Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Aralık '08

 
Kategori
İlişkiler
 

Ayrılıktan

Ayrılıktan
 

starwars


Aslında hayatın çıkmaz sokakları yoktur. En çıkmaz olanı bile kaderin evine çıkar. Kaderse asla aynı adreste oturmaz. Hayattan ayrıldığı için girdiği sokaktan çıkmak istemeyenler vardır sadece. Siz, hayattan kaçanlardan değil, hayatın yollarını açanlardan olun..! Buna rağmen bir kısım hayat sizden ayrılabilir, fakat siz hayatı terk edenlerden olmayın. O zaman göreceksiniz ki, çıkmaz sokaklardan da geri dönülüp çıkılabilmektedir.

Doğum gibi uyanıyordum gecelerin ortasında; sabah olmak bilmiyordu bir türlü. Deli gönlüm coşkulu. Yaşadığım her şeyi aşk sanarak kaptırıyordum kendimi; her şeyden bir parça benim olsun istiyordum; ve sonra avucumda biriktirdiğim aşk kırıntılarını öpüp kalbime kilitliyordum, ayrılık rüzgarları kapmasın diye... O kadar çok aşk kırıntısı doldurmuş olmalıydım ki kalbime, sonunda “kendim” çıktı gitti kalbimden, ben kala kaldım topladığım aşk kırıntılarıyla…

Arkadaşlarıma anlatıyorum terk edilmişliğimi, mahzun ve bitkin bakışlarımla. Arkadaşlarım sıkılıp bırakmıyorlar beni. Avuntu olsun diye fıkra anlatıyorlar. Belki arkamdan gülüyor olabilirler, ama her zaman umut veriyorlar bana. Arkadaşlarım iyidir benim; kendimden bile vefalı çıktılar valla! Âşık oldum diye, “kendim” gibi küsüp ayrılmadılar benden.

Bazen kendime seslenirim aynanın karşısında. Geri çağırırım kendimi, çaya kahveye; ama yatıya kalamaz ki! Yer kalmadı kalbimde aşktan. Bazen de aynalarla dans ederim, akşam güneşi girince odama; hani artık ancak aynalarda kendim olabilen hayallerimle…

Kendimi seviyorum; sevdiğim kadar da kendime kızıyorum. Nasıl kızmam? Kalkıp giden o, “âşıksın sen âşık” diye diye beni terk eden o! Kızarım ama severim ben kendilerimi, çünkü hiç zorluk çıkarmazlar; beni usulca terk ederler kendilerim, aşk beni kaptığında. Galiba ağrına gider her kendimin, ben kendimden geçip aşkın kölesi olduğumda...

Aradığım neydi benim? Bütün ayrılıkları ve bütün dönüşleri seni tanıdığım yerde bırakmışken böyle, düşürdüğüm bir şeyim var sanki şimdi de... Aradığım nedir hâlâ benim? Seni buldum, seninle doldum taştım, ama bir boşluk kaldı içimde. Kendimi dolduramıyorum bu boşluğa; çünkü kendim ayrılıp gitmiş seni kendim sandığım yerde...

Ben kendimi geri istiyorum. Seninle yan yana yürümeyi hak etmek istiyorum; kendimi bulup sana yetişmek istiyorum. Seni kendimle birlikte sevmeyi hak etmek istiyorum. Ama bu sevdanın hem davalısı hem davacısı, yetmedi bir de yargıcı olmaya kalkışınca beni asla bağışlamayacaksın, biliyorum...

Bıkkınım sevdiceğim; artık bu çapraz sorgulamaya dayanabilmek için senden vazgeçebilecek kadar yorgunum; sen anlarsın beni.!! Peki ama, gerçekten ayrılabilecek miyim senden? Gene mi döneceğim erkenden? Bu kez seni tanımayan bir sokağa dalacağım. Asla sen olmayan ve hiç keşfedilmemiş bir yöne sapacağım. İnsan, kendi varoluşuyla yürüyebilmek için, yaşamının tüm varoluşu boyunca sevdiği birinin yokluğunu taşıması gereğini bir ayrılık başlangıcı anında hissedebilir mi? Hissettim, ama tam da çözemedim doğrusu… Seni içimde saklayarak senden vazgeçiyorum; haberin olsun bir tanem. Kendine iyi bak.

"Kendine iyi bak", bencil bir "ayrılık" cümlesidir aslında. “Kendine iyi bak, çünkü bundan sonra ben yanında olmayacağım”, demektir. “Olur da bir gün dönersem seni iyi bulmak istiyorum”, demektir. “Biliyorum kendini bırakacaksın benden sonra, o yüzden iyi bak diyorum” demenin kestirme sözüdür bu, “kendine iyi bak”…

Tutkuyla sevenler, bazen bu cümleyi birden fazla söylemek zorunda kalırlar. İstenmediklerini hissetseler bile, kolay kolay kopamaz onlar sevdiklerinden; her seferinde azalan umutlarla geri döner ve bir gün gene, "Kendine iyi bak" diyerek ayrılırlar. Ta ki içlerindeki en tenha umuttaki sevgi tükeninceye kadar…

Tutkunun da üstünde, bir aşk hastalığı olan kara sevdayla sevenlerse, bir kez dediler mi "Kendine iyi bak", dönmezler artık. Onlar bu acıyı bir kereden fazla çekerek birçok kez ölmektense bir kerecik gerçekten ölmeyi seçebilirler. Onlar için ayrılık ölümden beterdir. Bu yüzden daha az beter olan ölümün gerçeğinden korkmaz olurlar. “Kendine iyi bak” derler ve ölümüne ayrılırlar. Dedim ya, hastalık bu. İnsanı suskunluğa mahkum edip öylece giderler. İnsanın en ağrına gideni de, savaşmadan çekip gitmeleridir. Kızarsın ama suçlayamazsın; çünkü onların mahzun sessizlikleri karşısında kızmak ölümden özür dilemek gibi kalır.

“Kendine iyi bak” noktasını kalbime perçinleme lütfen.
Gitmesen olmaz mı? Bitmesek olmaz mı?
Susmasan olmaz mı?
….. …… …… !!!!!
Peki o zaman, istediğin olsun... Ben kendime çok iyi bakacağım, çünkü sen bende misafir kaldın... Sen de kendine iyi bak. Olur ya bu küçük dünyada bir gün bana rastlarsan, utanmayasın hal ve gidişatından...
“Kendine iyi bak!”, kopan gönül bağına giderayak bir düğüm atma telaşıdır aslında. Eminim ayrılanlar suskun çekip giderlerdi, eğer bilselerdi, “Kopan (veya kopartılan) bir gönül ipine, sımsıkı bir düğüm atınca ipin en sağlam yeri artık bu düğüm olur; ancak ipe her tutunmada aşkın canını acıtan yer de, yine o düğüm olur”. Bunu bilselerdi eğer, kararlı ve dürüst bir suskunlukla çekip giderlerdi; arkada bıraktıkları boşluğa kendilerinden bir umut ipi salmadan giderlerdi. Düğümsüz bir gönül bağının acısı zaman içinden geçerken hiç kuşkusuz daha az hasar bırakacaktır.
Neler yaşadığımı bir Allah bilir; ben bile anlayabilmiş değilim… Ruhumun közde patlıcan gibi ezildiği bu yerde hiç ama hiç bişi yapmak gelmiyor içimden… Hasta gibiyim; ölü balık gözü gibiyim. Araba sürerken ağlamak tuttu, kaza yapmayım diye kenara çektim. Ellerimle kapattım yüzümü, ağladım öylece. Bir şey olsun istedim; senin varolduğunu unutturacak bir şey için dualar ettim.. Hiçbir şey olmadı hey güzel allahım!

Bak yine kızdım yaaaa…. Yahu güzelim, sen nasıl gidersin arkanı tozuta tozuta?! Hiç mi duraksamadın? Hiç mi düşünmedin yokluğuna çarptığımda ne olacağımı? Bir de afili not bırakmışsın yalandan: “Ne kadar düşünmüşsen o kadar düşünülürsün; kendine iyi bak”

“Bırak yaaa, o kaybetti” diyorum bazen. “Bırak ne hali varsa görsün! Bırak ablası turşusunu kursun! Bırak inceldiği yerden kopsun. Kahrolsun beni hatırladığında!” Sonra yine aynı saflığımla kendimi kandırıyorum. “Yapamaz yaaa… Benim aşkım tutamaz başka elleri, bakamaz başka gözlere. Kim sevebilir ki onu benim gibi..? Ne kadar kazık yesem de ondan, gene beklerim yollarını gözyaşlarım bitene kadar. Ayrılık acısı zor; çok zor olsa da, sen değersin be güzelim; seni özlemek bile değiyor bu acıya…

İyi görünmem korkaklığımdandır aslında. Kendime yediremedim terk edilmişliği. Güçlü görünmeye çalışıyorum çaktırmamak için. Aslında hatırladıkça kahroluyorum, en berbatı da hata yaptığımı kavradıkça kahroluyorum. “Kendine iyi bak” dediğinde, nasıl diyebildim, “sen üzülme, git gidebildiğin kadar..!” Kendimi bir halt sandım; akşam olmadan döneceksin sandım her hâlde. Asılsaydım biraz, dikilseydim önüne inatla; ayrılık böyle yalnızlığa sarmazdı şimdi yüreğimi…

Suç senin olmayınca tabi, asıl ağrıma giden, seni özleyince büzüşüp küçülmek oldu yalnızlığın koynundaki buruk acıyla. Kalbindeki tüm sevginin tek alıcısı olma bencilliğimin kıskançlık bedelini ödüyorum şimdi: Geceleri sanki kapıda kalmışsın gibi uyanıyorum telaş içinde, yatağımdaki yokluğunun çukuruna düşmeden hemen önce.

İnsan ayrılığın yasını yeteri kadar onurlu tutabilirse görüyor ki öyle uzunca boylu yıkılmıyor aslında yaşam. Sen ayrılınca bunu da öğrenmiş oldum. Bir süre bocalamadım değil tabi. Makyaj çantamı döktüm önüme; çaresizliğimi boyamak istedim, ama rujumu süremedim ağlamaktan; gömleğine yaptığım lekeyi hatırlatmıştı bana. Heyecanlanıyordum tabi, çalan telefonları sen sanarak. Günün olmadık saatinde gerekli gereksiz çekmece yerleştirdim; bulduğum her meyveden reçel yaptım. Camları kapıları gıcır gıcır sildim. En sonunda saçımı kestirip patlıcan moruna boyattım; sırf sana inat oldu diye biraz sevindim bile...

Günler geçtikçe ayrılık acısının büyüttüğüm kadar korkunç bir şey olmadığını hissetmeye başlıyorum. İnsanlar insanlardan ayrılıyor, geride boş yerler bırakıyorlar; hepten de boş değil tabi, hüzünlü boş yerler. Bavullarına sığdırabildikleri anılarıyla birlikte gittikleri başka bir yerde yeniden başlıyorlar, yeni ayrılıklardan anılar biriktirmeye... Her yeni bir başlangıç ve her bir son ayrılıktan bir biçimdir aslında...

Ayrılık bunalımlarımdan anladım ki, geride kalan gidenin yerine ne koyacağını bilemiyor uzunca bir zaman. İşin en zor yanı bu. Dün koruda yürüyüşe çıktım. Akasya ağacı altındaki taşa oturdum. Seni tanıyordu ağaç; kucaklayıp sarıldım. Dile geldi akasya, “Hazırım köklerimi söküp seninle gelmeye, kucağında öleceksem eğer” diye fısıldadı yapraklarıyla. Baharı beklemeden çiçek açtı akasya ağacı. Akasya kadına, kadın adama sevdalı. Adamsa ne ağacı ne kadını görebildi; ama geçerken bir dal çiçek kopardı akasyadan. Kadının kokusu sindi adamın eline…

Ölüm hariç her şeyi taşıyabiliyor insan bu dünyada. Öldürmeyen acılar zamanla güç veriyor insana. Sana küçücük bir kalp çizmiştim; istersen onu büyütebilirsin demiştim. Şimdi sana açtığım bu son sayfayı boş bırakıyorum ve defteri kapatıp gidiyorum. Sen de benim olmadığım yerlere git ve “iyi bak kendine”... Yanı başında duran her şeye iyi bak... Çiçeğine iyi bak... Ellerine, kedinin gözlerine… İyice bak sana çizdiğim kalbe; ben hâlâ oralardaysam, bil ki kendimi unutmuşumdur boş sayfada...

Bazen ayrılık çarpar insana. Hayat, birden kararan ürkütücü bir ormana benzer. Ormanımızda dua ederiz bizim acımızı yaşayan birilerine rastlamak için. Çünkü ayrılıktan kopan boşlukta kendimizi yitirmekten korkarız. Belki de hissetmiştin ayrılırken geride bıraktığın boşluğun içindeki ürkütücü karaltıyı; belki de bu yüzden demiştin, “KENDİNE İYİ BAK”…
Muharrem Soyek
***

 
Toplam blog
: 363
: 1765
Kayıt tarihi
: 04.08.08
 
 

Parasız yatılı Darüşşafaka Özel Lisesi'nde iki yılı hazırlık sınıfı olmak üzere yedi buçuk yıl ok..