- Kategori
- Futbol
Yumurtanın sarısı, Gökhan Zan'ın yarısı

Lig biter, polemik asla...
Eğer spor basınımızı geniş bir aile gibi düşünecek olursak, bu transfer dönemini de ailecek “olmayana ergi, olana da yergi” temelinde geçirdiğimizi söylemek mümkün. Bu da ne demek diyenler için açalım: Bir yandan kulüplerimizin aklının ucundan bile geçirmediği futbolculara formalar giydirilirken photoshop tekniklerinin sınırları zorlanıyor öte yandan imzayı basıp antrenmana bile çıkmış oyuncular için türlü müzevirlik döndürülüyor. Günlerce manşetleri “bomba” lansmanıyla süsleyen adamlar, iş resmiyete bindikten sonra “çatapat” muamelesi bile göremeyebiliyor. Anlayacağınız durumlar ve kafalar şu sıra biraz karışık. Hem basında hem de spor sayfalarını takip eden taraftarlarda.
Geçtiğimiz günlerde Mehmet Demirkol’un Milliyet’teki köşesinde yayınlanan “Ferrari ve Hasan Doğan” başlıklı yazısı da belli ki kafası karışık taraftar üzerinde “histaminik” bir etki göstermiş. Problemin kaynağında da yazarın televizyondaki programında Ferrari ile Gökhan Zan’ı kıyaslaması varmış. Eş dost “Duydun mu Ferrari Gökhan Zan’ın yarısı etmiyormuş?” diyerek bana pas atınca benim de haberim oldu. Yoksa futbol borsasındaki çapraz kurlarla pek ilgilenmiyordum. “İtalya’ya giden Başkan Demirören; parasının bir bölü sekizi ile Ferrari’yi alıp kalanın iki bölü beşini de Quaresma için Inter’e teklif ettiğine göre, Beşiktaş’ta 4-3-3’ün sol ileri ucunda kimin oynaması planlanmaktadır?” gibisinden sorular hep bundan sonra aklıma geldi. Bilmiyorum tabi sıcakların etkisi de olabilir. Zira bu tip problemlerde paranın bir bölü üçüyle fındık almak da adettendir ki, Ferrari’nin bonservis bedeli düşünülecek olursa Fiskobirlik bayram edecek demektir.
Şaka bir yana Mehmet Demirkol’un tamamen farklı bir konuyu anlatan yazısından böyle bir tartışmanın başlamış olmasını da ilginç buluyorum. Her ne kadar Beşiktaşlılar hassasiyet göstermişlerse de yazıda takımlara değil mevcut düzene ve algıya eleştirel bir bakış getirilmesi söz konusu. Kulüplerimizi yönetenler öyle bir noktaya geldiler (ya da getirildiler) ki, talip olunan futbolcunun üç gün üç gece kapısında yatmadan, bilahare eşine dil dökmeden yapılan transferler “yıldız” hüviyeti taşımaz oldu. Bu durumun da ne Beşiktaş, Fenerbahçe ya da Galatasaray’la ne de Ferrari ve Gökhan Zan’la bir ilgisi yok. Buradan konuyu güncel başka bir tartışmaya bağlayacak olursak, Galatasaray’ın “Milli takım defansını kurdu” diye alkışlanmasının sorgulanması gerektiği gibi sanıyorum takımlarımızın transfer politikaları da enikonu sorgulanmalı.
Bugüne kadar milli takımının ofansif yetenekleriyle bazı apoletleri omuzlarına takmış bir ülkenin spor basını eğer Galatasaray’ı Sabri, Servet, Gökhan Zan, Hakan Balta dörtlüsünü bir araya getirdi diye alkışlıyorsa, gerçekten de bir es verip düşünmenin zamanıdır. Euro 2008’de beş maç oynayıp kalemizde dokuz gol gören yoksa biz değil miydik? Yok değilsek “Kolay gol yeme” şeklinde bir hastalığın icat edildiği ülkeden beni buraya kimler niçin ışınladı? Kabul edelim ki biz hiçbir zaman Yunanistan’ın kazandığı Avrupa Şampiyonluğu’nu borçlu olduğu post modern katenaçyoların ülkesi olmadık, olmayacağız. Çünkü defans yapmak için gerekli taktik disiplin ve temel eğitim, ofansif oynamak için gerekli olandan oldukça fazla. Yeteneğin bol eğitimin az olduğu coğrafyamızdan da kolay gol yiyen milli takım defansları çıkması sürpriz olmasa gerek. 20 yaşındaki bir sol bekin (İsmail Köybaşı) sezonun en flaş transferi (Mehmet Topuz) kadar ederi olduğu lig, bizim ligimiz değil mi yoksa?
“Matteo Ferrari, Gökhan Zan’ın yarısı bile etmez.” lafının geçtiği her yerde muhalefet şerhini tüm samimiyetimle koyarım. Çünkü geri kalan her özelliğiyle Gökhan Zan meslektaşını ezse dahi kendisinin topu oyuna sokma konusunda “dan dun master” olduğuna şüphe yok. Ofsayt bozma ve tandemin gerisine adam kaçırma konusunda da dereceleri olduğunu biliyoruz. “Ama Gökhan milli takım defansının bankosu!” diyenleri duyar gibiyim. İşte tam da burada Mehmet Demirkol’un yazısındaki ana fikre gönderme yapmak lazım. Artık Uche’nin yanına Högh, Tomas’ın yanına Song aramayalım dostlar. Aramak zorunda kalmayalım. Kalmayalım ki, başkanlar da gurbet ellerde futbolcu kapısında yatmasın. Forvet dediğin asfalt yolda da yetişiyor ama kaliteli stoperler, bekler ve ön liberolar için futbolumuzda alt yapı hamlesi şart.
Geçtiğimiz günlerde Mehmet Demirkol’un Milliyet’teki köşesinde yayınlanan “Ferrari ve Hasan Doğan” başlıklı yazısı da belli ki kafası karışık taraftar üzerinde “histaminik” bir etki göstermiş. Problemin kaynağında da yazarın televizyondaki programında Ferrari ile Gökhan Zan’ı kıyaslaması varmış. Eş dost “Duydun mu Ferrari Gökhan Zan’ın yarısı etmiyormuş?” diyerek bana pas atınca benim de haberim oldu. Yoksa futbol borsasındaki çapraz kurlarla pek ilgilenmiyordum. “İtalya’ya giden Başkan Demirören; parasının bir bölü sekizi ile Ferrari’yi alıp kalanın iki bölü beşini de Quaresma için Inter’e teklif ettiğine göre, Beşiktaş’ta 4-3-3’ün sol ileri ucunda kimin oynaması planlanmaktadır?” gibisinden sorular hep bundan sonra aklıma geldi. Bilmiyorum tabi sıcakların etkisi de olabilir. Zira bu tip problemlerde paranın bir bölü üçüyle fındık almak da adettendir ki, Ferrari’nin bonservis bedeli düşünülecek olursa Fiskobirlik bayram edecek demektir.
Şaka bir yana Mehmet Demirkol’un tamamen farklı bir konuyu anlatan yazısından böyle bir tartışmanın başlamış olmasını da ilginç buluyorum. Her ne kadar Beşiktaşlılar hassasiyet göstermişlerse de yazıda takımlara değil mevcut düzene ve algıya eleştirel bir bakış getirilmesi söz konusu. Kulüplerimizi yönetenler öyle bir noktaya geldiler (ya da getirildiler) ki, talip olunan futbolcunun üç gün üç gece kapısında yatmadan, bilahare eşine dil dökmeden yapılan transferler “yıldız” hüviyeti taşımaz oldu. Bu durumun da ne Beşiktaş, Fenerbahçe ya da Galatasaray’la ne de Ferrari ve Gökhan Zan’la bir ilgisi yok. Buradan konuyu güncel başka bir tartışmaya bağlayacak olursak, Galatasaray’ın “Milli takım defansını kurdu” diye alkışlanmasının sorgulanması gerektiği gibi sanıyorum takımlarımızın transfer politikaları da enikonu sorgulanmalı.
Bugüne kadar milli takımının ofansif yetenekleriyle bazı apoletleri omuzlarına takmış bir ülkenin spor basını eğer Galatasaray’ı Sabri, Servet, Gökhan Zan, Hakan Balta dörtlüsünü bir araya getirdi diye alkışlıyorsa, gerçekten de bir es verip düşünmenin zamanıdır. Euro 2008’de beş maç oynayıp kalemizde dokuz gol gören yoksa biz değil miydik? Yok değilsek “Kolay gol yeme” şeklinde bir hastalığın icat edildiği ülkeden beni buraya kimler niçin ışınladı? Kabul edelim ki biz hiçbir zaman Yunanistan’ın kazandığı Avrupa Şampiyonluğu’nu borçlu olduğu post modern katenaçyoların ülkesi olmadık, olmayacağız. Çünkü defans yapmak için gerekli taktik disiplin ve temel eğitim, ofansif oynamak için gerekli olandan oldukça fazla. Yeteneğin bol eğitimin az olduğu coğrafyamızdan da kolay gol yiyen milli takım defansları çıkması sürpriz olmasa gerek. 20 yaşındaki bir sol bekin (İsmail Köybaşı) sezonun en flaş transferi (Mehmet Topuz) kadar ederi olduğu lig, bizim ligimiz değil mi yoksa?
“Matteo Ferrari, Gökhan Zan’ın yarısı bile etmez.” lafının geçtiği her yerde muhalefet şerhini tüm samimiyetimle koyarım. Çünkü geri kalan her özelliğiyle Gökhan Zan meslektaşını ezse dahi kendisinin topu oyuna sokma konusunda “dan dun master” olduğuna şüphe yok. Ofsayt bozma ve tandemin gerisine adam kaçırma konusunda da dereceleri olduğunu biliyoruz. “Ama Gökhan milli takım defansının bankosu!” diyenleri duyar gibiyim. İşte tam da burada Mehmet Demirkol’un yazısındaki ana fikre gönderme yapmak lazım. Artık Uche’nin yanına Högh, Tomas’ın yanına Song aramayalım dostlar. Aramak zorunda kalmayalım. Kalmayalım ki, başkanlar da gurbet ellerde futbolcu kapısında yatmasın. Forvet dediğin asfalt yolda da yetişiyor ama kaliteli stoperler, bekler ve ön liberolar için futbolumuzda alt yapı hamlesi şart.