Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ocak '13

 
Kategori
Anılar
 

Yokluğu kötü !

Aşcı Osman’ın lokantaya freni patlayan kamyon girip, hepten kullanılmaz olunca, Bozkuşlu işletmeciler de tası tabağı toplayıp kapatmışlardı dükkânı. Zaten tadı da kalmamıştı Aşçı Osman’dan sonra o mekânın.

Ne akşamcılar yeni işletmeciye, ne de işletmeci eski müşterilere alışabilmişti.

Elbette herkes Aşçı Osman değildi ki kahır çeksin, veresiye versin, gerekirse para almasın. Öyle ya, kimi lokantanın salonunda oturur, kimi mutfakta bulaşıkları yıkayan “Sümen” ağanın yanında, ayakta içerdi rakısını.

Yılların Kurt Osman’ı herkesin neden hoşlandığını, huyunu suyunu bilir, ona göre davranırdı.

İhsan Çimen’in masasından haşlanmış yumurtayı, Ahmet Özdoğan’ın masasından yeşil salatayı eksik etmek olmazdı. Şekerci Süleyman’ın turp ve havuç karışımı yoğurtlu mezesi mutlaka getirilmeliydi masaya. Halil İnce kuzinenin üstünde yapılan bifteğe bayılırdı.

Bir de manda yoğurdu eksik olmayacaktı hiçbir masadan.

En önemli olansa, akşamcıların içki ölçülerini iyi bilmekti ki, esas bu konuda uzmandı Osman Kurt. Hilmi Yazıharman ne kadar içer, Kasımoğlu ne zaman bozuk plak gibi olurdu.

Susurluk’taki kamyon gibi bu Tosya plakalı kamyonda herşeyi değiştirivermişti bir yaz günü öğle sonrası.

O gün akşam, keyfi hepten kaçtı akşamcıların. Herkes birbirine bakındıktan sonra gittiler evlerine sessiz sedasız. O saatte eve gitmeye alışık olmayanlarsa Gençlik kulübünün üstünde ve Töb-Der binasında kendilerini oyun oynamaya verip, ikişer üçer bira içerek günü kurtarmanın yolunu aradılar.

Bir daha ne o duvar örüldü, ne de o tadı veren lokantası oldu ilçenin. İnsanlar aralarında para toplayıp, otuz kilometre ötedeki Çerkeş’e, Nazım’ın lokantaya gider oldular üçer dörder kişilik kafa denkleriyle.

Nazım’ın lokantası da içindeki havuzu, raflarındaki yılların şişeleriyle Aşçı Osman’ın lokantayı andırır bir yerdi. Gerçi Osman Kurt içmezken, Nazım her akşam içer hatta,  zaman zaman ikiz torunlarını da karşısına oturtup onlara meyhane kültürü verirdi.

Bir zaman sonra Atkaracalar’da Hilton Osman amcanın açtığı lokantaya gider olduk.

Özel yaptırdığı küçük döküm mangalları masalarımızın üstüne koyar, “kendin pişir kendin ye” zevkini çıkartırdık.

Bir ilkyaz günü Kadir Eroğlu’nun Akpınar Önüne açtığı “Pınar Restoran” bizi uzun yollardan döndürür oldu.

Tam da o günlerde İbrahim Tatlıses’in “Ayağında Kundura”sı ünlü oluyor, artık tükenmekte olan akşamcıların yerini, amaçları sarhoş olmak olan gençler alıyordu.

Biz yeni yetmelerin oturduğu yerin yanındaki masada, yılların Kasımoğlu’su, Kör Memed’i, Şaban Haylaz’ı, Şeker Abisi ve doktor(!) Rafet Abi tüm olgunluklarıyla oturur,  bizi görmezden gelerek rahat davranmamızı sağlarlardı.

Bir sabah uyandığımızda yandığını duyduk bizim “Pınar Restoran” ın.

Oysa sırf orada içebilmek için Ankara’dan gelen ağabeylerimiz vardı. Bunu o kadar çok istiyor ve seviyorlardı ki, “Pınar Restoranda inersen iki buçuk lira eksik ödüyorsun Sadık ağaya” diye espri bile üretmişlerdi.

Daha sonra Kaynalık taraflarında açılan lokantanın adı “Dön de Gel” de olsa, dip tutmadı.

Çok sonraları açılacak olan Pazar yerindeki lokantanın dip tutmadığı gibi.

Çarşı esnafı olarak arada bir Çerkeş’e Atkaracalar’a gidiyor olsak da, biz hemen her hafta sonu kendi düzenimizi kendimiz kurardık.

Yamyam dayıya yaptırdığımız tepsi içindeki etlerimizle, Şekerci babamızın oğlu Soner’in yaptığı turp-havuç salatasının yanına, Kenan Alpay’ın testisinden peynirle, İhsan amcanın yiyeceği haşlanmış yumurtayı da ekleyip, yine Kenan ağabeyin bekâr odasında kahkahalar ve saygınlık içinde zemheri ayazını bahara döndürürdük.

Şekerci baba aldığı her yudum sonrasında derin bi “oh beeeee” çeker, İhsan Çimen amca çatalının ucuyla küçülttüğü yumurtasını alırdı ağzına. “Az içip çok içeceğim” derdi Şekerci baba. “Az” içti, “çok” içemedi.

Hasan Yavuz yemek pişinceye kadar iyi geçindiği Yamyam dayıya yemek yerken takılmadan edemez, “koca göbek, yine doldurmuşsun acıyı” diye söylene söylene uzatırdı çatalını tepsiye.

Osman Özen’ler,  Süleyman Özvar’lar, Banka Müdürleri, Mal Müdürleri, diğer bürokratlar, esnaflar kimler kimler olmazdı ki o masada.

Şekerci baba  “Neyzen”den, Kenan abi “Hayyam”dan dörtlükler okurlardı.

İhsan amca günün olayları hakkında yaptığı yorumlarla ufkumuzu açar, sürekli sessizliğini ve tepkisizliğini koruyan Osman Özen “Bilmem ki,” diye aynı tavrını sürdürürdü.

12 Eylül sabahı da o odadaydı Kenan abi. Balkonlarımızdan birbirine atlayacak kadar yanaşık durumdaki o odada yapmıştık 12 Eylülün ilk yorumlarını. Yine Mustafa Akaya (cunta) bulunmuştu en doğru tespitte. “Lan bunlar her zamanki gibi, gelir bizi toplarlar” diyerek.

Rakıya her zam gelişinde, “Rafet abi ne olacak bu rakı zamlarının sonu” diye sorarken aslında bilirdik, “yokluğu kötü” diyeceğini.

Şaban Kortarla’nın akşamdan kalma bir anısının muhakkak olduğunu bildiğimiz gibi.

Çoğu yoklar artık aramızda.

Kalanların kırışık yüzlerindeki tebessümleri, mazideki kahkahaların yerini tutmasa da, o kahkahalar sürekli çınlıyor olacak kulaklarımızda.

 

 

 

 
Toplam blog
: 21
: 829
Kayıt tarihi
: 22.02.09
 
 

1957 Çankırı Kurşunlu doğumluyum. Yıllarca yaptığım Mali Müşavirlik ve ticari yaşantıma son vermi..