- Kategori
- Edebiyat
Zalimdi zaman

Ne ağlatmak ne güldürmek,
Sudan kağıda geçmek.
***
Zalimdi zaman. Bizi kaybedenlere yaz…
…'Hayat, devrik cümlelerde yaşamaya çalışanlara yağdırırdı kara yağmurlarını. Onlar, bulutlar toplanırken bile acıya lanet okumadan kederlerin kapısından girerlerdi. Yüzlerinde boş vermişliğin anlamsızlaşan gülümsemeleriyle girdiler kapıdan. Herkese açıktı kapı. Ama en çok yalnızları severdi. Yalnızlar ve kapı, arkadaştılar.
Kapılar gönül kapısına açılırdı. Gönülse hüzün, keder, coşku ve sevgiyle arkadaştı.
Birbirimize değdikçe uzaklaştık, çoğaldıkça azaldık. Yalnız gezginlere bıraktık tüm dünyanın bilinmezliklerini. Evlerimizde kuşatıldık.
Sustuk. Her şeyi bizim adımıza düşünenlere bırakıp büyük bir sessizliğin içinde bir tören edasıyla yığılıp kaldık. Suskunluk bayramlarda ve ölümlerde bozulurdu. Susmak, kazançlı çıkmanın, kendini korumanın adıydı. Bedenimizi de eğittik. Sabah çalan saatle başlayan günün, sokakların ışığı yandığında bittiğini öğrenmeye alıştık. Alıştıkça azaldık; alıştıkça kendimize hapsolduk. İçimizdeki kahramanlara söylettik sıkıştığımızda büyük sözleri. Gitmek ve görmek yerine, görmek ve gidememek alışkanlıkları geliştirdik. Kapandıkça içimize ve evlerimize, huzur daha çok şeyler istedi bizden. Huzur biz yaklaştıkça uzaklaştı. Huzuru bitmez tükenmez arzularımızla çürütmeyi de öğrendik. Zaman, hayat ve yaşam üçgeninde yürüdük. Hayat bir ömürken, yaşam her anımızdı. Zamansa zalim bir yalancı…
Bizler giderken, yerimizin her karesi parsellenmişken, yeni kurbanların seslerini dinlerdi büyük doğumhanelerde zaman. Saat kurulduğu gibi çalışmaya başladığında, yeni bir sayfa açarak başlatırdı kronometreyi: ‘İster koş, ister yürü, ister bir köprübaşında dilenci ol, otur tüm ömrünce, ’ derdi. Bildiği en iyi senaryoların içinde bir sağa bir sola, bir aşağı bir yukarı salınıp durmamızdı onu en çok eğlendiren. Sarkaç olanlarımız da vardı. Ama en çok, hayat tokatlarını yiyenlerin çökmüş hallerini severdi zaman. En hızlı tüketildiği anlar bunlar değildi; en hızlı mahpushanelerde tüketilirdi zaman: Eli kolu bağlanmış zaman.
Ardından korkularına teslim olanlar gelirdi. Korkularına göre alışkanlıklar geliştirenler kıydılar zamana sonra. Günün, koşturmalarımızın ardına koyduğumuz ‘ekmek’ yedi geri kalanını. Ertelerken anlarımızı, umutlarla renkler sıçratırdık hayallerimize. Kolay öğrenildi ortak zaafımız; hayaller yüklemeli bütün bu zaman kölelerine. Hayallerimizi koruyacak kahramanlar yetiştirdik içlerimizde. Sıkıştığımızda yerine geçtiğimiz kahramanlarımız vardı bizim de. Kahramanlarımızla saldırdık dört bir yandan hayata. Kale duvarlarından kızgın lavları en hayalcilerin üzerilerine döktü zaman. Kavrularak çıkanlarda derin bir “Ah!” kokusu. Kaderi ekledik ahlarımızın sonuna. Zaman bize güldü.
Tüm zamanlar, zaman çakıllarına dönüştü birer birer. Çakıl taşları üzerinde yürüdük zamanı. Bizden öncekilerin bilinmeyen sırları üzerinden yürüyüp gelirken, bilinenlere sığındık. Toplaştık kalabalıklaşarak. Kalabalıklarda yaşamayı öğrendik. Çoğaldıkça yalnızlaşmayı öğrendik çoğalanlar arasında. Yalnızlaştıkça fark ettiğimiz direncimizdi. Ve kırılgan benliğimizdi.
Alışılan her şeydi; anlaşılandı görünen. ‘Hayata alışacaksın, alışmaya çalışacaksın’ öğretisiydi bize yaşlılardan gelen akıl. ‘Ne yapacaksın, hayat böyle, ’ söylemlerinden güç aldık. 'İyi ki ben değilim, ' deyip acı çekenlerden sıyrıldık. Dünya hepimizin çevresinde ayrı ayrı dönecek kadar çoktu. Sığmayan bizlerdik. Yaklaştıkça birbirimize, uzaklaşarak birbirimizden, barışı koruduk. Savaşlarla alçaldık. Öldürerek var olduğumuzu ispatladık. Kumdan kalelerde şövalyeler gibi ağırlandık. Her sabah yeniden yıkılırdı kumdan kaleler, öğlene kalmaz yeniden yapardık. Mutlaka doğru nedenlerimiz vardı. Doğru, dosdoğru, aynı yönü gösterdiğin de bile emin olamadık. Evren kırılan üçgenlerden oluşurken, yuvarlak bir yüzeyden baktık doğruya. Herkese ‘doğru’ ne kadar azdı oysa. Azla yetinmeyi öğrenemedik, hepimiz her şeyde fakirdik. Hayat, ölüm kadar basitti, ' diye bitirdi Oğuz."
***
not: kitabım yayındadır.
sağlıcakla kalın.