi kendilerini yönetmiyorsa burada ciddi bir sorun var demektir. Onun için önce bilim kuruluşları özerk olmalı ve bilim kişileri ve yöneticileri biraz ayrıcalıklı ve işin doğasına uygun ve liyakate dayalı olarak belirlenmesi gerekir. Bu sağlanmasa on yıl sonra aynı konuyu konuşur dururuz.

 Bilim Başlı Başına Temel Felsefe Anlayışı İster

Ancak benim somut gözlemim ve düşüncem, sanırım biz temel felsefeden uzaklaşmış durumdayız. Dünyadaki Bilimler Akademileri ile ülkelerin bilimsel gelişmişlikleri arasında bir paralellik bulunmaktadır. Akademiler her zaman Üniversitelerin üzerinde bir konumda ve siyaset akademilere karışmaz. Akademi temel felsefe üretir, sorunları tartışır, bilimci yetiştirmeye katkıda bulunur. Bu bağlamda bağımsız kalması zorunlu. Üye sayısı artırabilir, üye belirme şartları tartışılmalı ancak, yönetimlerin doğrudan yukarıdan atanarak kontrolü bilimsel sorgulama ile uzlaşmaz. Akademi ve üniversite üyelerinin en temel özelliği, bilimi bütün olarak felsefesi ve metodolojisi ile kavramak, bilimsel sorgulama, analiz ve sentez yapabilme yeteneğine sahip, sürekli kendini yenileyebilme becerinse sahip olmasıdır

Bilim Yapma İşi Ticaret ve İnşaat Yapma İşine Benzemez,

Bilim ve Araştırma işi, inşaat, makine, ticarete satma ve almaya benzemez. Bu iş temelden anlaşılmadan, yenlikçi ve devinimci bir ruh ve bilgiye sahip olmadan sağlanmaz. Bu da kolay kazanılacak bir şey değil. Temel bilim anlayışına sahip olmak ne satın alınabilir ne de üç günde kazandırılır. Bunun birinci koşulu kurumsal özerklik, ikinci koşullu akademik özgürlüktür.

Bilim Kuruluşlarının Başındaki Adama Değişiminden Çok Zihniyet Değişimi Önemlidir

Üniversite ve akdemi anlayışı sırdan bir yönetici değişimi ile olmayacağını her halde en acı tecrübe ile ülkemiz yaşamıştır. Her insan bilim insanı olamaz. Günümüzde profesör de olur, daha yükseği de olur. Ancak bilim insanı vasfı ayrı bir konu. Mustafa Kemalin, “mühendis, doktor olabilirsiniz ancak sanatçı olamazsınız” ifadesine uygun olarak bilim insanı olma oldu biti bir iş değildir, olmamalıdır. Eğer dünya standartlarında gerçek bilim insanı yetiştirebilseydik, bugün dünyanın 17 büyük ekonomisi dünün iki büyük imparatorluğun mirası üzerinde ki ülkemiz dünyada üniversiteleri ile de anılırdı.

Özet olarak ülkemizde yaşanan sorunun bilim kültürünün sokakta, siyasete ve hatta çoğunlukla üniversite ortamında da yeterince kavranamamasındandır. Üniversite ortaöğretimin devamı olarak görülüyor. Bir günde açılıyor, kolayca yönetici atanıyor ve ders veriliyor. Ancak üniversitelerin meyvelerinin değeri ve kalitesi tartışma konusudur.

Ne yapılmalı;

Son 25 yıllık bilimsel hayatımda ülkemizin sorunlarının bitmediği, aksine günden güne artığı görülüyor. Eğitim ve öğretim sorunları konusunda son 15 yılda yazdığım yazılara baktığımda yaptığımız tespitlerin sorunların daha da derinleştiği görülmektedir.

Tabii siyaset yaşadığımız sorunlar, berberinde ülkenin sosyal sorunları da azalmadı tam tersine, hep sorunlar artı ve artık işin içinden çıkılamaz duruma gelindi.

Uzun zamandır dünyada gözlemim (30 küsur ülke, onlarca üniversite ziyaret ettim), temel bilimden yoksun ve teknoloji üretmeyen toplumlar hep sorunludurlar. Çünkü günümüz iletişim ve teknoloji çağının günlük ürettiği yeni beklentileri hep satın alarak cevaplamak mümkün değildir.

Acilen Türkiye’nin uzun ve kısa vadede bir bilim politikası oluşturması, buna uygun yeni bir üniversite yasası çıkarmalı. Bilim kurum ve kuruluşları özerk olmalı, kamu de hesap sorabilmelidir. İç ve kamu denetim mekanizması getirilmelidir.

Öncelikle bilim ve teknolojide çağı yakalamak için temel bilimlere önem verilmeli, Temel bilimleri kavramadan, ilk ve orta öğretimi gerçek anlamda geleceğin sağlıklı nesilleri yetiştiremeyiz. Temel bilimler işin esasıdır. Temel bilimlerde temel felsefe ile yapılır. Bunu kavrayamasak hep Batı’nın ürettiği teknolojileri satın almak ve tüketicisi olmak durumundan kurtulamayız. Bugün yediğimiz karpuzun, domatesin, mısırın tohumlarında bile Batıya bağımlı isek bunun temel nedeni temel bilimlerden yetersiz olmamız veya bilmediğimizdendir.

Zaman kaybetmeden olayı bütünsellik içinde tartışmamız ve çözüm üretmemiz gerekiyor, yoksa bugün içinde bulunduğumuz sosyal ve ekonomik durumlar daha da derinleşecek ve dışarıya bağımlılık daha da artacaktır. Üniversitelerin bilim insanları makam, mevki ve küçük nemalara yenik düşmeden ve kimseye kul ve bağımlı olmadan, bilimin ulvi değeri ve sorumluluğu ile geleceği eğitim, bilim ve teknoloji ile şekillendirecek özerk kurumlar için kolları sıvamalıdır. Bunu yapılmaması durumunda korkarım bu günleri de arar durma geliriz.

16 Eylül 2011, Cuma, Adana

 

Prof. Dr. İbrahim Ortaş, Çukurova Üniversitesi,  iortas@cu.edu.tr

 
Toplam blog
: 190
: 1163
Kayıt tarihi
: 21.06.07
 
 

1985 yılında Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi’nde mezun oldum. 1986 yılında Şanlıurfa Köy Hiz..