- Kategori
- Sinema
Yeryüzündeki son Aşk

Hayat devam ediyor bir şekilde. Ne koku, ne tat var ama devam ediyor. Yaşanan her ne varsa, yaşanabilecek şartlar dahilinde olabildiğince yaşanıyor. Sesler, sıcaklık, renkler, gün, gece alıyor kokunun ve tadın değerini. Oysa ne kadar önemli koku ve tat yaşamda.
Koku, ahh o koku nasıl da önemli. Geçmişi birden bire şak diye getirirken karşına ve bugünde kaybettirirken kendini. Denizin kokusu, sonbaharın kokusu, yosun, bebek, ten, parfüm, yemek, sevgili, şarap. Ve tat, acı, tatlı, ekşi, rakı, balık, peynir,kahve ve dahası. Bunlarsız hayat olmaz demeyin, izlemeyenler bu filmi izleyin.
Yediğiniz ekmeğin tadını alamamasanız da, yerken duyduğunuz çıtırtının sizi nasıl mutlu ettiğini görün. İçtiğiniz şarabın tadını alamasanız da, o bordonun seksiliğini, iki kadehin tokuşturulmasındaki sesin çekiciliğini görün.
Diyor ki filmin sonlarına doğru, “Artık iki çeşit insan var; herşeyi yakıp yıkıp yok eden, dünyanın sonunun geldiğine inanan insanlar. Bir de hayatın bir şekilde devam edeceğine inanan, zaten aksi halde ne yapacaklarını bilemeyen insanlar”
Çünkü hayat öylece devam eder, öylece...Ne getiriyorsa, onu yaşayarak, var olarak değil, dibine kadar yaşayarak. Küvetin içinde bir sabunu ısırıp yerken zevkten kahkalar atarak. Ve tam kavuşma anında, yeryüzündeki o son aşkta, birbirine sarılmadan henüz, karardığında gözler, aşkı karanlıkta yaşayarak. Öylece...
Ve asıl önemlisi, böyle bir son bekliyor mu bizi?