- Kategori
- Özel Günler
Yerli malları ve tutum haftası

Küresel ekonomik krizin ülkemizdeki hasarı azaltıcı etkisi bakımından, yerli malı kullanımı önemsenmesi gereken toplumsal bir bilinçlenmedir. "Yerli Mallan ve Tutum Haftası" başladı. 12-18 Aralık tarihleri arasında Türkiye'de böyle bir kutlama haftası olduğunu önemseyen fazla kişi kalmamış olabilir; ancak ben bu haftayı en az "Sevgililer Günü" kadar önemsiyorum.
Cumhuriyet'in başlarında devlet erki ilk ekonomik kalkınma yapılanması için topluma yerli malı kullanma bilinci vermeye, ekonomiyi yerli değerler üzerinde geliştirmeye yönlenmişti. O zaman ilkokuldan hatırladığım "yerli malı" haftasına bir anlam veremezdim; çünkü ülkede zaten yerli ekonomiyi sekteye uğratacak kadar ithal ürün tüketebilecek zengin yoktu. Bugünse ekonomik rekabetin küreselleştiği bir zamanda, yerli malı kullanımı ve tutumlu olmanın ulusal ekonomiye katkısı büyük olacakken bu haftanın önemsenmeyişine anlam veremiyorum.
Şimdilerde pek kutlanmadığı için asıl bilinçlendirilmesi gereken gençler ve çocuklar tarafından pek bilinmiyor. İlk öğretim okullarında sanki geçmişi yad etme bağlamında (nostaljik) bir kutlama düzeyine indirgenmiş görünüyor. Yerli malı ve tutumluluk bilinci yeteri kadar önemsenmiş olsaydı bugün ithal tüketim mallarına bu kadar çok milli servet ödemezdik; hiç olmazsa ülkemizde yetişen tarım ürünlerinin yabancısına özenmezdik.
Her ne kadar artık fındık, fıstık, incir ve üzümlerimizle böbürlenme devri bitmiş olsa da, bu haftaya farklı etkinliklerle gereken ilgiyi göstermeliyiz. Çünkü bu sadece yerli mallarımızla övünme haftası değildir. Haftanın amacı, milli servet tasarrufu yapmak için yerli malı tüketme zorunluğunu toplumsal bilince dönüştürmektir. Yerli malı kullanmak milli tasarruftur.
Bu bilinci pekiştirmek ve uyarmak için bugün elimizde oldukça geniş iletişim olanakları var. Bunların nasıl yapılacağı bir devlet politikası olarak hiç olmazsa bu hafta içinde kendini göstermelidir. Tabi ki bu, milli duygularımızın sömürüsüyle emeğimizin karşılığı olan parasal kazancımızı kalitesiz yerli ürünlere yedirmek anlamına gelmez. Aslında maksat, özellikleri aynı olan ürünlerin içinden yerli olanını seçmenin milli bir tasarruf olduğu bilincini yerleştirmektir. Milli tasarruf demek, cari açık denen dış ticaret açığında azaltma demektir. Bu da Türk parasına ve ekonomisine güç katacak bir unsurdur.
Ne zaman gün gelir dünya ayrılmaz bir sistemler ve kültürler bütünü olarak barış içinde yaşamaya başlar, işte o zaman bu yerli malı kullanma bilinci anlamını kaybedebilir. O güne kadar, hatta AB üyesi olsak bile, yerli malı kullanmak bir yurtseverlik özelliği olacaktır. Ancak yerli malı tüketimiyle birlikte tasarruf bilinci de mutlaka oluşturulmalı. Böylece elde edeceğimiz artı değerlerin ulusal sermaye içindeki birikimi milli gelirimizde artış sağlayacaktır. Tasarruf bilinciyle bütünleşmeyen bir yerli malı tüketim alışkanlığı talep açısından milli üretimi teşvik eder elbette, ama ülke ekonomisinin uzun yıllar düzenli ve güvenli ilerlemesi için tasarruflu yaşam esastır.
Günlük yaşantıda tasarrufun en belirgin göstergesi arkamızda bıraktığımız çöp miktarıdır. Yaşantımızı olduğu gibi sürdürmek veya daha ileri bir insanlık düzeyine geçirmek için zorunlu bir tüketim gereksinimi duymadığımız hâlde çöpümüz artıyorsa, savurganlık yapıyoruz demektir. Gündelik temel tüketimdeki tasarrufun yanında, tüketilen enerji, kullanılan eşya ve giysilerde moda ve lüksten çok, dayanıklı ve kullanışlı olmalarına önem vermeliyiz.
Tasarruf edeyim derken cimriliğe de kaçmayalım. Elzem olandan daha az tüketmeye çalışmak tasarruf değil, cimriliktir. Buradaki ölçü ihtiyaç kadar tüketme alışkanlığıdır. Elbette "ihtiyaç" göreceli bir kavramdır; tek başına bir ölçü belirleyemez. Bir kral veya müsrif bir zengin akşam sofrasında 50 çeşit yemek isteyebilir, ve bunu kendi ölçülerine uygun bir ihtiyaç gibi de gösterebilir. Oysa elzem olanın ölçüsü, olası en sade düzeyde çağdaş insan gibi yaşayabilme gereksiniminin karşılığıdır.
Şimdi size tüketim ahlâkının öğretisi bir anlatı geçiyorum:
"15 yaşında idim. Rahmetli ninem pirinç ayıklıyordu. Bir tane sıçradı yere düştü.
Nineciğim eğildi, aramaya başladı. Sağa bakıyor, sola bakıyor, bir yandan da bel ağrısıyla oflayıp pufluyordu.
-Aman babaanne" dedim, "bir pirinç tanesi için bu kadar yorulmaya değer mi? Süpürürken gider nasılsa" diye de ukalalık etmiştim. Rahmetli bir sertleşti bana karşı, öfkeyle dimdik doğruldu.
-Kıçını sıcak mindere oturtup ahkâm kesmek kolay" dedi. "Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar; bir pirinç tanesinde kaç insanın, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun? İnsanı geçtim, bir tane pirinç için kimbilir ne çok doğal kaynak işbirliğ yapıyordur."
-Aman babaanne! Ben bir pirinç tanesi az yerim olur biter" diyerek yumuşatmak istemiştim, ama daha da kızdı.
-İstersen hiç yeme! Böyle düşünene zıkkım ye desem yeri var. Sen yemedin diye atılan nimete sinmiş emekler yok mu sayılacak? Sersem! Zaten tabağında artık lokma bırakmana sinir oluyorum...
-Aha da buldum işte pirinç tanesini" diyip yanağından öptüğümde sakinleşmişti."
Aradan yıllar geçti.
Günlüğümü karıştırırken not etmiş olduğum özlü sözlerin arasında bir tane vardı ki, tam babaannemin ruhuna fatiha.. "Bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur" diyordu.
*********
Geleneksel Japon yaşantı biçimi son derece sade, basit ve yalındır.
Evlerini pahalı ve gösterişli mobilya ve eşya ile dolduranlar Japon yaşam felsefesine göre ruhen tekamül edememiş, hayatın doğal evrimindeki sadeliği özümseyememiş kimselerdir. Böyleleriyle; evini mezat salonuna çevirmiş budala, diye eğlenirlermiş. Şimdilerde bu anlayış ne yazık ki yerini tüketim çılgınlığına bırakmaya başlamıştır. Ne bileyim, belki de Japonlar gereğinden fazla tasarruf etmişlerdir.
Gerekmediği halde fazla elektrik yakan, suyu kapamadan boş yere akıtan, çamurlu ayakkabılarını silmeden bırakan, tabağındaki son lokmayı bırakan, daha doğrusu yiyeceğinden fazlasını tabağına dolduran, telefonda ballı sohbetlere dalan herkes aslında az çok bir tüketim çılgınıdır; çünkü ihtiyacı olan paydan fazlasını tüketmektedir.
İlkokul okuma kitaplarına giren bir deyiş vardır; onu bari hatırlasak, belki tutumlu tüketim davranışı kişilik övüncümüz olabilirdi.
Bir mıh bir nalı kurtarır.
Bir nal bir atı,
Bir at bir komutanı,
Bir komutan bir orduyu,
Bir ordu bir ülkeyi kurtarır...
(Ve özgür bir ülke aslında insanın en güvenli kurtuluş yoludur...)
Maddi durumumuz ne olursa olsun, ister zengin olalım ister fakir, tüketirken hepimiz emeğe saygılı olmayı geleceğin güzel hatırı için hatırlamalıyız. Burada bireysel maddiyat tasarrufunu aşan yüce bir ülkü vardır; yerli malı kullanımı ve tutumlu yaşam aynı zamanda vatan sevgisinin bir göstergesidir. Böylesine yüce bir sevgiye hizmet etmenin en kestirme yoluysa, tüketimde yerli malı seçmeye özen göstermektir. Türkiye'de Türklerin emeğiyle üretilen her şey bence yerlidir.
Alışverişte satın aldığımız ürünün barkodu (kimlik kodu) 869 ile başlamalı.
Parolamız "869" olmalı. Ayrıca İmalat adresi, ve "Türk Malı", veya "Made in Turkey" yazımı da ürünün yerli malı olduğuna dair kanıtlardır.
Bu konuda aldığım bir E-Posta alıntısını son söz olarak aktarıyorum:
"İsveç'ten dönen ressam arkadaşım anlatmıştı.
Arkadaşıyla İsveç'te pazara çıkmışlar, sivri biber alacaklarmış. Bir çok çeşit biber içinden İsveç'li kadın tereddüt etmeden seçimini yapmış. Benim ressam arkadaş merak edip sormuş:
- Bu kadar seçenek dururken nasıl şıp diye karar verdin şaşırdım doğrusu?
Cevap kısa ve net olmuş:
- Çünkü bu seçtiğim biberler kendi ülkemin ürünü, diğerleri ithal...
İŞTE VATAN BÖYLE SEVİLİR !!!
Unutma ! Adı Türkçe olmasa bile, Türkiye topraklarında bizim kaynak ve emeğimizle üretilen her şey yerli malıdır. Kuruluş sermayesi yabancı diye, Türkiye'de üretilen bir mala yabancı damgası vuramayız. Esas olan bu ülke emeğiyle, vatan sınırları içinde üretilmiş olmasıdır. Bence bir ürünün milliyetini ne hammaddesinin ne sermayesinin geldiği yer belirler; ürünün milliyetini üretim yerleşkesi, bilgisi ve becerisinin kimliğ belirler. Almanya'dan bir Türk şirketi'nin malı ülkeme ithal olarak giriyorsa, benim için o yabancı malıdır.
Tüketim malı ithalatına giden her 6 bin 500 dolar Türkiye'de bir kişiyi işsiz bırakmaktadır.
Barkodu 869 ile başlayan ürünler Türk malıdır!
Yerli malı yurdun malı; her yurttaş bu malı satış belgesiyle almalı.
Muharrem Soyek