Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '18

 
Kategori
Kitap
 

Yumuşak Başlı İsem, Kim Demiş Uysal Koyunum?

Yumuşak Başlı İsem,  Kim Demiş Uysal Koyunum?
 

 “Sevgi, sevgi! / Her derdin, her sıkıntının / Her hastalığın ilacı sevgi…” Raziye Akdemir Aslan (Öğretmen)

 

                Risk almaktan korkarsanız, eskilerin deyişiyle “sittin sene” yani ömür boyu olduğunuz yerde sayarsınız. Bir adım bile öte gidemez, hiçbir yere varamazsınız. Sonra da:

                “İkimiz de aynı memleketten aynı yaştayız. İkimiz de aynı okullarda okuduk; aynı diplomaları koyduk cebimize. Dahası, ben hep takdir alırdım; o bütünlemeye kalırdı hep. Kısa zamanda o nerelere nerelere geldi, ben aynı yerdeyim hâlâ.” diye yakınır durursunuz.

                Başarının sırrı şudur: Risk almak…

                Evet, hangi işte, hangi ortam ve koşullarda olursak olalım, başarılı olmak istiyorsak, risk almak zorundayız.

                Risk almak demek, bir yolun tehlikeli olduğunu bile bile o yolu seçmek, başka yollar da olduğu halde ille de o yolu tercih etmek demektir. Ancak gözü kapalı, bilinçsiz bir seçim, düşüncesiz bir tercih olmamalıdır bu. Aksine, bu konuda iyi düşünmek gerekir. Tehlikenin ne olduğunu, neler olduğunu iyi görebilmeli.

                Sonra da o engelleri nasıl aşacağını, tehlikeyi nasıl bertaraf edip savuşturacağını iyi hesap etmeli. Bunlar dikkate alınmadan, “Benim gözüm karadır. Ben cesurum. Ben tehlikeden korkmam.” deyip çevremizdeki yalakaların, şakşakçıların dolduruşuna gelerek öne atılmak, o riskin altında kalıp ezilmemize neden olur.  

                Böyle bir durumda, yalnızca aldığı riskle baş edemeyen değil, ona inanıp arkasından gelenler de zarar görür.

                Risk alıp başarıya ulaşmak her babayiğidin harcı değil tabii. Önce kendine ve gücüne inanması gerekir insanın. Sonra, başkalarını da inandıracak buna. Yetmez, hedefine ulaşmak için gece gündüz çalışacak. Çevresindekileri de çalıştıracak.

                Yetmez; “Dediğim dedik; çaldığım düdük. Her şeyin en iyisini, en doğrusunu ben bilirim!” demeden soracak, soruşturacak. Önyargılı olmadan herkesi dikkatle dinleyip değerlendirecek. Hiçbir eleştiriye kızmayacak, öfkelenmeyecek. Tartışmaktan, fikir alışverişi yapmaktan korkmayacak. Ya ikna edecek, ya ikna olacak.

                Yetmez; bulunduğu mevkiye, rütbesine, fiziksel ya da siyasal gücüne güvenerek esip gürlemeyecek. Hiç kimseyi küçük, değersiz ve önemsiz görmeyecek. Ve dahi, öttüğü için güneşin doğduğunu sanan horoz gibi kabarıp durmayacak.

                “Kardeşim, nerden bulacağız öyle insanı?” deyip umutsuzluğa kapılmayın hemen. Aradık da bulamadık mı?

                “Arayıp bulduklarımız da, bir süre sonra alkışlardan, övgülerden, yazılıp söylenen kasidelerden başı dönüp öttüğü için güneşin doğduğunu sanan horozdan farksız oluyor.” deyip pes etmeyeceğiz hemen.

                Yine arayacağız, yine bulacağız. Başı döneni, sarhoş olup şımaranı “Senin işin bitti. Senin görevin sona erdi.” deyip bir kenara koyacağız.

                Bugüne kadar bizim ülkemize şöyle bir gelip “Merhaba!” dedikten sonra, nedense bir daha hiç görünmeyen “demokrasi” denen şey işte budur!

                Uyanık olacaksın yani. Cafcaflı her söze kanmayacaksın. Ağzına sürülen bir parmak bala aldanmayacaksın. Ve dahi, “Her koyun kendi bacağından asılır. Bana ne! Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” demeyeceksin.

                Bugün sana dokunmayan yılanın, yarın sana da dokunabileceğini düşünerek önlemini alacaksın. Ben bugün, başkalarının uğradığı haksızlığı görmezlikten gelip “Bana ne” dersem, yarın benzer bir haksızlığa uğradığımda başkaları da -aynen benim gibi- “Bana ne!” demez mi?

                Öyle bir zamanda, uğradığım haksızlığa, gördüğüm zulme kayıtsız kalanlara, gözlerini yumup kulaklarını tıkayanlara benim, “Siz insan mısınız be?” demeye ne hakkım var?

                Yumuşak başlı, ılımlı, sabırlı, anlayışlı ve hoşgörülü olmak iyidir ama göz göre göre de sömürüye boyun eğmek, ahmaklıktan başka nedir ki!

                Anlayışlı ve hoşgörür olacağım diye sömürülmesine ses çıkarmayan bir insana kim saygı duyar?

                “Bakalım, böyle bir örnek bulabilecek miyim, “Mucize Kaymakam” denen Turan Eren’in yaşamöyküsünde?” diye arayıp durdum. Ve sonunda buldum, böyle bir örneği. Paylaşmak istedim sizinle:

                Kurduğu şantiye ile Malkara ilçe merkezinin tüm cadde ve sokaklarını asfaltlatır; Kaymakam Eren. Sıra köy yollarına gelince, 73 köy ve 350 km yol için şantiye yetersiz kalır. “Elimden gelen bu… İmkânlar kısıtlı. Benden bu kadar!” deyip oturacağına, çözüm bulmak için araştırmaya başlar. Şunu görür ki, bir “konkasör şantiyesi” kurmadıkça hedefe ulaşmak mümkün değil.

                Sorup soruşturur. Bakar ki, Ankara’da bir şirket konkasör makineleri üretmekte… Kalkar gider Ankara’ya. İlgililer, konkasör şantiyesi kurabileceklerini, parayı da iş bittikten sonra alacaklarını söyler.

                Anlaşma imzalanır. Firma, hızla gerekli makineleri üretirken, Malkara’da da şantiye yeri ve altyapısı hazırlanır.

                Bu işlerin süratle yapılmakta olduğu bir sırada Tekirdağ Valisi gelir Malkara’ya. Hazırlıklar yerinde gezilip görüldükten sonra, “Kaymakam Bey, yapmakta olduğunuz şantiyeye Özel İdare olarak ben de ortak olmak istiyorum.” der.

                Kaymakam Eren, öneriye olumlu yaklaşmaz ama Vali ısrarcıdır. Malkara köy muhtarlarını toplayıp ortaklığın yararlarını anlatır. Birçok muhtar, Vali’nin emrinde olan bir şantiyenin Malkara’dan çok Tekirdağ’a hizmet edeceğini, bu nedenle ortaklığı arzu etmediklerini söyler. Vali tekrar kürsüye çıkıp “Namus ve şeref sözü veriyorum. Malkara’da tüm köy yolları asfaltlanmadan, başka yere bir gram asfalt vermeyeceğim.” der.

                Kaymakam, “Sevgili muhtarlar! Bir insan, Vali bile olsa, namus ve şeref sözü veriyorsa, sakın ona inanmayın!” diyemezdi elbette.

                Hele hele Vali Bey, “Size yemin ederek söz veriyorum. Kaymakam Bey, nasıl hazırlarsa sözleşmeyi, hiç itiraz etmeden imzalamayacağım.” deyince akan sular durur; itirazlar kesilir.

                Ancak, bugüne kadar “güçlüler”den verdiği sözü kim tutmuş ki, Vali Bey tutsun? Şantiye gümbür gümbür çalışıp asfalt üretir ama kamyonlar Malkara köylerine değil, Vali’nin istediği yerlere taşır asfaltı.

                “O Vali, ben Kaymakam… Ben O’nun emrindeyim. Elimden ne gelir ki?” deyip göz göre göre yapılan bu haksızlığa göz mü yummalıydı Kaymakam Eren; yoksa?..

                Bir süre düşünüp taşındıktan sonra, bu haksızlığı önlemek için -gerekirse- Vali ile mücadele ve kavga etmeye karar verip doğruca şantiyeye gider. 16 adet sigortayı söküp arabasına alarak üretimi durdurur.

                  Makamına döner dönmez, telefonda “Sigortaları neden söktün?” diye sorar Vali. Bakalım, ne cevap vermiş Kaymakam:

                 “Muhtarlara namus ve şeref sözü verip yemin etmiş; sözleşmeyi de siz imzalamıştınız. İki aydır neden üretimden bir avuç asfalt gelmedi Malkara’ya? Neden sözünüzde durmuyorsunuz? İmzaladığınız sözleşmeye niçin uymuyorsunuz?”

                Koskoca Vali, emrindeki Kaymakam’dan özür dileyecek değil ya… “Vali’nin başında bulunduğu bir şantiyeyi Kaymakam nasıl kapatır? Seninle görüşürüz.” diye tehdit edince:

                “Sayın Valim, sigortaları sökerken her şeyi göze aldım. Ya bu ilçenin hak ve hukukunu onurum ile koruyacağım, ya da nerde ince ise oradan kopsun.” diyerek savaşa hazır olduğunu ilan eder. 

                Sonra ne mi olur? İzninizle bugünlük bu kadar! Devamı haftaya…

 

                DOKTORLAR VE MAHMUT MAKAL

                Gazeteler yazmadı, radyo ve televizyonlar söylemedi ama ünlü yazarımız Mahmut Makal, bir ay önce, Ankara Hacettepe Hastanesinde ameliyat oldu. Ameliyat başarılı geçti fakat bilinmeyen bir nedenle yoğun bakımdan çıkamadı. Öğretmen dernekleri gibi, eğitim ve yazarlar sendikalarının da haberi olmadı bundan, kitaplarını basıp pazarlayan yayınevlerinin de, politikacılarımızın da…

                Doktorlarımız, büyük bir vefa örneği göstererek, ameliyat ve bir aylık yoğun bakım ücretini kendi ceplerinden ödediler. Bu gerçeği yazarımızın sevgili eşi Naciye Makal öğretmenimizden öğrenince, doktorlara olan sevgim ve saygım bir kat daha arttı. Var olsunlar!

                1950’de yayımlanan Bizim Köy adlı eseriyle edebiyatımızda çığır açan İvriz Köy Enstitüsü mezunu değerli yazarımızın bir an önce sağlığına kavuşmasını yürekten diliyor, Hacettepe Hastanesi doktorlarına bu anlamlı jestlerinden dolayı en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

            Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.

 

 

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..