- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Yeşil ruhsat sahtekarlığı - 1

Nazif Ağabey ile birlikte...
Balıkçı dostu Nazif ağabeyi hemen herkes tanır. Geçenlerde beni aradı; “Talip kardeşim, benim başıma bir iş geldi seninle acil konuşmak istediğim bir konu var” dedi. “Hayrolsun Nazif ağabey” dedim. “Pek hayır değil Talip kardeşim, bunlar telefonda konuşulacak konular değil seninle hemen buluşup konuşmalıyız” dedi. Ses tonundan anladığım kadarıyla Nazif ağabeyin üzüldüğü bir şey vardı... Ertesi gün Nazif ağabey ile Kadıköy vapur iskelesinin yanındaki çay bahçesinde buluştuk.
Hoşbeş yaptıktan sonra garson çaylarımızı getirdi. Nazif ağabey çayın şekerini karıştırırken konuya girdi: Talip kardeşim sen de biliyorsun ki yakında köyüme döneceğim. Köyüme döndüğümde bir balıkçı teknesi alıp Karadeniz’de kıyı balıkçılığı ile geçimimi sağlamak istiyorum.
Birkaç ay önce internette yeşil kâğıt (tekne ruhsatı) satıldığını gördüm; nasıl olsa üç beş ay sonra köyüme dönecek ve orada tekne alacaktım. Bu hesaba göre şimdilik bu ruhsatı satın almayı daha sonra da bu ruhsata uygun tekneyi satın alırım diye düşündüm. Keşke düşünmez olaydım!
Ruhsatı satan kişilerle fiyat konusunda telefonda anlaştık. Hemen aynı günün gecesine otobüs biletimi aldım. (tarih.....)
Ruhsatın kayıtlı olduğu yer Muğla’nın Güllük liman başkanlığıymış. Bu nedenle ruhsatı satanlar (baba ve oğlu) İzmir’den benim bindiğim otobüse bineceklerdi...
Sabah saat 06.00 sularında otobüs İzmir terminaline girdi. Ruhsatı satan baba N.İ ve oğlu A.D orada beni bekliyorlardı. Kendileriyle otobüsün içinde tanıştık. Bir ara kısa bir mola verildi orada birer çay içtik. Baba sessiz, oğul ise konuşkan biriydi. Yol boyunca yanıma oturan A.D ile muhabbet ve sohbet ettik. Yanılmıyorsam saat 08.30 ile 09.00 arası Milas otobüs terminaline geldik ama biz biraz daha ileride otobüsten indik.
Milas köylerine servis yapan köy minibüslerinin olduğu garaja gittik baba N.İ bizi burada bekleyecekti. Ben ve A.D birlikte dolmuşa binip Güllük beldesine gittik. Oradan hiç vakit kaybetmeden liman başkanlığına geçtik. A.D oradaki görevliye sahip olduğu yeşil kâğıt (Tekne ruhsatını) benim üzerime geçirmek istediğini söyledi.
Görevli bunun için A.D den uygunluk belgesi istedi. A.D hemen orada bir dilekçe yazıp Tarım Gıda Bakanlığından (İl veya İlçe) ruhsatına ait uygunluk belgesini talep etti ve orada tanıdığı biriyle cep telefonundan görüştü. Telefondaki kişi A.D ye belgenin yarım saat içinde gelebileceğini söylemiş...! Bu vakit içinde A.D ile liman içindeki çay bahçesine gidip çay içtik. Bir süre sonra A.D beklediğimiz belgenin gelip gelmediğini öğrenmek için Liman başkanlığına gitti.
Birkaç dakika sonra geldi ve “Ağabey senin teknen olmadığı için ruhsatın satışını üzerine yapamıyorlarmış” dedi. Kendisine “sen benim teknemin olmadığını biliyordun, bu şekilde ruhsat satışının olmayacağını bilmiyor muydun?” dedim. “Yok, ağabey bende yeni öğrendim” dedi. “Peki, satışı nasıl yapacağız?” diye kendisine sordum. A.D bana “Milas’ta noterden yaparız” ağabey dedi.
Apar topar tekrar Milas’a döndük ve hemen notere gittik. Baba N.İ de bize katılmıştı. Hep birlikte içeri girdik A.D bankın arkasındaki bayana konuyu anlattı. Noter çalışanı bayan memur bize böyle bir satışı kendilerinin yapamayacağını; ancak bu satışın Tarım Gıda Bakanlığı bünyesinde olabileceğini söyledi. Bunun üzerine A.D müdürün yanına gitti bende hemen arkasındaydım. Müdür Bey’e de konuyu anlattık.
Çok ısrar etmemize rağmen Müdür Bey de bize aynı şeyi söyledi. Tarım Gıda Bakanlığı bu tür satışları kendilerinden aldığını ve kendi bünyelerinde bu işlemi yaptıklarını söyledi... Bunun üzerine Noterden ayrıldık. Geriye yapılacak iki şey vardı. Ya kendi aramızda bir sözleşme yapacaktık veya bu satış olmayacaktı. Ancak 700 km yol geldikten sonra geriye boş dönmek istemiyordum...
Ruhsatı satan kişiler, benden alacakları parayla bugün araba almaya gideceklerini söylüyorlardı. Bu satışın bir şekilde gerçekleşmesi durumunda ben İstanbul’a eli boş dönmemiş olacaktım. N.İ ve A.D benden aldıkları parayla araba olayını halletmiş olacaklardı. Ruhsat sahipleri kendilerine güvenmem noktasında ısrarla beni ikna edecek sözler söylüyorlardı. Sonuç itibari ile her iki tarafın işi görülsün diye ortak bir karara vardık. Benim bir iki ay içinde (Ne zaman olursa) tekne aldığımda satışı üzerime verecekleri noktasında anlaştık. Bu konuda bana baba oğul güvence verdiler ve hatta “istersen limandaki tekneyi de al, parasını sen bize sonra verirsin” diyecek kadar bana güvendiklerini söylediler! Benim de kendilerine güvenmem konusunda hiçbir kuşku duymamam gerektiğini ve içimin rahat olmasını ısrarla söylediler!!!
Ege bölgesinde birkaç asker arkadaşım, memur arkadaşlarım ve sayısını bilemediğim kadar balıkçı arkadaşlarım var. Birçoğuyla yıllardır kardeş gibiyiz. Bu yüzden bu insanların bana karşı samimiyetliliklerinden davranış ve yaklaşımlardan zerre kadar kuşku duymadım. Ben bu insanlara inandım güvendim be Talip kardeşim!
Nazif ağabey ile iskeledeki çay bahçesinde sohbet ederken; Bakırköy- Kadıköy ve Bostancı seferlerini karşılıklı yapan deniz otobüslerinin, korna sesleri ve rıhtıma yanaşırken ileri geri yaptıklarında pervanelerinin yarattığı anaforların şırıltısını duyuyorduk. Karşı tarafta ise Kadıköy Kabataş, Beşiktaş vs. hattında çalışan eski, nostaljik vapurlarımız, deniz otobüslerine kafa tutarcasına tüm heybeti ile binlerce insanı getirip götürüyorlardı. Güvertedeki insanların geleneksel kaidelere uyarak ellerindeki simitlerle martıları beslemeleri ayrı bir güzellikti. Kadıköy iskelesi her zamanki gibi hareketliydi. İşine gidip gelen insanlar, spor için yürüyüş yapanlar. Gençlere gül satmaya çalışan Romenler...
Birbirinin resmini çeken amatör insanların yanı sıra, denizi, vapurları, martıları çekmek için uygun ortamı yakalamaya çalışan profesyonel fotoğrafçıların heykelimsi duruşlarını not alıyordum. Farkında olmadan onlarca yüzlerce insan, amatör veya profesyonel kadrajların içine misafir oluyordu...
Aslında hepimiz bir oyunun içindeki sahne sanatçıları gibi üzerimize düşen rolü sergiliyorduk. İyi adamların üzerinden geçinmeye çalışan kötü adamların köşelerde pusuya yattığını görüyordum...
Yakınımızdan geçen bir simitçinin fırından yeni çıkmış simit kokusu burnumuza kadar geldi. Hemen iki simit aldım ve çayları tazelettim. Nazif Ağabeye buyur ağabey çıtır çıtır simit yiyelim dedim. Nazif Ağabey benim canım istemiyor dedi! Oysa saatlerce burada oturmuş içimiz kazınmıştı. Nazif ağabey canım istemiyor deyince benimde bütün iştahım kaçtı.
Bu senin son vapurun Talip; istersen sonra yine devam ederiz dedi... “Tamam” ağabey deyip birlikte kalktık. Bu kez Kabataş vapuru ile karşıya geçecektim. Çünkü deniz otobüslerinde martıları besleyebileceğim yolculara açık güverte yoktu. Akşamın kızılında Nazif ağabey rıhtımdan bana el sallıyordu. Martıların gözü ise elimdeki simitlerdeydi...
“Size inanan, size güvenen insanlara maddi manevi zarar vermeyin. Hiç kimse bunun için size ödül vermez! Gün gelir öldürdüğünüz insanlığı çok ararsınız ama merhamet dileyecek yüzünüz kalmaz.”
M.Talip Girgin
Devamı var...