Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Haziran '10

 
Kategori
Yolculuk
 

Yol

Yol
 

Edirne gişelerinden otobana girmek üzereyken ne oldu anlamadım!

Hani evde koltuk rahatlığında televizyon izlerken aniden elektrikler kesilir de gözleriniz karanlığa alışana kadar geçici körlük durumu yaşarsınız ya, onun gibi bir şey...

Aniden gökyüzünün sokak lambaları söndü... Arabanın farları karanlığa yenildi...

Peşinden korkunç rüzgâr... Öyle böyle değil arabayı sağa çektirecek kadar...

Dörtlülerle beraber bir sigara yaktım... Yol kenarında emniyet kemerinin garantisinde sallanıyorum...

Şimşek çakınca gündüz gibi oldu ortalık, gök gürültüsü söver, yağmur döver gibi yağmaya başladı...

Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan otoyoldan bir araba geçmez mi yahu!

Kâbus gibi...

Daha az önce benzin istasyonunda aracın dijital termometresinin 19 dereceyi gösterdiğini gayet iyi hatırlıyorum...

Şimdi sekiz derece!

Radyo kanalları arasında gezmeye başlamışken arkamdan gelen kamyon farlarını görünce rahatlıyor... Cesaretlenip peşi sıra hareketleniyorum...

&&&

Silecekler aciz kalıyor, kilometre ibresi sekseni gösteriyor...

Gece yarısı olmak üzere...

“ Bitmez bu yol” diye geçiriyorum içimden... Radyoya geri dönüyor, anlatan, konuşan birilerini aramaya başlıyorum...

Eskiden bu saatlerde dinleyicilerin telefonla katıldığı programlar olurdu... Kimi şiir okurdu gecenin kör yarısı, kimi cesaretlenip şarkı, türkü söylerdi...

Mini yarışmalar yapılır, kolay sorulara cevap aranır... Kazanana küçük hediyeler verilirdi...

Eros, Sevgili Kamil olsaydı ya şimdi yayında... Şiir okusaydı mesela...

İş dönüşü Silivri’yi Çorlu’ya bağlayan yolda enikonu dinler efkârlı zamanlar da eziyet eder şarkı da isterdim...

Şimdi bildiğim kadarı ile yayın yapmıyor...

Neden Kamil?

&&&

Babaeski, Kırklareli sapağına yaklaşınca sihirli bir el dokunmuş gibi normale dönüyor her şey... Rüzgâr hırsını alıp, gökyüzü çiçek açıyor...

Radyoda Nil Özalp söylüyor;

“ İçimin kor ateşleri bir yanıyor, bir sönüyor... Bir yaz oluyor, bir kış oluyor... Bir ısıtıyor, bir üşütüyor...”

Cuk oturmak diye ben buna derim!

Doksanlı yıllarda aynı radyoda program yapardık Nil’le...

Sonra kayboldu ortalıktan...

Hayır, hayır ortalıktan kaybolan bendim...

Bir gece Çerkezköy’de bir barda tesadüfen izledim, şaşırdım da... Şarkı söylediğini bilmiyordum çünkü...

Geçen yıl klibini izleyince sarıldım telefona Ömer ağabeye sordum “ Bu Nil bizim Nil mi?”

Oymuş...

Geç oldu ama yolun açık olsun Nil...

&&&

Lüleburgaz’dayım...

Çabucak eve kapağı atıp soluğu duşun altında almak istiyor, bir taraftan da daha sabırlı mı daha politik mi olduğumu düşünüyorum...

Eskisi gibi parlayışlarım yok artık...

Belki de daha az umursuyorum insanları da olup biteni de...

İdare ediyor da olabilirim farkında olmadan! Herkesi, her şeyi...

İnsanların tamamına kendimi sevdiremeyeceğimi öğrendim anlaşılan...

Önemli bir şey bu!

Bilmediğini dillendirmek kadar ciddi ve ayrıcalıklı, herkes “bilmiyorum” diyemez çünkü...

Bilmediğini söylemeyen, öğrenemez...

&&&

Çorludayım...

Alphonse Karr’ın bir sözü var kafama takılan “Herkesin üç kişiliği vardır; Ortaya çıkardığı, sahip olduğu, sahip olduğunu sandığı.”

Sahip olunan kişilik ne zaman ortaya çıkar peki?

Zor zamanlar da mı?

Mevki sahibi olunca mı?

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..