- Kategori
- Siyaset
Yolun sonu görünüyor…

Başımıza örülen çorabı çıkarıp atmazsak maalesef son Türk devleti için yolun sonu görünüyor. Yazıya böyle karamsar bir başlık atmayı asla istemezdim. Ancak planlı bir şekilde birbiri ardına gelen olaylar beni mecbur kılıyor.
Lozan’da zorla da olsa o günün dünyası Türkiye cumhuriyetini tanımış ve kabul etmiştir. Bir tek tanımayan ve halada tanımaya niyeti olmayan ABD dir. Daha o zamandan beri ABD nin gelecekte en büyük düşmanımız olacağı belli idi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü ile yürürlüğe konan planlar, dikilen ve özenle beslenen fidanlar bugün meyvelerini vermeye başladılar.
Türkiye’de yaşayan halklar, demokrasi, cumhuriyet, insan hakları gibi kavramları daha yeni yeni tanıyorlardı. Bu yüzden dikkatli bir çalışma ile yeniden diğer sömürge Ortadoğu ülkeleri gibi başlarına bir hanedan getirilebilirdi. Dikkatli çalışma diyoruz, zira Kemalist bir ordu vardı ve ne yapacağı belli olmazdı.
Bu nedenle yumuşak bir hanedan 1950 de oluşturuldu. İlk iş olarak Türk Ordusu NATO ya alınarak bağımsızlığımıza en büyük darbe vuruldu. Bundan sonra bütün gelişmeler ABD izin ve planlarına bağlandı. Hanedanın ulusal birlik, vatan gibi bir düşüncesi yoktu. Onlar sadece kendilerini ve çevrelerini düşüneceklerdi. Bugün birilerinin ağzından sular akıtarak Osmanlı hanedanını övmeleri nedendir dersiniz?
Ne varki efendiler bizdeki hanedanın yöneticilerine on – on beş sene iktidar ömrü biçmişti. Başta bun u bilerek seve seve atlayan yöneticiler, dönemlerinin sonuna yaklaştıkça kendilerine biat edenleri bir şey sanıyor ve hırçınlaşıyordu. O zamanda artık haçlı ordularının bir kolu olmuş Türk ordusunun özel yetiştirilmiş bazı subaylarına emir veriliyor ve hanedan yöneticileri alaşağı ediliyordu. İşin garibi efendiler kendi getirdikleri yöneticilerin arkasında durmuyor, onların kullanılmış kâğıt mendiller gibi buruşturulup atılmasına ses çıkarmıyordu.
Aslında emperyalizm Türkiye’yi kısa zamanda isteği biçime sokmuştu ama soğuk savaş gereği bu coğrafyada belki de dünyanın en iyi savaş karakteri olan kuvvetli bir orduyu tutma mecburiyeti vardı.
Ortadoğu’yu yutma planına göre Türkiye’de bir ılımlı İslam (Hıristiyanlaşmış İslam) rejimi oluşturulacaktı. Planlanan bir 12 Eylül darbesi ile tohumlar hızla ekilmeye başlandı. İleriki yıllarda Erbakan’la bu işin olmayacağını anlayanlar onun partisini bölüp kendi istedikleri İslam’ı yaratacakları iş başına getireceklerdi.
12 Eylül’den sonra ordu içinde bir bölüm subay giderek ülke üzerinde oynanan oyunların farkına varmaya ve huzursuzlanmaya başlanıştı. Efendiler her şeyi görüyor, ancak sağlam bir ordu ihtiyacından dolayı çok da fazla bir şey yapamıyordu. 1989 da Berlin duvarının yıkılması ile soğuk savaş bitiyor, dünya iki kutuplu olmaktan çıkıp “bir süreliğine” tek kutuplu hale geliyordu. İşte o zaman ebedi düşmanımız ABD Türk ordusuna savaş açıyordu.
*1991 de Amerika’nın Irak’a saldırısı bir anlamda Türkiye’ye saldırı demekti. Zira tek amaç Türkiye’nin güneydoğusunu da içine alan bir İsrail Kürdistan’ının kurulmasıydı.
*ABD, 2 Ekim 1992 günü Ege’deki fiili ateş bölümü olmayan bir ortak askeri tatbikatta, ateş düğmesi çok kademeli olmasına rağmen “yanlışlıklı” Türk zırhlısı Muavenet’i vurdu ve 5 askerimizi şehit etti. Bu bize verilen bir gözdağıydı.
*Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993 günü uçağına yapılan bir sabotajla katledildi. Ardından Uğur Mumcu ve başka aydınlar hızla yok edilmeye başlandı, Sivas olayları tertip edildi. ABD kesin itaat istiyordu.
*Türk Ordusunun yanıtı Çelik harekâtı oldu. 35 bin kişilik Türk Ordusu, ABD’nin ikinci İsrail’ine girdi. Başbakan Tansu Çiller’den habersiz başlatılan harekât sonunda, Washington 5 bin CIA peşmergesini Guam adasına çekmek durumunda kaldı. ABD bu harekâtı engellemek için Gazi Mahallesi’nde Alevi – Sünni çatışması tezgâhladı. Savaşın bu ilk döneminde ABD her yaptığına cevap alıyordu. 28 Şubat ise ABD ye vurulan en büyük darbeydi.
*ABD ikinci saldırısını 2001 de başlattı. Önce yaratılan ekonomik kriz ile ekonomi felç edildi. Ardından bölme hareketi başarı ile tertiplenip sandıktan AKP çıkartıldı.
* Çıkmayan 1 Mart tezkeresinin intikamını almak ve Türk Tugayı’nı Kuzey Irak’tan atmak için hamle yapan ABD, 4 Temmuz 2003 günü TSK’nin Süleymaniye’deki karargâhına girerek Türk askerlerini esir aldı, başlarına çuval geçirdi. Erdoğan – Özkök ikilisi hem verilecek tepkiyi yumuşattı hem de adım adım Türk Tugayı’nı Kuzey Irak’tan geri çekti. Türk askeri 2003 -2007 yıllarında bölgeden çekildikçe PKK büyüdü, ikinci İsrail yani İsrail Kürdistan’ının konumunu sağlama aldı.
* TSK’ne darbeyle başlatılan Ergenekon operasyonu, fiilen 2007 yılında TSK ve vatansever aydınları hedef alarak genişletildi. Türkiye’nin bağımsızlığı için mücadele veren siyasetçilerle, Türk Ordusu’nun millici ve Avrasya’cı komutanları, sözde darbe yapacakları iddiasıyla dalga dalga tutuklandı.
*ABD 2009 yılında AKP’ye “Kürt Açılımı” görevi verdi. Böylece Kuzey Irak cephesi fiilen Güney Doğu Anadolu’ya açılmış oldu! Bu dönemde Türk Ordusu’na sınır ötesi operasyon yasaklandı.
Artık ABD nin hücumlarına karşı hareketlerle yanıt verecek ne subay ne de siyasetçi vardı. ABD nin sözünden bir milim bile çıkmayı düşünmeyen iktidar ile sadece adı muhalefet olan MHP ve CHP sayesinde Türkiye artık yenmeye hazır bir pasta haline getirilmiş ve masaya konmuştur. Efendiler ellerinde bıçak ve çatallar ile ağızlarının suları akarak etrafta dolaşmaktadır.
Türkiye’nin kafasına indirilecek darbeye kimse karşı çıkmamalıdır. Zaten her ne kadar işler ayarlanmışsa da, Türkiye’de Türkler de yaşamaktadır ve onların sağı solu belli olmaz. Öncelikle Türkiye başta İran olmak üzere bütün komşularına düşman edilip yalnız bırakılmalıdır. İşte bu yüzden hiç de gereği yokken Küreciğe kurulan üs Türkiye’yi bütün komşuları ile düşman etmiş ve yalnız bırakmıştır.
O kadar yalnız bırakmıştır ki, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın devrilmesi için Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu yönetiminde sürdürülen dış politikada, yeni bir hezimet daha yaşandı. BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan, gözlemci komisyonu oluşturulurken, Türkiye’yi saf dışı bıraktı. Annan, gözlemci misyonu için bazı ülkelerden asker isterken, Türkiye’yi baypas etti. Böylece Suriye’ye girmeye can atan Türkiye ortada hem de yapayalnız kalıverdi.
Baştan beri Türkiye’nin üzerinde son dönemde oynanan oyunları yorumsuz olarak hatırlattık. Bundan sonrası için ancak olayların gelişimine paralel bir senaryo yazabiliriz. Şurası kesindir ki sonbaharda ABD deki seçimlerden Obama başarı ile çıkması için bir sürpriz istemiyor. Annan planı da bu oyalamadan başka bir şey değildir. Ancak bizim hükümet bu süreyi beklemek isteğinde değildir. Bu süreçte PKK önderliğinde bir ayaklanma başlayabilir. Sonrada başbakan tıpkı diğerleri gibi gitmeye zorlanabilir, kargaşadan yararlanılarak Türkiye bölünme aşamasına geçebilir. Hemen ABD seçimleri ardından bir iç savaşın fitili ateşlenebilir.
Aşırı hormonlarla şişirilen bir balon haline gelen ekonomiye bir iğne batırılabilir. Liboşların başarı diye tef çaldıkları sıcak para girişi bir emirle çıkışa dönebilir. Bu da o saat AKP hükümetinin yok olmasına sebep olabilir. Bu tahminler sadece AKP hükümetinin telaşının sebeplerinden bir kısmı da ola bilir.
Bunlar tahmindir. Bu güne kadar ülkemiz üzerinde oynanmış oyunlara baktığımızda asla abartılı değildir.
Peki, hiç kurtuluş çaresi yok mudur? Tabii ki vardır. Türkün en kötü şartlardan bile nasıl kurtulacağının reçetesi Mustafa Kemal’in gençliğe hitabesidir. Değilse birileri neden ortadan kaldırmaya çalışıyor ki.
Türk halkı ulus devletini, tam bağımsızlığını, bayrağını, sınırlarını, Her şartta koruyacak, emperyalizme savaş açacak bir yönetim kadrosunu başa getirmelidir. Kurtuluşun bizce başka çaresi de yoktur.
İzmir 2012