Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '10

 
Kategori
Deneme
 

Yirmi birinci mektup

22 Ağustos 2002/ Ankara

Yazın son günlerinin yaşandığı Ankara’dan merhaba Recai...

Ne çabuk geçti, soğuk kış günlerinin, yağışlı ilkbaharın ardından gelen yaz mevsimi, inan anlayamadım. Yeterince tadını alamadım bir. Bir de tasarılarımı gerçekleştiremedim, doğru düzgün bir şey üretemedim. Bundan belki tedirginliğim, yazın çabuk geçmesine hayıflanmam...

Bir çeşit oyun belki, belki de alttan alta kendimle hesaplaşma. Günleri, haftaları, ayları, kocaman bir mevsimi yazıyorum süt beyaz bir kâğıda. Altına üretimimi yazmaya çalışıyorum.

Makale, inceleme, araştırma, senaryo, çekim, kurgu, ortaya konan program, son ürünler. Amacım ne kadar zamanda kaç ürün vermişim ya da birim zamandaki ürün miktarını bulmak. Belleğim beni yanıltmıyorsa, arkadaşlarla yardımlaşarak yapılanlar dışarıda tutulursa, yaz boyunca bağımsız bir tek prodüksiyonum olmamış.

Bir iki çekim yapmışım birkaç da kurgu. Yazılar yazmışım, çoğu henüz yayımlanmamış; İhsan Sungu, Mehmet Emin Erişirgil, Üç İsmail, Şinasi Barutçu gibi...

Tasarılar, projeler dosyasına bakıyorum; hayli kalabalık. Sanırım beni ve arkadaşlarımı ayakta tutan bunlar oluyor. Yaşama, yarına dönük tasarılar hazırlama ve bir gün tasarıların gerçekleşeceği umudunu, bir an bile yitirmeme...

Geçen gün Canan Yücel Eronat’la telefonlaştık. Eğitim tarihiyle ilgili söyleşi, sıcacık bir çalışma yapmayı amaçlıyorum. Şartlar uygun değil, teknik donanım bulamıyorum; adeta her şey bana karşı gibi.

Köy Enstitüleri konusunda mastır yapmak üzere Türkiye’ye gelen Japon kız Midori de son anda arayıp, zamanının sınırlı olduğunu, bu çalışmaya çok az katılabileceğini, belki de katılamayacağını söyleyince telefona sarılıyorum.

Niyetim, Canan Hanıma gelemeyeceğimizi söylemek. Canan Hanım coşku dolu sesiyle, bu akşam 17.30’da geliyorsunuz değil mi, bekliyorum, deyince başa dönüyorum, yeniden teknik donanım arayışı, bulabildiğimiz araçlarla, Mete’yle birlikte akşam sularında Oran Şehrindeki Müze Evdeyiz.

Sıcacık bir söyleşi. İçimiz ısınıyor. İnsan sıcağını, anlatılmaz duyguları yaşıyoruz peş peşe...

Şüphesiz bu ülke için, eğitimin, kültürün, sanatın yaygınlaşması, Atatürk ilke ve devrimlerinin yaşama geçirilmesi için çok şey yapan biri. Onun, 40’lı yıllarda bir de “Muharrirler (Yazarlar) Jübilesi” yaptığını öğrenince nasıl seviniyorum, anlatamam. Yazara değer vermek, onları anmak, toplamak, bir araya getirmek, onlarla ilgili bir albüm hazırlamak...

Günümüzde futbolcular saygın, onlara jübileler yapılıyor, topçular-popçular, mankenler gözde ve gençliğin hedefi de bu işlerle iştigal etmek ama o günlerde yazarlar da unutulmamış, bir araya getirilmiş, anılmış...

Anmakla kalınmamış, fotoğraflar çekilmiş, özel bir albüm oluşturulmuş, yayınlanmış, ilgililere ulaştırılmış bir de. Bu albümle, gazetelerin spor sayfalarındaki abartılı futbolcu fotoğraflarını bir arada görmek, nereden nereye geldiğimizin önemli göstergelerinden biri...

***

Bugün 25 Ağustos Pazar; evdeyim. Tatildeyim diyemiyorum, öyle bir lüksüm yok. İşyerimdeki dosyaları kucaklayıp eve getirdim.

Kaldığım yerden devam edeceğim. Ama öncelik Recai’nin mektubuna cevap vermek olmalı diye düşündüğümden, sana sesleniyorum şimdi Recai.

Dün çalışmaya ara verip sokağa attım kendimi; telefonum çaldı, baktım tanımadığım bir numara. Midori’ymiş, şu Japon kız hani. İstanbul’daymış, haftaya bir kez daha Ankara’ya gelecekmiş.

Canan hanımla görüşmek ne zaman mümkün olur diye soruyor. Şaşırmadım dersem yalan olur. Ona gönderdiğim mesajları hatırlıyorum oysa.

“İstediğin yazılı kaynakları arıyoruz, uygun olduğunda uğra seçimi birlikte yaparız.”

“Bugün gelemeyeceksen Canan Hanımı arayıp görüşme gününü değiştirebilirim, birkaç gün sonra da onu ziyaret edebiliriz.”

“Eğer sen görüşmeye gelemeyeceksen, Canan Hanıma sormak istediğin soruları/ konuları bana gönder. Ben senin adına görüşüp onun yanıtlarını bir şekilde sana ulaştırırım.”

Bunun gibi kaç mesaj gönderdikten sonra tek bir cevap gelmişti ondan.

“Hayır, teşekkür ederim. Ben bu gece Ankara’dan ayrılıyorum.”

Bu cevaptan 5–6 gün sonra arayıp yardım istemesi nasıl açıklanabilir, bilmiyorum.

Neyse, yarın Canan hanımı arayıp konuşurum, bakalım onun tepkisi ne olacak...

***

Recai biliyorsun benim bir kitap vardı hani, yayınlanmak üzere olan: “Geçmiş bir Aşkın Duvar Arkası Gölgesi”. Bu kitabın adı değişti: “Bitpazarında Taş Plak” oldu...

Bu ada göre, kapakta kullanmak üzere elinde uygun bir resim var mı bilmiyorum. Bir düşün istersen bu konuda ne yapılabilir.

İkinci kitapla ilgili hazırlıklar da yoğunlaştı. “Cumhuriyet Çınarı/ O Güzel İnsanlar” adlı bu kitap belki de diğerinden önce yayınlanacak. Bunun için de kapak resmi düşünebilirsin...

Bir de sürpriz var Recai; “Angora ile Zağfiranbolu Arası”, “Anadolu’da Bir Dünya İnsanı”, “Kayadan İner Akrap” bu adlardan birine henüz karar veremedik.

Bir kitabımız daha var. Bunu biraz anlatmalıyım. Anadolu’da Bir Dünya İnsanına Mektuplar olarak düzenlersek, benim sana yazdığım mektuplar toplanmış olacak bu kitapta. Tadı, mektup, deneme, günce arası bir şey olacak sanırım.

Bu çalışma için senden bir ricam var Recai: Mektupların çoğu bilgisayar ortamında yazıldığı için onların örnekleri var elimizde. Bunların yanı sıra, zaman zaman, parkta, bahçede, durakta otururken sana yazdığım mektuplar oldu. Bunların örneği yok bende. El yazısı bu mektupların birer örneğine ihtiyacım var.

Dilersen elle yazdığım mektupları gönder bana, bilgisayar ortamına aktarıp onları yeniden sana göndereyim. Dilersen, onların fotokopilerini de gönderebilirsin. Senin için hangisi uygunsa artık...

Angora İle Zağfiranborglu Arası olarak düzenlersek bu kez benim mektuplarımın yanı sıra senin mektupların da geliş/gidiş sırasına göre kitapta yer alacak. Bu durumda kitap, farklı yerlerde bulunan, iki yalnız adamın yazışmalarından oluşacak. Bu haliyle daha bir bütün ve anlamlı olacak belki de. Bu konuda senin görüşün de önemli benim için...

Bunlardan sonra, şimdi sırada yine seninle ve resimlerinle ilgili bir haber: Bir arkadaş Ankara’da bir kulüpte sergi açabilmemiz için görüşmelere başladı. İlk istekleri, önce benim 15–20 dakikalık bir sunumla seni anlatmam olmuş.

Ben “Olur, yaparım.” dedim. Bu sunum için de sanırım oraya gelip kimi resimlerinin fotoğrafını/ slaytını çekmemiz gerekecek. Bunu da bir şekilde ayarlarız diye düşünüyorum...

Oraları özledim be Recai. Kim bilir ne güzeldir bu mevsim oralar...

Sen neler yapıyorsun? Yeni çalışmalarını merak ediyorum ve görmek istiyorum.

Sanırım son iki yılda çalışmaların epey birikmiştir ve ben onların hiç birini görmedim...

Kendini ve çalışmalarını uzun uzun yaz, anlat bana, olur mu Recai?...

Hep haberleşmek, daha güzel yarınlarda görüşmek umut ve dileğiyle, üretim dolu günlere...

Bütün arkadaşların sana selamları var, unutmadan iletmiş olayım...

Fuat OVAT
 
Toplam blog
: 54
: 877
Kayıt tarihi
: 30.06.10
 
 

Kamu yönetimi alanında yüksek lisans yaptım. İletişim, medya sektöründe çalışıyorum... Yazmayı se..