Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Şubat '14

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Yok saymanın diğer adı: Hoşgörü

Her ne kadar kara varlığı olsak da fırtınalı bir denizin tam ortasında yaşıyoruz aslında. Bu fırtınalı denizde tek başımıza yaşamamız şüphe yok ki imkânsızdır. Bu yüzden birlik olmak ve birlikte yaşamak zorundayız. İnsanoğlunun sosyal bir varlık olarak tanımlanmasının nedeni tam da budur işte. Lakin ‘birlik olmak’, ‘bir olmak’ aynılaşmak demek değildir. Bizler fabrikasyon ürünü robotlar değiliz şüphesiz. Birikimleri, gözlemleri, algıları, düşünceleri, alışkanlıkları, karakterleri, ruh yapıları farklı olan insanlarız. Zaten bizi diğer varlıklardan ayırıp insan kategorisine sokan da bu farklılıklarımızdır.

Kimi zamanlar farklılıklarımız yaşadığımız denizin çalkalanmasına sebep olmuş, birçok trajedinin yaşanma nedeni yapılmışlardır. Son zamanlarda bu tür trajedilerin bir daha yaşanmaması adına sihirli bir sözcük gibi ‘hoşgörü’ kavramına sarılınmaktadır. Günümüzde “hoşgörü kenti.”, “hoşgörü kültürü” gibi söylemler epey revaçta olan söylemlerdir. Peki, gerçekten ‘hoşgörü’ bu kadar önemli midir? Nedir şu ‘hoşgörü’?

“Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu, müsamaha, tolerans” diye tanımlar onu Türk Dil Kurumu. TDK’nin gönderme yaptığı ‘müsamaha’ kavramına göz attığımızda ise “görmezlikten gelme, göz yumma” manasına geldiğini görürüz. Dolayısıyla tek başımıza yaşayamadığımız bu hayatta ‘hoşgörülü’, ‘müsamahakâr’ olmak önemlidir elbette. Hele ikili ilişkilerde… Bardak kıran bir çocuğun kalbini kırmayıp onu hoş gören bir annenin davranışından daha âlâ bir davranış olabilir mi hiç? Ya da öğretmenin öğrencisini, patronun çalışanını, yöneticinin yönettiklerini hoş görmesi gibisi var mıdır?

Şüphe yok ki kusur işleyen insanların kimi kusurlarını hoş görmek, hoş görenin şanındandır. Bu tür davranışlar ikili ilişkilerde, aile ortamında, iş yaşamında önemlidir. Ya toplumsal yaşamda? Yani bizden farklı kültürlere, geleneklere, göreneklere hatta inanışlara haiz toplumlarla ilişkilerimizi ‘hoşgörü’ üzerine oturtmamız doğru mudur? Ya da bizden farklı düşüncelere, tahayyüllere, dünya anlayışına sahip kişilerle? Demem o ki bizim gibi olmayanlara hoşgörülü olmak, yani müsamahakâr davranmak, bir başka deyişle onları görmezlikten gelmek haddimize mi? Niye bizim gibi düşünmemekle, bizimle aynı gelenek ve göreneklere sahip olmamakla kusur mu işliyorlar ki onlara müsamahakâr davranalım? Hani farklılıklarımızdı bizleri insanlaştıran? Ortada bir ‘müsamaha’ varsa bir ‘kusurun’ da olması gerekmez mi? Hatta sadece kusurun değil, davranışı irdeleyen anne, öğretmen, patron, yönetici gibi “erk”i elinde bulunduran, “bizden üstün” bir “egemenin” de olması?

Demokratik ve özgür ülkelerde birbirinden üstün toplumlar olamayacağına göre; dahası toplumların kültürleri, gelenekleri, görenekleri kusur olarak kabul edilemeyeceğine göre onlara ‘hoşgörülü’ davranmak, onları yok saymanın diğer adıdır.

Gerçekte bizden farklı toplumların farklılıklarını yok sayarak aramıza almanın bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Tam tersine onları bütün farklılıklarıyla görünür kılmak; farklılıklarını ülkenin zenginliği ve en az bizim rengimiz kadar önemli bir renk olarak kabul etmek; bizden farklı düşünceleri irdelemek, anlamaya çalışmak; o düşünceye katılmasak da varlığını, gerçekliğini kabul etmek ve onlara saygı duyarak birlikte yaşayabilmektir aslolan. Dolayısıyla toplumlarla kurduğumuz ilişkilerde bizim, “yok saymak, görmezlikten gelmek” manasındaki ‘hoşgörü’den ziyade, var olduklarını gören, onları görünür kılan ve görünür hallerini dışlamayan kabullere ihtiyacımız vardır. Asıl makbul olan budur.

 

 

 
Toplam blog
: 4
: 219
Kayıt tarihi
: 10.08.13
 
 

Eğitimci yazar. Ortadoğu, Siyaset ve Eğitim  uzmanlık alanları. Hatay Samandağ'da yaşıyor. ..