Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ekim '11

 
Kategori
Deneme
 

Yenisini almalı

Bir öğleden sonrası evden uzak bir ağacın altında otururken, henüz olgunlaşmamış zihnini yormuştu bir düşünce. Ne kadar zorlarsa zorlasın olmuyordu işte. Anlam veremiyordu. Sırtını yasladığı sertlik ağrıtmaya başlamış, ne kadar zaman burada oturduğunu da kestiremiyordu. Zihnini meşgul eden tek bir düşünceydi şüphesiz ve o büyük bir savaş veriyordu onu anlama adına. Uzattığı bacaklarını takip etti gözleri, güneş alan yerde durdu. Bir ikindi güneşi vurmuştu ayakkabılarına ve şimdi pek eski görünüyorlardı. Yenisini almalı. İçinde bir şeylerin onu huzursuz ettiğini anladı ve bu şey her ne ise o düşünce ile alakalıydı. Oturduğu yerden eline aldığı taşı fırlattı. Taş, ayakkabılarına değdiğinde tok bir ses çıkardı. Artık emindi, bu ayakkabının ömrü bitmiş. Yenisini almalı…

-Yenisini almalı. Terlemiş yüzünü mendili ile silerken konuşmuştu. Ayakkabılarını yıpratmak için özel bir çaba mı gösteriyorsun ben anlamadım oğlum. Şunun haline bak!

Samet babasının uyarılarını dinlerken biraz korkmuştu. Yoksa babası anlamış mıydı? Yeni bir ayakkabı eskisinin yıpranması ile var olacaktı. Gel gör ki ayağındakiler gayet iyi durumdaydı. Gönül yeni diye diye tutturmuştu işte. O ne yapıyordu peki; topa en hoyrat biçimde vurur, ayakkabının ucunu yerlere bilerek sürter, toza toprağa bulaştırır, eskitmeye çalışırdı. Hatta bir keresinde eline bir jilet almış onunla işkence etmiş biçare ayakkabılara eve de ağlayarak gelmiş; ona soran gözlerle bakan annesine aşağı mahallenin çocuklarının ayakkabısına yaptıkları zulmü salya sümük anlatıp böylesi bir yalanla kadının merakını da gidermiş olurdu. İşte böyle tuhaf bir çocuktu Samet.

Yenisini almalı dedi içinden. Keskin bir acı duydu yüreğinde, derin bir nefes aldı. Ama iyi gelmedi temiz hava. O tek düşünce bedeninin her yerine nüfus etmiş, aklını kemirmiş, duyguları ele geçirmiş, Samet i yalnızlaştırmıştı. Tekrar nefes aldı keza bir faydası olmadı birazdan yüreğindklrgözlerinden akacaktı. Elleri ile silmeye çalışsa bile onlar inat edecek ve akmaya devam edeceklerdi. Ve işte oldu. Güneş çoktan gitmişti. Hava kararmaya yakın. Ağlıyordu köşesinde bir çocuk. On iki yaşındaydı. Anlamamıştı tüm bu olanları.

Bir çocuk, bacaklarını kendine doğru çekmiş, kollarını yüzüne siper etmiş yalnızlığından gizliyor gözyaşlarını. Bacaklarının arasından düşenler ıslatmıştı toprağı. Burnunu çekerek o siyahlığa baktı. Gözyaşları baya akmış olmalı. Kaldırdı başını, sildi tuzlu suyu. Etrafına baktı, yalnız olduğunu anlayınca rahatladı. Dinlemeye başladı. Duyduğu sadece kurbağa sesleriydi. Nefret ederdi bu hayvandan. Midesinin bulandığını söylerdi. Sonra çirkindi bu hayvan. Onu sevmesi için bir neden yoktu o da nefret etmeyi seçti.

 Üç ay olmuştu, sadece üç ay. Bir ömür gibi gelmişti hâlbuki. Ölüm gelmiş, kapıyı vurmuş, isteğini alıp geldiği gibi de gitmişti. Kısacık bir ana sığdırmıştı işini. Babasını uykuda yakalayacaktı. Son anında ne düşündüğünü kendisi bile bilemezken. Hâlbuki sabah kalkacak, gözlerini ovuşturup yatağında şöyle bir güzel gerinecekti. Karısı çoktan kalkmış olacaktı. İçeriden gelen yumurta kokuları sabah sabah midesini bulandıracak ama o kalkıp pencereyi açıp gün ışığını buyur edecekti içeriye. Mutfağa yönelecekti sonra. Karısının yanaklarına güzel bir öpücük kondurup Samet i soracaktı ona. Ekmek almaya gittiğini söyleyecekti. Bu bir rutindi, Samet her sabah annesinin ısrarlarıyla zoraki ekmek almaya giderdi. Her sabah olduğu gibi iki şeker atacaktı çayına, oğlunun dertlerini dinleyecekti. Sürekli konuştuğu için soğuyan çayını on dakikada bir değiştirecekti karısı. Soğuk çaya tahammülü yoktu. Bilirdi bunu. Ve sonra şükrederek kalkacaktı masadan. Giyinip, işine gidecekti. Ama bir sabah uyanamadı. Karısı yine erkenden kalkıp işe koyulmuştu. Samet de evdeki malum görevini yerine getirmek üzere fırına yollanmıştı. Birkaç uyarıdan sonra hala gelmeyen kocasına bakmak üzere odasına doğru yürüdü. Yumurtalar da hazır, çoktan kalkmış olmalıydı. Kulağına eğilip uyanmasını isteyecekti. Ama o duymadı.

Bir ağacın altında saatlerce oturup düşündüğü şey; ölümdü. Bir daha hiç olmama düşüncesine dayanamıyor, aklı tüm bu gerçeği olanca inadıyla reddediyordu. Hele ki olmayacak olan şey dünyanın en iyi yürekli adamıydı, canıydı. Bu ölüm nasıl bir şeydi böyle. Bu insanlar nereye gidiyordu? Dün bu kadar hayat dolu iken nefes almamak da neyin nesi? Samet tüm bu olanları anlamıyordu. Aslında anlayabilmekten korkuyordu o. Yokluğu kabullenmekten, büyümekten. Savunmasız bir şekilde hayatın ortasında duruyordu. Baba demek cesaret demekti. Yaşamaya cesaret, ben de varım demek. Ama o şimdi yoktu. Düşünmekten korktu bir an. Kalktı. Başı önünde eve doğru yürüdü, eskimiş ayakkabılarına baktı. Canı acıdı.

 

On dakika sonra eve vardı. Kapıyı çaldı, annesi açtı:

 

-Yavrum nerdesin sen? Merak ettim.

Çok mu korumacı davranıyordu annesi son günlerde yoksa o mu sorulardan bıkmıştı, anlayamadı.

- Geldim işte! Dedi Samet.

Annesi ayakkabılarını içeri alırken bir yandan da kapıyı kapadı. Odasına geçmekte olan oğluna seslendi:

-Eskimiş bu ayakkabılar, neyse artık yenisini almalı!

 

Samet, birkaç saniye annesine baktı, bir şey söyleyecek oldu ama söylemedi. Sustu. Aynı anda yüreği soğuk sulardan kızgın alevlere bırakmıştı kendini. O bu bırakışı engelleyemedi. Odasına girdi ve aylardır yaptığı şeyi yaptı. Sadece sustu…

  

 
Toplam blog
: 16
: 643
Kayıt tarihi
: 23.06.10
 
 

Muş doğumlu, 20 yaşında daha çömez bir yazarım... Hem ben sadece yazarım... Öyle bir tutku ki yaz..