Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Yüzyıl öncesi yağmurlar, 3.Köprü ve şehirleşmemiz

Yüzyıl öncesi yağmurlar, 3.Köprü ve şehirleşmemiz
 

Elmalarla armutların toplamı sonucu ayvayı yiyen biziz.


İlkokulda hepimize öğrettiler: “Elmalarla Armutlar toplanmaz!”

Ama yalnız koskoca ülkemizi yönetenler değil, görünen o ki hiçbirimiz anlamamışız!

Anlasak, “Son bilmem kaç yılın en şiddetli yağmuru” gibi boş sözler etmezdik. Anlasak, böyle boş sözlerle durumun geçiştirilmesine uyumaz, izin vermezdik.

Yıllardır doğal afetler sonrasında hemen her düzeyde toplum adına söz söyleyenler, elmalar ve armutları topluyorlar. Son su baskınları ve taşkınların ardından yapılan açıklamalar da farklı olmadı. Son bilmem kaç yılda en fazla düşen yağmurmuş... Onca yıl önce, ağaç, bitki, betonlanmamış toprak miktarı ne kadardı, şimdi ne kadar ona bakan yok. Karşılaştırıverdiler elmalarla armutları.

Onca yıl önce bu şiddette yağmur yağsaydı, tarlalar mı su altında kalırdı; Evler, iş yerleri, okullar, oteller, depolar, park yerleri, hastaneler, yollar, yollardaki araçlar, kavşaklar, köprüler, geçitler mi?

Su altında tarlalarımız kalmış olsaydı, su baskını böylesi azgın bir sele dönüşüp herşeyi yutar mıydı; Yoksa toprak suyun çoğuna koynuna alır, bağrına basar, sadece tutamadığından fazlasını mı sele katardı?

Çamur olurdu, doğru; zamanına bağlı olarak tarladaki ürün zarar görürdü, doğru; ama su akacak, yayılacak toprağa kavuşabileceğinden, üstelik çalı, ot, maki bile olsa, bitgi dokusu bir kalkan göreviyle akışı yavaşlatacağından ( orman vasfını yitirmiş arazide diye 3.köprünün yapılmasını savunanlara duyurulur), su baskını olsa bile silip süpüren sele dönmesi çok daha düşük olasılıktı. Kesin olan şu ki, her noktada azgın bir sele dönmeyecek, selin akış şiddeti daha düşük olacak, önüne geleni yıkıp geçmeyecek, kayıplar çok daha az olacaktı. Üstelik tarladaki ile, şehirde etkilenen insan sayısı kıyaslanamaz.

İnsanları ayırdığımdan değil! Ama bir şehri su taşkınlarıyla azgın sele (veya başka bir doğal afete) teslim ettiğinizde, doğacak can ve ekonomik kayıplar çok daha büyük; Yardım, kurtarma çalışmaları çok daha zor; Yağma, talan, organ mafyacılığı, isan ticareti falan çok daha saldırgan, acımasız; zarar gören insan, yaşam, ekonomi alanları çok daha fazla; Onarım maliyetleri, süresi çok daha yüksek; Toplumsal yaralarının sarılması çok daha güç; İnsanların tepkileri, ruh halleri çok daha kötü olacaktır.

Özellikle çaresizlik, aldatılmışlık, kullanılmışlık ruh halindeki insanların sonraki yaşamda uğrayacakları ve yapacakları zararların sonucundaki çöküş, tek başına bir felaket, bir toplumsal çürümedir ve şiddet de içeren bireysel, örgütlü pek çok kötülüğü, yolsuzluğu doğuracaktır.

Gelecek nesillere yok edilmiş bir doğa, yaşanılamayacak yerleşimler, tüketilmiş kaynaklar bıraktığımız yetmezmiş gibi, öğretilmiş çaresizliklerin yüreksizliğinde sünepe, sindirilmiş, coşkusuz, hedefsiz, çıkarcı, duyarsız, umarsız, bencil, kimliksiz, umutsuz, örgütsüz sürülere döndürüyoruz onları. Bu insanlığa karşı işlenmiş en ağır suç değil midir?

İnsan dışındaki bütün canlılar doğanın koşullarına uyarak yaşarlarken, birtek biz insan, doğaya hükmedemesek de, onu sinsice kemirip yok ederek esasen doğanın üstünde yaşıyoruz. Ta ki doğa bizi yok edinceye kadar da doğayı yok etmeye devam ediyor, dünyamız yetmiyor yeni gezegenler arayıp oraları da yok etmeye gidiyoruz.

Hazırladığımız kendi yok oluşumuz ama bu süreçte insanca da var olamayacağız. Çünkü bu süreçte yarattığımız canavarlar içimizde bizimle yaşayacaklar. Malımızı, sağlığımızı, huzurumuzu, mutluluğumuzu, güvenimizi, umudumuzu, canımızı, sevdiklerimizi alacaklar elimizden. Korkuyla yaşayacağız yarın ne olacak diye, tabii "İleride ne olacak?" diye sormayı düşünecek zekamız varsa.

İşte insanlığa, yani kendimize karşı en büyük suçumuz: Bu öğretilmiş çaresizlikten, yağmadan, talandan, kokuşmuşluktan kendi çıkarları, zevkleri, hırsları için canavarlaştırdığımız doymak bilmez insanlar olacaktır.

Ve bu doymak bilmez insanlar, doymak bilmez iştahları için mutlaka iktidarda olmak ve iktidarlarını meşrulaştırmak zorundadırlar.

Doğal afetlerle yaşamaya alışması gerektiği öğütlenen siz sade yurttaşlarım!

Siz daha, bazılarının yüksek sevdiği reklamlarıyla; heryeri beton kuleler, köprüler, kavşaklar, tüneller, yollar, meydanlarla doldurulan sözde “modern” şehirlerde 20 milyonlara varan yığınlar halinde yaşamayı uygarlık, gelişmişlik diye anlatan ninnilerle bebekler gibi uyuyun!

Ozanın dediği gibi:

“Hoşgeldin bebek,

Yaşama sırası sende.

Senin yolunu gözlüyor,

Tren kazası,

uçak kazası,

iş kazası,

yer depremi,

kuraklık,

filan...”

Nazım bu şiiri, muhtemeldir ki, yeni doğan bir bebeğe hoşgeldin derken, acıyla içi burularak yazmış.

O yıllardan bu yana, bu vurdumduymazlıkla uyurken payımıza düşen bu!

Çocuklarımıza bıraktığımız da bu!

 
Toplam blog
: 41
: 1621
Kayıt tarihi
: 29.05.07
 
 

Doğaya, sanata, spora, bilime ve ülkeme bağlı; doğruya, gerçeğe, akla yönelik; uluslara saygılıyı..