- Kategori
- Öykü
Yetersiz bakiye

Otobüste olan 10’u oturmuş 20’si ayakta, 30 kişiyle seyahat ediyorduk. Belediye, yolcuları ayakta daha çok seviyordu. Böylece zayıf insanlar bir metreye daha fazla sığabiliyor; bu da daha fazla yol parasına tekabül ediyordu. Bindiğim gibi kartımı bastığımda Kocaeli’nin o meşhur azarlama sesinden tokat yedim:
‘’yetersiz bakiye!’’
İnsanlar bana ‘’Allah’ın fakiri’’, ‘’iki kuruş vereyim de gitsin yüklesin’’ der gibi bakıyorlardı. İnmeyi planladım. O bakışlar sonrasında orada durmak ve 45 dakika yol çekmek delirtebilirdi beni. Tam o sırada bir ses işittim. Dünyanın en küçük ses tellerine sahip ama gülümseten bir kadın sesi.
‘’buyrun.’’
Bana kartı uzattı. O sesi reddetmek ve o saatte, o soğukta inip yeni otobüsü beklemek doğru olmazdı. Hem oradaki kartı bastıktan sonra parasını verip, benim de paramın olduğunu göstermem gerekiyordu. Kartı bastım ve Rus ruletinde ilk denemede kafasından vurulan adamın şoku gibi aynı ses geldi:
‘’yetersiz bakiye!’’
Kadın bana bakıyor; ben kadına bakıyor; bütün otobüs fakir top10 listesinde bizim yerimizi belirliyordu. Onların gözünde ilk üç sıraya girdiğimiz aşikardı.’’ başlarım bakiyenizi de kartınızı da İzmit’inizi de ’’demek istediysem de biraz da şok halinde ‘’olsun, teşekkür ederim, ineyim ben.’’ Diyebildim.
Otobüsten indiğim gibi direkt sigara yaktım ve arkamda gerginlik karışımı bir hisle birini fark ettim. O da inmişti. Sorgulayan bakışlarla sigara uzattım. Niye az önce öyle dediğimi, İzmit’i sevmesem de yine de insanların içinde öyle diyemeyeceğimi ama dürüstlüğümden etkilendiğini söyledi. Ben boş boş bakarken o küçük gözleriyle sigarasını çekip bana üflüyordu. Mal olmuştum; düşündüğüm şeyi söylemiş, söylemek istediğim şeyi düşünmüştüm. Sigaramdan daha stresli çekmeye başladım. Bir süre sonra da dudağım yandı zaten. Ama kafamı kurcalayan soruyu artık sormamın zamanı gelmişti.
- Sen neden indin?
- Bilmem. Gel yürüyelim. Hem kimse bize bakiye de sormaz.
Gülümsüyordu bunları söylerken ve bu beni deli ediyordu. Ne ya bu cesaret diye düşünürken o, birden sigarasını yere atıp zaten yağmurda direkt sönmüş sigarayı ayağıyla tekrar söndürdü. Ben hala cesaretinin sebebini sorguluyordum. Bu sorgulama esnasında beni daha da mal eden bir soru sordu:
‘’Neden gazetecilik?’’
İnsan bazen, net duyduğu bir soruyu tekrar duymak ister. Çünkü o an mantığınız hiçbir şeyi tam olarak almaz, kafanızdan bin tane soru geçer. Ben de normal bir tepki olan o malum soruyu sordum.
- anlamadım?
- gazetecilik okumuyor musun? Neden işte?
- yani seviyorum da sen nerden biliyorsun?
- İlknur’un arkadaşı değil misin, göstermişti bana seni, yazılarını oradan.
İlknur benim ilk dönemden beri arkadaşımdı ama sadece içmeden içmeye görüşürdük. Demek ki kadınlar, herkesi tek tek masaya yatırıp inceliyorlardı. Bu durum bir yandan hoşuma gidiyor bir yandan da sinirlerimi bozuyordu.
Sonunda yürümeye başladık. İzmit sahiline girmek üzereydik ve adeta buranın giriş tabelası gibi bir uyarı kafanıza dan dan diye vuruyordu:’’12den sonra özellikle yanınızda bir kadınla girmeyiniz. Sorumluluk bize ait değildir.’’ Bu uyarıyı göz ardı etmek normal bir davranış değildi. Ama biz de o an normal insanlar değildik. Uyarıyı çöpe atıp, girdik sahile. On metre kadar yürüdükten sonra banklara çömelmiş oturan, ellerinde kola bardakları, parmaklarında sigara olan memleketimin güzel insanları bize bakıp hiç de alınırlar mı, kırılırlar mı demeden ‘’kız da vücut var yanındakinde ne var?’’, ‘’bak bak artistin yürüyüşüne bak sanki bana hadiseyle beraber!’’ gibi iltifatlarla karşılaştık. Döndüm birden. ‘’Siz kime laf atıyorsunuz doğduğunuza pişman ederim sizi!’’ diye bağırmak üzereydim ki önüme dönüp kaldırım taşlarını tek tek inceleyip yürümeye devam ettim. Hayat tecrübem bana, yanınızda kadın varken kimseye diklenilmemesi gerektiğini, diklenirseniz dayak yiyeceğinizin garanti olduğunu, hem dayak yerken yanınızdaki kadına kimin ne yapacağını asla bilemeyeceğimizi öğretmişti.
O soğukta birinci kilometremizi geride bırakırken ismini hala bilmediğim kadın bana dönüp ‘’yazılarında neden küfredip duruyorsun, oysa dışarıda hiç öyle görünmüyorsun.’’ Diye çıkıştı mı yoksa iltifat mı etti anlamadığım türden bir soru sordu. ‘’bilmiyorum’’ deyip geçiştirdim. O da durumu anladı ki bir köşeye oturup beni de çağırdı yanına.
Oturduğumuz yer sahil kenarıydı. Hava soğuk, deniz soğuk, oturduğumuz yer ıslak, biz ıslak. Bir süre bakıştık birbirimize. ‘’Senin seveceğin bir şey var yanımda.’’ dedi. Meraklı gözlerle baktım. Çantasından iki tane bira çıkardı. ‘’çantasında bira taşıyan kadın güzelliği.’’ Deyip sırıttım. Aldığım gibi kapağını açıp diktim. Sinirlerim zaten bozuktu bana göre direkt dikmem için yeteri kadar sebebim vardı. Hayvana bak dercesine bir bakış attı. İçmeye devam ettim.
İkinci biralarımıza başlarken konuşmaya başladık. İsminin Esra olduğunu, Tıp Fakültesi’nde 3. Sınıfı okuduğunu, edebiyatta ikinci yenicileri sevdiğini, her zaman da çok seveceğini, ama kaybedenler kulübü filminden sonra Bukowski ve Cem Akaş’a merak saldığını anlattı. Kaybedenler kulübü cümlesinden sonra sinirlenip ‘’sayelerinde yeraltı edebiyatı popüler kültür oldu, aferin onlara ve size!’’ dedim. Bu konuda çok kin doluyum sayın okuyan.
Sinirli bir şekilde ‘’seninle sohbet etmek çok zor.’’ dedi. Sinirliyken ben bile kendimle sohbet edemem dedim. Sonra ortam yumuşasın, çantasındaki kalan biraları da çıkarsın diye ‘’İki bira sonra açılırım’’ dedim. Biraları çıkartıp gülümsedi.
Biralar bittikten sonra kalkmayı teklif ettim, kalmayı tercih etti. Bu saatte onu burada yalnız bırakamayacağımı, bunun buradaki kargalara ceset bırakmak gibi olduğunu isterse eve kadar bırakabileceğimi istemezse de kendi tercihi olduğunu anlattım.
Burada iyiyim, boşver beni dedi. Eyvallah deyip, kartıma para yükleyip otobüse bindim. Bu sefer otobüs saat gece 1 olmasına rağmen yaşlı kaynıyordu yani bakiyem yetmese bile beni ayıplayacak insan kesimi yoktu. Yaşlıların çoğu kartını bastıktan sonra koltuklarına oturup ölmüşlerdi ama adamlarda duraklarına geldiği zaman direkt kendine gelip inme navigasyonu vardı. Komik bir şekilde bakakalıyordunuz. Durağımda inip eve geldim. Bir sigara yaktım, Esra’yı merak ettim. Yatağıma uzandığım gibi uyumuşum.